Boğazların, adaların, iç içe-koyun koyuna girmiş koyların çam ve zeytin ormanlarının güzelliğine doyamazsınız

Güncelleme Tarihi:

Boğazların, adaların, iç içe-koyun koyuna girmiş koyların çam ve zeytin ormanlarının güzelliğine doyamazsınız
Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 2021 13:47

İzmir-Çanakkale yolundan ilerlerken Ayvalık levhasını gördüğünde yeşilin göbeğine düşüverir insan.

Haberin Devamı

Kavşaktan sola dönüp, sağlı sollu yeşil bir vadiden geçer, çam kokuları arasında yol alıp bu kentin büyüsüne kapılırsınız. Kısa sürede iyot kokusu genzinizi kaplar. Tatlı bir serinlik yüreğinizin ta derinlerine kadar gider. Hele ki gelen, “Ben buraya yerleşirim!” der. Doğrudan Cunda’ya gitmek isteyenler, mezarlığın karşısındaki yolu takip ederek kent merkezinin araç trafiğinin yoğunluğunu yaşamadan kısa sürede adaya ulaşabilir. Ama alışveriş yapmak, Ayvalık’ın buram buram tarih kokan sokaklarını gezmek isteyen, yarım gününü kent merkezindeki mini geziye ayırabilir. Dileyen, yine sağlı sollu çam ağaçlarıyla kaplı yoldan ilerleyerek sahile inebilir. Uygun bulduğu bir otoparka aracını emanet ettikten sonra, Arnavut kaldırımlı, zar taşlarıyla kaplı tarihi sokaklarında turlayabilir. Kiliseden dönme camileri, gerçek bir müze kilise Taksiyarhis’i gezebilir. Daracık sokaklarında, Rum mimarisiyle benzenmiş sarımsak taşlı yapılardan gözlerini alamaz insan. Cadde ve sokak aralarına adeta serpiştirilmiş gibi küçücük dükkanlardan zeytinyağı, sabun ve zeytin satın alabilir. Açlığını yatıştırmak için, Başkan Mesut Ergin’in yenileyip hizmete sunduğu Tostçular Çarşısı’nda Ayvalık tostu yiyerek öğünü geçiştirebilir.

Haberin Devamı

Boğazların, adaların, iç içe-koyun koyuna girmiş koyların çam ve zeytin ormanlarının güzelliğine doyamazsınız

Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü

Türkiye’nin ilk Boğaz Köprüsü denildiğinde hemen herkesin aklına İstanbul gelir. Ama hiç de öyle değil! Türkiye’nin ilk Boğaz Köprüsü, 1966 yılında senatör Nejat Sarlıcalı’nın önayak olmasıyla Ayvalık’ta yapılmış. 54 metre uzunluğunda toplam 6 ayak üzerinde duran köprünün üzerinden geçip gidilir Cunda’ya. Bir anda zeytin ormanı yolunuzu kaplar. Bir yanda mavi deniz ve üzerine boncuk gibi sıralanmış adalar... Diğer yanda asırlık zeytin ağaçlarından yayılan mis gibi çiçek kokuları arasında her biri 100, belki de 200 yıllık yorgun Rum evlerinin arasından süzülürsün sahile doğru. Cıvıl cıvıl restoranlar, caddede, sokak aralarında, sahilde, adım atılan her yerde... Balık ve meze kokuları arasında dolaşırken, yorgunluk kahvesi içilir asır yaşı geçmiş Taş Kahve’de. Yazları Ayvalık’tan ve Cunda’dan, saat başlarında (yoğun zamanlarda 15 dakikada bir) karşılıklı motorlar da kalkıyor. Yaklaşık 15 dakika süren deniz yolculuğu, dinlenmeye gelenlere kısa süre de olsa eğlenceli gelebilir. İster kara yoluyla, ister deniz yoluyla... İkisi de keyifli, ikisi de huzurlu ve dingin. Özellikle sıcak yaz akşamlarında Cunda’dan ahşap gövdesiyle sallana salana karanlığı yaran tekneyle Ayvalık merkezine dönmek, uzaktan karanlığın içinde ışıldayan tarih kente dönüş yapmak... Onun tadı da ayrı bir güzel.

