Yelkenciliğim bakanlığımdan iyidir

Bir zamanlar soyadı Kızılderili isimlerine benzeyen bir Adalet Bakanı vardı: Hasan Denizkurdu. Bazı insanları hatırlamak zordur, Hasan Denizkurdu onlardan değil.

Yapısı, fiziği, konuşması, hobileri, kendini ifade etme biçimi, en çok da ismi, mutlaka ama mutlaka kendisini hatırlatıyor. Başka türlü siyaset yapardı. Adalet Bakanı olduğu sürede, hem o dönemde gelişen olaylar hem de Hasan Denizkurdu’nun olaylara müdahale etme biçimi, akıllarda yer etti. Kişiliğinin gelişmesinde en önemli unsurlardan biri, denizdi. Çocukluğu Çeşme’de denizle iç içe geçti. Düşünün ki, dalga gelip yatağından onu alıp götürecek diye korkardı, o kadar denizin içinde yaşardı. Dedesi de Kos’tan Mısır’a pusulasız, haritasız, derme çatma yelkenlisiyle gidip, "Gelemez!" denmesine rağmen gelirdi. Lakabı, "deniz kurduydu", ailenin soyadı oldu. Bu noktada Jack /images/100/0x0/55eb4a4ef018fbb8f8b7ade8London’ı hatırlamamak mümkün mü? Hasan Denizkurdu da, onun kahramanlarına benziyor: Açık sözlü, dürüst, mücadeleci. Karısıyla birlikte yelken yapıyor. 33 yıllık karısı her tekneye binişlerinde ona bir kere daha áşık oluyor. Muş. Biz Hasan Denizkurdu’nun yalancısıyız. Ama isterse kefil olabiliriz. Çünkü tekneye ve denize yakışıyor. Pardon önemli bir özelliği daha var, İzmirli değil, Karşıyakalı. Onun şehrinin plakası 35.5.

Siz Adalet Bakanı’ydınız, neden bıraktınız?

- Ben bırakmadım, bıraktırıldım. Bir gecede Ecevit, İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel ve Adalet Bakanı olan benim yerime başkalarını getirdi.

Harcadılar yani sizi?

- Tabii, tabii.

Hadi bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldınız, siyaseti neden toptan terk ettiniz?

- Ben hayatım boyunca kaptan olmayı sevdim. Teknede dümen tutmayı sevdim. İpin başkasında olmasını sevmiyorum, kararları ben vereyim istiyorum. Ama siyasette bunu yapamıyorsunuz. Dışarıdan başka türlü algılanıyor ama inisiyatif sıfır. Parti başkanı ya da başbakan değilseniz tabii. Karşınızda kurumlar, kurumlar, kurumlar var. Derin devlet var. Şunlar var, bunlar var. Eliniz kolunuz bağlı, e bu da beni açmıyordu. Aslında siyaseti kadınlar yüzünden bıraktım diyebilirim.

Nasıl yani?

- Kafası çalışan her erkek gibi, ben de hayatımdaki kadınların etkisi altındayım. Karımın ve kızlarımın yani. Onların kararlarına uyarım. "Sevmiyoruz bu işleri" dediler. Biliyorsunuz toplumun politikacılara bakışı, beleşçi, asalak, halkın sırtından geçinen filan. O damga da hayatımdaki kadınların hoşuna gitmedi, ben de siyaseti bıraktım.

Bu damgalar, bu yargılar doğru mu?

- Milletvekillerinin aldığı maaş, 4-5 bin dolar. E bu yüksek bir meblağ değil. Nasıl iyi yaşayacaklar? Tabii ki ya "beleşçi" olacaklar ya da "iş takibi" yapıp, ekstra para kazanacaklar. Basının milletvekilleri vardır, büyük sermayenin milletvekilleri vardır, sonra mafyanın milletvekilleri vardır...

Neler diyorsunuz!

- Gerçekleri söylüyorum. Milletvekillerinin birçoğu, "Meclis’e girelim de, hayatımız kurtulsun" diye düşünür. Çünkü biliyorsunuz, milletvekili emekli olduğu zaman da ayrı bir maaş alıyor. Herhalde 3-3.5 milyar gibi bir şey. Bu ülkede o kadar yüksek emekli maaşı alan başka bir grup yok. Üstelik ölünce de çocukları o parayı almaya devam ediyor.

