Yerli Top Gun’ın gururu hikayeyi yemiş

Günlerden; hangi gün olduğu sürekli unutulan, pazartesi bitti mi yoksa hâlâ pazarda mıyız hezeyanlarıyla geçirilen bir bayram günü...

Anlardan; sinema gişesi önünde, “Ten Ten mi yoksa Anadolu Kartalları mı?” şeklinde özetlenebilecek iki farklı uç arasında gidip gelen kararsızlık anı...
En sonunda “Anadolu Kartalları”nda karar kılmaca ve yerli Top Gun’ın dünyasına hızlı bir F16 dalış...
Ve şimdi huzurunuzda o malum sıkıntılı soruyu, “Ee film nasıldı”yı madde madde yanıtlıyorum.
Filmin ilk 40 dakikası tanıtım filmi kıvamında.
Pilotların uçuş eğitimine dair bir sürü gerekli-gereksiz sahneyi arka arkaya izlerken, karakterlerin kişiliklerine dair pek az bilgi/duyguyla baş başa bırakılıyoruz.
Dolayısıyla bu bölümler ziyadesiyle sıkıcı. Çünkü belgesel değil, bir hikaye izlemek istiyor insan.
Filmin esas hikayesi ne yazık ki o kırk dakikadan sonra lütfedip başlayabiliyor.
Nihayet ana karakter/yerli Tom Cruise/Feriha’nın yavuklusu Çağatay Ulusoy’un, yani pilot Ahmet Onur’un hayatında dalgalanmalar oluyor.
Ve ilk baştaki o sıkıcı tanıtım filmi havası biraz olsun “sinema”ya evriliyor.
Çağatay Ulusoy ve Hande Subaşı’nın arasındaki aşk hiç “etkili” değil. Habire “ben geldim, yok sen gittin” geyiği var aralarında. Başka bir şey yok.
Hissetmiyorsun aşkı, çarpılmıyorsun.
Bir noktadan sonra da onların çektiği aşk acısına ortak olamıyorsun. Tüm bunlara Hande Subaşı’nın kalın sesi de eklenince iyice uzaklaşıyorsun Kartallar’ın ortamından...
Bu filmin esas hissiyatı apaçık belli:
Pilotların ne kadar zorlu bir eğitimden geçtiğini seyirci görsün ve onlarla gurur duyup uygun adım marş marş evine gitsin.
Öyle de olmuş zaten.
Hikaye o kadar cılız, o kadar üvey evlat ki, elde avuçta bir tek “gurur” kalmış.
Sonuç olarak o dev gurur uğruna koca bir fırsat kaçmış. Ortaya hikayesi yavan, temposu onca harekete rağmen sürekli düşen, gökyüzü görüntülerine daha çok çalışılmış, süresi de gereksiz yere uzun bir film çıkmış.

Bennu, Cem ve Zeynep

Üçünü de severim.
Bennu Gerede’yi de Cem Büyükhanlı’yı da Zeynep Tunuslu’yu da...
Şimdilerde “üçlü” bir duruma düştüler.
Bilerek ya da bilmeyerek, henüz bir fikrim yok.
Uzaktan izlemekteyim.
Bir de hem Bennu hem de Zeynep’in geçmişindeki ortak bir kişinin daha (Ahmet Ağaoğlu) adı karıştı olup bitene...
Tüm bu kombinasyona değil de, en çok Zeynep’in şu açıklamasına şaşırdım.
Özetle diyor ki: “Zaten Bennu’nun değer yargıları ortada, evlilik dışı çocuklar doğurmuş. Ben en yakın arkadaşıyken benim eşimle beraber olmuş. Bunların neresi etik? Bütün bunlar bana da, toplumumuzun ahlak yapısına göre de ters.” Bir kere Zeynep boşandıktan sonra Ahmet Ağaoğlu’yla beraber olmaya başladı Bennu.
“Elimden aldı” durumu yok yani.
Ayrıca bildiğim kadarıyla ikisi çok yakın arkadaş değildi.
Sadece bir dönemin pop-bohem dergisi Amann’da beraber iş yapmamışlar mıydı?
Son olarak, “Değer yargıları ortada, evlilik dışı çocuklar doğurdu” demek Zeynep’e hiç yakışmamış.
Zeynep ki, kimsenin yaşam tarzını sorgulamaz, herkesi “olduğu gibi” kabul eder, toplumun değer yargılarını arkasına alıp kimseye ayar vermez.
Herhalde kızgınlıktan olsa gerek bu kez tribün ahlakçılığı yapmış.
Yazarın Tüm Yazıları