Haberin Devamı

Tanrının kullarına bir lütfu

“Güzelliklerine doyulmayan, adeta tanrının kullarına bir lütfu gibi olan Ayvalık’ın karşısındaki adaya da Cunda deniyor. Bu adın Piri Reis’in ‘Kitab-ı Bahriyesi’ndeki Yund Adaları olduğu, Yund isminin giderek Cunda’ya dönüştüğü sonucuna varıyoruz. Ayvalık’ta emperyalist düşmana karşı ilk asker kurşununu attırmış komutan Ali Çetinkaya anısına Alibey Adası dendi. Her iki isim de kullanıla geliyor, kimse yadırgamasın, yabancı kaynaklı isim sanmasın! Bazı yetki sahibi kimseler, 1980 darbesinde, bu isimde Rumluk arama sevdasına düşmüşlerdi de... Çünkü Rum teba oraya ‘Moshonisi’ (Kokulu Ada) diyordu, bu bir... İkincisi, Piri Reis’ten yola çıktık yorum yaptık. Ancak bir de bakıyoruz ki, İtalyanca’da da izi var Cunda’nın. ‘Gemilerin yatay sereni’ anlamına geliyor. Gerçekten haritaya baktığımızda da Cunda, yatay seren gibi! Kısacası, Piri Reis’in Yund Adaları’yla İtalyanların Cunda sözcüğü birbirine yakın. Üstelik, Cunda’nın bir yığın adası var. Yani coğrafyayla da doğrulanıyor.” Ayvalık üzerine sayısız kitapları olan, kentin belleğini hafızalara kazıyan yazar Ahmet Yorulmaz, “Ayvalık’ı Gezerken” isimli kitabında böyle anlatıyor Cunda’yı... Cunda Adası’na vardığınızda en yüksek tepeye mutlaka çıkın, doğayı izleyin. Boğazların, adaların, iç içe, koyun koyuna girmiş koyların, çam ve zeytin ormanlarının güzelliğine doyamayacaksınız. Bu güzelliklerin korunmasında, günümüze kadar gelmesinde çok önemli katkıları ve girişimleri olan Teoman Madra’yı anmadan geçmek istemiyorum. Ayvalık’ın doğa ve kültür varlıklarının korunmaya alınmasında canla başla çalışan Madra girişimde bulunmasaydı, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu çok gecikecek, güzellikler çoktan talan edilmiş olacaktı.