Allah aşkına, hiç mi düzgün milletvekili yoktur?

- Vardır, iki tür milletvekili vardır. Birinci grup idealistler. "Oyumu kullanayım, düşündüklerimi hayata geçireyim, bu memlekete hizmet edeyim" diyenler. Ama onlar da bir süre sonra anlarlar ki, milletvekili dediğin oy makinesinden başka bir şey değildir. Milletvekili olmanın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Milletvekili, kanun teklifi verir, 4 sene sıra gelmez. Komisyondan geçmeyen teklif, zaten görüşülmez. Türkiye’de sistem, kuvvetler ayrılığı değil. Tek kuvvet var Türkiye’de o da yürütme. Meclis de, yasama da, bir anlamda yargının kontrolü de yürütmede. Yani Başbakan ve bakanlar her şeye hakimdir. Dolayısıyla, siz milletvekili olarak oraya gittiğinizde, bakarsınız ki yapacak bir şey yok, varsa yoksa laga luga. E haliyle, "Bari gelmişken, biraz iş takip edeyim de para kazanayım" diyenler çıkacaktır elbette.

Pardon ben takıldım kaldım, az önce "Mafyanın milletvekilleri var" mı demiştiniz.

- Bakın, ben size yaşadığım bir şeyi anlatayım. Çakıcı’nın iade talebini Fransa’dan ben yaptım. Bugüne kadar bütün bu tür dosyalar evrak eksikliğinden reddedilmiş. Dursun Karataş dahil. Ben bir gece oturdum, bütün o dosyaları tamamladım. Çünkü içeriden biri, mesela bir milletvekili, kasten evrakları eksik bırakıyor. Bakıyor Fransız hakim dosyaya, çaresiz adamı salıvermek zorunda kalıyor. Ya da adam Amerika’da yakalanıyor, aynı şey yaşanıyor. İlk defa benim zamanımda bir iade dosyası eksiksiz gittiği için Çakıcı Türkiye’ye iade edilebildi. Tabii ki mafyanın milletvekilleri var. Bir gün, bakanken bir milletvekili geldi bana, elinde bir zarf, bir mafya reisinin falan cezaevinden filan cezaevine naklini istiyor....

Siz ne yaptınız?

- Bana kim geliyorsa, içeriden iki hakim çağırıyordum. "Kusura bakmayın" diyordum, "Ben bütün taleplerinizi yazılı olarak alıyorum." Tabii ondan sonra kimse gelmedi. Ama bütün dünyada bu böyle. Lobicilik var, her türlü şey var...

Ve siz sistemi değiştiremeyeceğinizi anladınız öyle mi?

- Evet. Sistem böyle gidiyorsa, ben de değiştiremiyorsam ne yapabilirim ki? Ben de yaşama bir kere geldim, yaşamayı da seviyorum. Tenis oynuyorum, yelken yapıyorum. Dolayısıyla yöneticiliğe döndüm, büyük bir holdingin başındayım, 1.6 milyar dolarlık bir ciroyu yönetiyorum. 6 bin kişi çalışıyor. 100 bin kişinin ekmeği bana ve ekibime bağlı. Hayatımdan son derece memnunum...

İZMİRLİ KADINI FETHEDEMEZSİN

İzmirli kadın neden farklıdır?

-
Bence bu, binlerce yıllık bir medeniyetin sonucu. Kendiliğinden değil yani. Bu topraklarda Frigyalılar yaşamış, Lidyalılar yaşamış, Yunanlılar yaşamış, Türkler yaşamış. İzmir oldum olası Batı’ya açılan pencereymiş, İngilizler gelmişler, Sabetaycılar gelmişler, Levantenler gelmişler. 30’larda 4 tane dans salonu varmış Karşıyaka’da. Çeşme mesela, ben çocukken kimsenin anahtarı yoktu, bizim kapımızda kilit yoktu. Cezaevinde suçlu yoktu. Bunlar medeniyet göstergesidir. Haliyle bizim kadınımız farklıdır. Giyinmesi farklıdır, hareketleri farklıdır, hali tavrı farklıdır...

Neden daha özgür?

-
Çünkü kendine güveni daha fazladır.

Peki neden tehlikeli diye algılanır?

-
Yok tehlikeli değildir. Sevecendir, erkeğini mutlu eder. Ama onu zapturapt altına alamazsın. Maço bir erkek, İzmirli bir kadınla mutlu olamaz.

