Yılmaz'dan Kürt sorununda özeleştiri

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Adını ister ‘‘Kürt sorunu’’, isterseniz ‘‘Güneydoğu sorunu’’ olarak koyun... Başbakan Mesut Yılmaz'ın önceki gün Diyarbakır'a giderken uçakta yaptığı açıklamalar, son dönemde Ankara'nın bu soruna bakışındaki en önemli açılımlardan birini oluşturuyor.

Önemli; çünkü Yılmaz, yaptığı açılımla hükümetin DSP kanadının duyarlılığı nedeniyle hükümet programına hâkim olan ‘‘tutucu’’ çizgiden büyük ölçüde ayrılıyor.

Hatırlanacağı gibi, koalisyon protokolünde ‘‘Güneydoğu'nun sorunları etnik değil, coğrafi, sosyal ve ekonomik nedenlerden, bölgenin feodal yapısından ve dış tertip ve tahriklerden kaynaklanmıştır’’ denilerek, sorunun ‘‘kültürel’’ boyutu tümüyle dışlanmıştı.

Başbakan Yılmaz ise önceki gün ‘‘Sorunun siyasi ve kültürel yönü de var...’’ diyerek, programda ifade edilen bakışın oldukça ilerisine geçiyor.

Başbakan'ın görüşleri, aslında eski çizgisiyle büyük ölçüde örtüşüyor. Yılmaz'ın Anayol döneminde benzer çıkışlar yaptığını, kayıtlara geçmiş olan ‘‘Ben Güneydoğu sorununda birçok Türk siyaset adamından farklı düşünüyorum. Terör olaylarının üzerine kararlılıkla giderken, meselenin ekonomik, sosyal ve kültürel veçhelerini unutmamak gerekir’’ şeklindeki açıklamasından da biliyoruz.

Görüleceği gibi, Mesut Yılmaz, samimi olarak inandığı, kendi entelektüel bakışını da yansıtan bir tutum alıyor.

Asıl yeni olan, konuşmasının Türkiye'de bir başbakan tarafından bu soruna ilişkin yapılmış en ciddi özeleştirilerden biri olması.

Yılmaz'ın ‘‘Geçmişte yapılan bazı bağnazlıkların hâlâ günümüzde de devam ettiğini görüyorum’’ ve ‘‘Cumhuriyet 74 yaşına girdi. Artık bu çocukluk hastalıklarını geride bırakmamız lazım’’ şeklindeki sözleriyle ne demek istediği, herhalde tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.

Başbakan ‘‘Bütün mesele devletin zamanında gerekli açılımları yapamamış olması ve bölücü terörün bundan yararlanmasıdır’’ derken de, devletin geçmişteki tutumunu açıkça sorgulamaktadır.

Şu sözlerinin altı özellikle çizilmelidir:

‘‘Ulusal devlet, vatandaşlarına, dillerine, dinlerine, kültürlerine çok daha çağdaş, çok daha hoşgörülü yaklaşabilmelidir. Bunları mutlaka aynı potada eriten devlet değildir ulusal devlet...’’

Tersinden okuduğunuzda, bugün Türkiye'de ‘‘Kürt unsuru’’na bakışın yeterince çağdaş ve hoşgörülü olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından ifade edilmektedir.

Buradaki kilit unsur, ‘dil-kültür farklılığının’ Yılmaz tarafından teslim edilmesidir.

Mesut Yılmaz'ın konuşması, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 28 Aralık 1991 tarihinde Diyarbakır'da yaptığı ‘‘Kürt realitesi inkâr edilemez’’ şeklindeki tarihi çıkıştan sonra bu soruna ilişkin en önemli siyaset beyanı olarak görülebilir.

Bütün mesele, Türkiye'deki devlet mekanizmasının, Yılmaz'ın soruna koyduğu teşhis üzerinde kendisiyle ne ölçüde mutabık olduğudur.

Bu çerçevede, meselenin bir diğer boyutu da, hükümetin Başbakan'ın ağzından çıkmış olan bu sözlerin gerisini getirip getiremeyeceği sorusunda beliriyor.

Yazarın Tüm Yazıları