Ege’nin üç mücevheri: Rodos, Kos, Samos

Erkan İyigüngör

EGE’NİN masmavi sularında, tarih ve doğanın kucaklaştığı üç ada: Rodos, Kos ve Samos. Her biri farklı bir ruh, farklı bir hikâye taşıyor. Bu üç güzel adayı bir arada, yorulmadan, valiz açıp kapamadan, her sabah başka bir limana uyanarak keşfetmenin en konforlu yolu ise gemi seyahati. Biz de bu rüya gibi yolculuğu Selectum Blu markasının Blue Sapphire gemisiyle gerçekleştirdik. Kapı vizesi kolaylığı sayesinde sadece birkaç evrakla, konsolosluk önlerinde beklemeden dört günde üç ada gezmeniz mümkün. Ve gemiye adım attığımız andan itibaren, kendimizi her sabah başka bir kartpostal manzarasına uyanırken bulduk. Sabah, öğle ve akşam yemeklerinin dahil olduğu, canlı müzikle eğlencenin buluştuğu bu seyahat; çiftlerden çocuklu ailelere, balayı tatilcilerinden emekli gezginlere kadar herkese hitap eden bir deneyimdi. Ama bu yolculuğun yıldızları şüphesiz adalardı...

TAŞLARA KAZINMIŞ TARİH

Gemiyle ulaştığımız ilk durak, görkemli tarihiyle büyüleyen Rodos oldu. Orta Çağ'ın ihtişamlı atmosferini günümüze taşıyan bu adada, Johanniter Şövalyeleri’nin izlerini sürmek adeta zamanda yolculuk gibiydi. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Rodos Eski Şehri'nin Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarında kaybolmak, her köşede farklı bir hikayeyle karşılaşmak pürüzsüz bir keyifti. Büyük Üstatlar Sarayı, ihtişamlı mimarisi ve içindeki tarihi eserlerle adeta bir açık hava müzesi gibi, şövalyelerin yaşamına tanıklık eden eşyaları ve duvarlardaki freskleriyle ziyaretçiyi geçmişe götürüyor. Bu saray, adanın tarihi önemini ve stratejik konumunu en iyi şekilde yansıtan yapıların başında geliyor; her odası bir dönemin ruhunu fısıldıyor.

Rodos, sadece görkemli tarihiyle değil, farklı kültürleri bir arada barındırmasıyla da öne çıkıyor. Özellikle Eski Şehir'deki Türk Mahallesi'nde dolaşırken, Osmanlı döneminden kalma camileri (örneğin Süleymaniye Camii), hamamları ve zarif çeşmeleri görmek, adanın çok katmanlı ve zengin geçmişine şahit olmak oldukça etkileyiciydi. Adada yaşayan Rodos Türkleriyle sohbet etmek de ayrıca mutluluk vericiydi. Burada hala varlığını sürdüren Türk toplumunun yaşantısına dair izler, sokaklara sinen tarih kokusuyla harmanlanıyordu; bazı kahvehanelerde Türkçe sohbetler duyulabiliyordu. Rodos'ta mutlaka tadına bakılması gereken lezzetler arasında taze deniz ürünleri, özellikle de ahtapot salatası, "melekouni" adı verilen ballı ve susamlı geleneksel tatlısı ile "pitaroudia" adı verilen nohut köfteleri yer alıyor. Gün batımında Mandraki Limanı'ndan yükselen St. Nicholas Feneri'nin silüetini izlemek ise adanın romantik yüzünü ortaya koyuyordu. Limandaki üç yel değirmeni ve Antik Rodos Heykeli'nin (Colossus) ayaklarının bir zamanlar burada bulunduğu rivayet edilen noktalar, tarihi dokunuşları daha da derinleştiriyordu.

KOS: HİPOKRAT'IN ADASI

Rodos'tan sonraki rotamız, antik tıbbın babası Hipokrat'ın adası Kos oldu. Tarihi kalıntıları ve huzurlu atmosferiyle dikkat çeken Kos, aynı zamanda şifalı termal sularıyla da ünlü. Antik dünyada tıp merkezi olarak kabul edilen Asklepion, adanın en önemli tarihi noktalarından biri. Burada Hipokrat'ın öğretilerinin yankılarını duyabilir, antik dönemde şifa arayan insanların adımlarını takip edebilirsiniz. Çam ağaçları ve zeytinliklerle çevrili bu huzurlu antik alanda dolaşmak, ruha iyi gelen bir deneyimdi. Kos Kasabası'nda ise Roma ve Bizans dönemlerinden kalma kalıntılar, Osmanlı camileri (Defterdar Camii gibi) ve modern yapılar iç içe geçmiş durumda. Aziz Ioannis Şövalyeleri tarafından inşa edilen Şövalyeler Kalesi'nin görkemi ve Antik Agora'nın kalıntıları, adanın zengin tarihini gözler önüne seriyor. Burada bisiklet kiralayıp adayı keşfetmek de oldukça keyifli bir seçenek, adanın genel olarak düz yapısı bisikletle gezmeye oldukça elverişli.

SESSİZ VE DOĞAL: SAMOS

Yolculuğun son günü Samos’ta geçirdik. Diğer iki adaya göre daha az turistik, daha fazla doğal. Zeytinlikler, üzüm bağları, çam ormanları arasında huzur dolu bir ada. Ünlü filozof Pisagor’un doğduğu bu topraklarda düşüncenin ve doğanın bir arada var olduğu hissediliyor. Hera Tapınağı, Efpalinos Tüneli gibi antik yapılar, Samos’un da geçmişte ne kadar önemli bir merkez olduğunu gösteriyor. Özellikle Efpalinos Tüneli, M.Ö. 6. yüzyılda çift uçtan kazılarak inşa edilmiş bir mühendislik şaheseri. Plajları ise Ege’nin en berrak denizlerinden biriyle buluşuyor: Kokkari, Tsamadou ve Lemonakia, doğal güzellikleriyle büyüleyici. Samos aynı zamanda şaraplarıyla da meşhur. Muscat üzümünden yapılan tatlı şaraplar, adanın aromatik havasını adeta şişeye hapsediyor. Nohut köftesi (revithokeftedes), balık çorbası (kakavia) ve keçi peynirli salatalar ise bu aromaya eşlik eden yöresel tatlardan sadece birkaçı.

VALİZ AÇMA DERDİ YOK

Gemi seyahatinin sunduğu benzersiz avantajlar, bu deneyimi unutulmaz kılan temel unsurlardı. Öncelikle, yeşil pasaportu ve Schengen vizesi olmayanlar için kapı vizesi kolaylığı tatil öncesi yaşanan stresi ortadan kaldırıyor. Selectum Blu'nun birkaç basit evrakla bir gün içinde stressiz bir şekilde vize işlemlerimizi halletmesi sayesinde, 4 günde 3 Yunan adasına sorunsuz bir şekilde girebilirsiniz. Gemi seyahatinin en büyük lükslerinden biri ise kuşkusuz bavul açma-kapama derdinin olmamasıydı. Her gün farklı bir otele yerleşme, valizleri boşaltma ve tekrar toplama telaşı çekmek yerine, tüm tatil boyunca eşyalarımız konforlu kabinimizde sabit kaldı. Yol yorgunluğu ise tamamen yabancı bir kavramdı. Ege'nin bu büyüleyici adaları, tarihi, doğası ve eşsiz lezzetleriyle her gezginin kalbinde özel bir yer edinecek ve geride silinmez anılar bırakacak.