Neden İzmirli kadınları kaderlerinin peşinde koşmaktan kimse alamaz...

-
Özgür oldukları için, bağımsız oldukları için. İzmirli kadın, kaderini kendi çizer. Çünkü bizde dogmalar fazla yoktur, dindarlık da yoktur. O yüzden Sabetaycılık bizim oralarda yeşerir ya, İzmir fikirlerin yeşerdiği bir yerdir. Selanik de İzmir’e benzer.

İnsanın İzmirli bir karısının, sevgilisinin olmasının kazançları nelerdir?

-
İzmirli kadın zordur, onu söyleyeyim de, onunla beraber olan erkeğin de işi zordur. İzmirli kadının ruhunu yüzde 100 fethedemezsiniz. Hálá karımın ruhunun derinliklerinde keşfedemediğim, gidemediğim yerler var mesela. 33 sene geçti, dile kolay. Ama bu bir erkeği canlı, diri ve meraklı kılıyor. Orada bir şey var diyorsunuz, anlamaya, çözmeye çalışıyorsunuz...

Peki İzmirli erkekler?

-
İşte o konuda fena çuvallıyoruz. Ne yazık ki biz, kadınlarımız kadar iyi değiliz. Kendimizi onlar kadar iyi yetiştirmiyoruz.

KARIMIN ÖNCE BACAKLARINI BEĞENDİM SONRA KALBİNİ

Karımı üniversitenin kayıt kuyruğunda gördüm. Minik bir etek giymişti, bacakları çok güzeldir. Önce bacaklarını beğendim, sonra kalbini. Ve evlendik. Aslında ben evliliğe hiç uygun bir adam değilim, bir kere kova burcuyum, aksi gibi 14 Şubat doğumluyum. Karım Yıldız da kova. "Ben evliliğe hiç uygun bir adam değilim" diye diye evlendik, iyi ki evlenmişim. İki kızımız oldu. Biri Fransa’da yaşıyor, diğeri Amerika’da, birinin kocası Fransız, diğerinin Kanadalı. Her fırsatta bir araya geliriz. Beraber olmayı seviyoruz. Onun dışında biz hanımla yelken yaparız. Motor yok, kaptan yok. Bir kedimiz Şans, bizimle olur, o kadar. Karım, "Tekneye bindiğimiz andan itibaren başka bir adam oluyorsun, sana yeniden áşık oluyorum" diyor. 15.5 metre bir yelkenlimiz var, bir koya bağlarız. Sessizlik, gökyüzünde yıldızlar, denizin hışırtısı ve kuş sesleri. Sonsuzluğun bir parçası olduğumuzu anlarız. Bir de ölümlü olduğumuzu...

ESKİ BAKANLAR İŞSİZ KALIR

Eski bir bakana sormak daha kolay. Bakan olmak nasıl bir şey?

-
Bir şeyleri değiştirecek gücün varsa, çok iyi bir şey. Onun dışında, 15 tane koruman oluyor, önden arabalar gidiyor, ışıldaklar yanıyor, inince kapılar açılıyor, insanlar koşuyor. Eve gitmen bir olay, evden çıkman ayrı bir olay. İnsan alışıyor tabii. Eğer bakanlığı bıraktıktan sonra, yapacak bir işin yoksa, o postta takılır kalırsın. Ki bu çok vahim ve acıklı bir durumdur.

Peki eski bakanlar ne yapar?

-
Çoğu işsiz kalır. Bakanlıkları biteli çok uzun zaman olmuştur, ama onlar durumu hálá kavrayamamıştır. Hálá "Sayın Bakanım" diye hitap edilmekten hoşlanırlar. Gittikleri her yerde fazlasıyla saygı görmek isterler.

3K KURALI

Kaçma, Karışma, Konuşma. Meğer slogan buymuş. Meclis’ten kaçmayacakmışsın, üstüne vazife olmayan şeylere karışmayacakmışsın ve Meclis Grup Toplantıları’nda konuşmayacakmışsın. Ben bu kurallara uymadığım için kara listeye girdim. Halbuki 3K kuralını uygularsan, 2-3 dönem milletvekili kalabilirsin.

BİZİM PLAKAMIZ 35.5

Siz bir de Karşıyakalıymışsınız...