Haberin Devamı

Küçük Paris’ diye de biliniyor

İzmir’den gelecekler için Kozak yolunu da önerebilirim. Bergama’dan sonra çam ağaçları ve fıstık çamlarıyla kaplı bu özel ve güzel yöre, yol kenarlarına sanki serpiştirilmiş gibi duran köyleri ile gerçekten bakir ortamıyla ender doğal varlıklarımızdan. Kozak yolunun hemen girişinde yer alan İncecikler köyünde kahve yok ama onun yerine kütüphanesini gençler doldurmuş. Sonra sırasıyla Kozak, fıstık çamlarının en yoğun olduğu bölgelerden Göbeller, Hisarköy ve Akçapınar el değmemiş güzellikleri hala barındırıyor. Kozak yolunun büyüleyici ve nefes kesici yolculuğunun ardından Ayvalık’a ulaşmak da pek keyifli. Ayvalık Adaları, doğal yapısının zenginliği ve güzelliği nedeniyle 1995’te 17 bin 950 hektarlık bir alanı Jeomorfolojik Tabiat Parkı olarak ilan edilmiş. Bazı adalar bitki örtüsünden yoksun, bazıları ise seyrek bitki örtüsüne sahip. Eski dağların tepelerinin uzantısı bölgedeki adaların oluşumunda büyük rol oynadığı anlaşılıyor. Cunda’nın komşuya bakan yüzünde yüz binlerce zeytin ağacı gökyüzüne uzanıyor ve tümü de çiçeklerini açtığı için çevreye hoş bir koku yayılıyor. Kamp alanları çadırcılar için bulunmaz nimet. Deliksiz bir uykunun ardından kampta sabah kuş sesleri arasında ve muhteşem bir zeytin ormanının içinde pırlanta gibi koyun ortasında uyanmanın tadını başka yerde bulmak pek mümkün değil. Ayvalık Adaları’nın 22’sinin arasından en büyüğü olan Cunda, 18’inci Yüzyıl nostaljisinin yaşattığı farklı ortamıyla herkesin büyülenerek ve hayranlıkla gezdiği bir yer. Ayvalık’la kara bağlantısının bulunması ulaşımı kolaylaştırmış. Ayvalık’tan kalkan tur tekneleri koylardaki tüm adaların gezilmesine imkan sağlıyor. Adada çok sayıda kilise ve manastır olmasına karşın birçoğu günümüze kadar ulaşamamış. Panaya Kilisesi’nin duvar kalıntılarını Bakkal Sokağı’nın başında, Agios Yannis’in dört duvarını ise girişte görmek mümkün. Ayışığı Manastırı kuzey yolunda özgün yapısıyla hemen dikkatleri çekiyor. Geçmişe uzanan bu bilgilerin ardından Cunda Adası’nın Arnavut kaldırımlı sokaklarını hiç atlamadan karış karış dolaşmak çok keyifli olur. Rum evlerinin begonvilli, incir kokan bahçeleri, rengarenk sardunyaları, geçmişten günümüze uzanan çizgileri doyasıya özümsenebilir. Paha biçilmez güzellikleri olan, büyüleyen bir denizin çevrelediği ve önceki oturanlarınca ‘Küçük Paris’ diye adlandırılan Cunda’da günbatımını kah tepelerinden, kah kıyılarından izlemek insana olağanüstü hoş bir ruh dinliği verir.

Haberin Devamı

Zeytinyağını şart koşun

Başınızda yazlık bir şapka olması koşuluyla, sokaklarında, tepelerinde, kıyılarında, hatta adalarında dolaştınız... Canınızın çektiği yerlerde denize girdiniz, kimi yerde de merakınız varsa dalarak, kimi kuytuda uykuya dalarak, güneşin Midilli sırtlarından yok oluşunu da izleyerek akşamı ettiniz... Acıktınız da... Çok acıkmanız doğal, çünkü güç harcadınız ve en önemlisi bol miktarda oksijen aldınız. Hatta oksijen bolluğundan bir tuhafsınız, adeta sarhoşsunuz da ayırdında değilsiniz!.. Sahile inerek bir gazinonun masasına çöküp oturun. Sardalyanızı ya da papalinanızı, çipuranızı, fangırinizi, mercanınızı vb. balığınızı, zevkinize uygun bir kadeh içkiyle, -rakıcılara inat biz, kalite bir şarapla diyeceğiz- yiyin. Ama tavasını isteyeceğiniz bir balık ya da –olur a canınız çok çeker- ciğer tavası için zeytinyağını şart koşun!.. Birtakım gerekçelerle karşınıza dikilirse, “Ben öyle istiyorum, yağ farkı varsa lütfen hesabıma ilave edin” deyin. Çünkü kimi yerler zeytinyağına oranla hem ucuzluğu, hem yanmadan tavada sürekli kullanılabilirliği açısından ayçiçeği yağını tercih ediyor. Ancak zeytinyağının besin değeri, hele hele lezzeti yanında, sağlık açısından da ancak iki kez tavada kullanılabildiğinden ayçiçeğinin sözünün hiç edilmemesi icap eder. Ünü yurtdışına taşmış zeytinyağının ultra güzelinin memleketinde ayçiçeği yağının kullanılmasının ayıp olduğunu düşünelim! Bir de damak tadını bilmemek olduğunu...

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!