-
Evet. Bununla da gurur duyarım. Evlenince, Karşıyaka’ya taşındık. Karşıyaka Kulübü’nde tenis oynarken, kulübe /images/100/0x0/55eb4a4ef018fbb8f8b7adeayönetici oldum, sonra Karşıyaka Kulübü’nün başkanlığını yaptım. Çeşme’den sonra kendimi Karşıyakalı olarak tanımlarım. Ben İzmirli değil Karşıyakalıyım.

Ne farkı var?

-
Karşıyakalılık başka bir şeydir. İzmir’in plakası 35, bizimki 35.5’tur! Karşıyakalılar, Yamanlar suyu içer. Biz farklılığı buna bağlarız! Suyundan olsa gerek. İzmirliyiz ama değiliz.

Nedir yani, Karşıyakalı olmak daha mı havalı bir şey?

-
Valla bizi daha havalı değil de, daha kavgacı ve daha banal bulurlar.

Karşıyakalı taraftarlar olay filan çıkarıyor değil mi?

-
Burada bana bir şey olsun, şurada da iki Karşıyakalı olsun, gelir canını verir. Öyle bir bağlılık bizimki. Hálá herkes birbirini tanır, birbirini tutar. Bazen de fazla tutar. O yüzden maçlarda bazen olay çıkar. Bakanken bir maçı izlerken çekmişler beni, hop oturuyorum, hop kalkıyorum, bana ne Adalet Bakanı’ysam ben Karşıyaka’mı izliyorum. O akşam bütün televizyon kanalları, "Fanatik Bakan" diye beni verdi. Doğrudur fanatiğim. Maç izlerken ana avrat küfür de ederim. Politikanın içindeyken rahat küfür edemiyordum. Neyse ki şimdi edebiliyorum.

Karşıyaka tribünü sizi görünce susarmış. Nasıl oluyor da Karşıyaka taraftarı size bu kadar saygı duyuyor?

-
Bizim taraftarı polis de durduramaz. Hatta, bir kere polise de sataştılar, "yeşil başlı ördekler" diye. Ama ben elimi kaldırdığımda susarlar, birkaç kere oldu. Beni severler ve sözümü dinlerler. Ben onlara sahip çıkarım, bunu bilirler. Çünkü Çeşme’de kalsaydım, ya balıkçı olurdum ya bakkal. Bir fark yok yani aramızda. Ben sadece onların biraz daha okumuş olanıyım.

Çeşme ve Karşıyaka’nın benzer tarafı ne?

-
O birlik beraberlik.

İzmirliler Karşıyakalıları kıskanırlar mı?

-
Bence kıskanırlar ama aynı zamanda biraz dışlarlar. Bize İskoç gözüyle bakarlar. Ama tabii biz kendimizi İskoç filan hissetmeyiz.

Hayata, neler kazandım diye baktığınızda bilanço ne durumda?

-
Valla, beklediğimden çok daha iyi. Geri dönüp baktığımda, anlatacak bir sürü hikayem var. Hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. İyi ki politika da yapmışım, iyi ki hukuktan sonra işletme de okumuşum. Gerçi o da Yıldız yüzünden, okumaya meraklı olduğum için değil yani. "Onu burada bırakırsam, başkaları kapar, en iyisi ben bir yere gitmeyeyim, bir şeyler daha okuyayım" dedim. Ama iyi ki de okumuşum, avukatlığı bıraktım, yönetici oldum.

Önce yüzmeyi, sonra yürümeyi öğrendim

Doğma büyüme Egeli misiniz?

-
Evet, Çeşmeliyim ben. Küçükken en çok korktuğum, denizin dalgalarının yatak odasından beni alıp götürmesiydi, evimiz o kadar iç içeydi denizle. Önce yüzmeyi sonra yürümeyi öğrendim. Bütün ömrüm denizde geçti. Bir yazda 3 kez deri değiştirirdim, kapkara olurdum güneşte. Şahane bir sokak çocuğuydum.

Anne-baba da mı Çeşmeli?

-
Yok. Biz aslen göçmeniz. Kos’tan göçle gelmişiz. Dedem Kos’tan Mısır’a yelkenlisiyle gidermiş. Pusula yok, harita yok, motor yok. Derme çatma bir yelkenli. "Mümkün değil dönemez" derlermiş. Ama her defasında dönermiş. Lakabı "deniz kurdu" imiş. Soyadımız oradan geliyor. 26-27 yaşına kadar Çeşme’deydim. Çok yabancı sevgilim oldu, çünkü yazları çok turist geliyordu. Ben de kendimi bildim bileli "Welcome to Çeşme" diyordum. Daha ortaokuldayken para kazanmaya başladım. Otellerden ve lokantalardan komisyon alıyordum. Çok keyifli zamanlar. Hatta Fransız bir sevgilim oldu, kız tutturdu evlenelim diye, daha lisedeyiz...

Balıkçı bir aile mi?

-
Evet, evet. Babam balıkçı. Dedemden kalma 2 tane teknesi vardı. Sonra İzmir’de Ege Üniversitesi’nde memur oldu, annem de belediyede memurdu. Dar gelirli bir ailenin çocuğuyum ben. Çeşme’de ortaokulu bitirdim, liseye İzmir’e gittim, Namık Kemal Lisesi’ne, yatılıydım. Bizim sınıftan epey adam çıktı, Ertuğrul (Özkök), ben ve Osman Erer. Aramızda para toplar, bir kasa Varlık Yayını alırdık. Dostoyevski’lerden Panait Istrati’lere, Sartre’dan Camus’lere... Okur, değiş tokuş yapardık. Namık Kemal’i bitirdikten sonra ben İstanbul’a Hukuk Fakültesi’ne geldim. Ve Yıldız’la tanıştım.

KAYBETMEYİ SEVMEM

Tuttuğum takımın kaybetmesini de sevmem. "Sporda kazanmak da vardır, yenilmek de" demem. Ciddiye alırım. Mesela neden teniste yenileyim? Tamam, tenis bir oyun. Ama oyunlar da kazanmak için oynanır. Ben kendi kabiliyetimi kullanıyorum, karşımdaki de öyle. Neden o benden daha iyi raket sallasın? Kaslarını, reflekslerini benden daha iyi kullansın?

6’SI DOĞRU 4’Ü YANLIŞ

Yaşamda önümüze gelen her şeyin içinde bir prospektüs vardır. Ama Tanrı’nın bize verdiği yaşam denen paketin içinde kullanma kılavuzu yoktur, onu biz yazarız. Yaşamda zaman kısıtlı, bir kere yaşıyoruz, o yüzden ben çok çabuk karar veririm, 6 tanesi doğrudur, 4’ü yanlış. Önemi yok.

DENİZSİZ YAPAMIYORUM

Bir şehrin sokakları denize çıkmıyorsa, yaşayamıyorum orada. Ankara’da yaşayamadım mesela. Hep bu sokakların ucundan deniz çıkar mı diye umutlandım, ıh-ıh Gölbaşı çıkıyordu. Ben denizsiz yapamıyorum.

FIRSATINI BULSA KOŞA KOŞA GELİR

Bence siyasete dönmek için Tansu Çiller’in içi yanıyordur. Fırsatını bulsa koşarak gelir. Araştırmalar yaptırıyor, tabanı onu istiyor mu diye. Yolunu bulunca gelmeye çalışacak ama Allah’tan şansı yok.

ÖZEL TEKNİKLERİ VARDI

Tansu Çiller’in politikada uyguladığı özel teknikleri vardı. Bakın size göstereyim, verin elinizi. Farz edin ki, ben Tansu’yum şimdi. Siz de Doğulu bir milletvekili. Odaya afra-tafra yaparak giriyorsunuz. Ben de hemen elinizi elimin içine alıyorum, yuvarlak hareketlerle sizi sakinleştirmek üzere, elimi elinizin üzerinde gezdiriyorum. Ne oldu? Siz gevşediniz. Doğulu, maço bir milletvekili olarak siniriniz geçti. Kullanırdı yani kadınlığını.

SEN PROVOKATÖRSÜN

68 kuşağıyım. Ben TİP’liydim. Aktif bir katılımım yoktu ama yürüyüşler, üniversite işgalleri, boykotlar, Deniz Gezmiş’ler, Orhan Ak’lar, Celal Doğan’lar bütün o dönemi koyu koyu yaşadım. Ben eyleme karşıydım. Deniz Gezmiş’le okulun bahçesinde bir tartışmamız da olmuştu. "Amerikan askerleri gelmiş, hadi bunları taşlayayım" dedi. "Bu adamlar siyah, belki de solcu, bunların kafasına taş atınca ne kazanacağız?" dedim. O da "Sen provokatörsün" dedi.
Yazarın Tüm Yazıları