Paylaş
1- İbrahim Yazıcı, 1970 yılında Ankara’da hukukçu bir baba ile ev hanımı bir annenin dört çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya geliyor.
SENE 1974
Söze, “Çoğu meslektaşımın aksine içinde müzisyen olmayan bir ailede dünyaya geldim” diye başlıyor: “Ama evde çok müzik dinlenirdi. Her çeşit müzik dinlenirdi; Klasik Türk müziği, pop müzik… Dayım Klasik Türk musikisi severdi. Kucağındaki radyosunda Meral Uğurlu, Aleaddin Yavaşça ekolünü dinlerdi. İlk hayran olduğum şarkıcı Emel Sayın’dı. Henüz iki yaşlarımda pikapın kapağı açıldığında çıkan sesi duyunca müzik başlayacak diye heyecandan titrerdim. ”
DİNLEMEK YETMEDİ YÖNETMEK İSTEDİM
Yazıcı, ilkokuldan sonra sınavı kazanarak Atatürk Anadolu Lisesi’ne giriyor. Bu sırada ilgisi de belli bir müzik üzerine yoğunlaşıyor; klasik Batı müziği. Bu nasıl oluyor? Yazıcı, “Sekiz yaşından itibaren ablamla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) konserlerine gitmeye başladım” diye yanıtlıyor: “Anormal şekilde klasik müzik dinlemeye başladım. Başka hiçbir müzik bana aynı tadı vermiyordu. Orta birinci sınıfta Mahler senfonilerini ezbere bilirdim. Konserde dinleyip sevdiğim eserlerin plaklarını alır, büyük orkestra şeflerinin isimlerini öğrenirdim ama bu bana yetmemeye başladı. Bunları bir şekilde seslendirmek istiyordum. Küçükken gittiğimiz konserlerde hep yaşlı şefler görürdüm. Bir gün genç bir şefle karşılaştım; Rengim Gökmen. Demek ki genç birisi de şef olabiliyordu! Operada solist olan bir kuzenim ‘Kulağı çok iyi, tam şef olacak kumaş var’ diye beni motive edince şefliği kafama koydum.”
SENE 1974
BENİ DURDURMAK NE MÜMKÜN
İşe, harçlıklarıyla aldığı bir Beethoven Üçüncü Senfoni’yi kendi kendine yönetmeye çalışarak başlıyor. Okuldaki müzik hocası da ona yardımcı oluyor ama yalnızca seçmeli müzik dersiyle, blok flüt çalarak olmazdı ki… İşte burada kader ona yardım ediyor, konservatuvarda ilk defa yarı zamanlı bölümü açılıyor. Devamı: “Babama orkestra şefi olma niyetimi söyleyince ‘15 yaşına kadar müzik eğitimi almamış biri nasıl orkestra şefi olabilir’ dedi ama beni durdurmak ne mümkün! Sınava girdim ve kazandım. Anadolu Lisesi’nden çıkıp akşamları konservatuvara gidiyordum.”
SENE 1990 - Konservatuvar
2- HARÇLIKLARIYLA İLK PİYANOSUNU ALDI
İki ayın sonunda çok iyi nota okumaya başlamıştı bile. Hocalarından Nuri Arıkan orkestra şefi olma niyetini öğrenince onu meşhur İlhan Baran’a götürdü. Hayallerine kavuşması için piyano çalmayı öğrenip tam zamanlı konservatuvarın Kompozisyon Bölümü’ne girmesi gerekiyordu. 16 yaşında, Anadolu Lisesi’nin öğlen tatillerinde piyano dersine gitmeye başladı. Bu yetersizdi; yine birikmiş harçlıklarından oluşan sermayesiyle bir piyano aldı. Yazıcı devam ediyor: “Artık normal lisedeki dersler hiç ilgimi çekmiyordu. Lisenin ilk yılının sonunda tam zamanlı konservatuvar sınavını kazandım. Babam bir sene benimle konuşmadı. Elbette sadece tutku başarılı olmak için yeterli değil. Bende şef olmak için gereken diğer meziyetler de varmış; hassas kulağım var, çok müzik dinlemişim ve sosyal zekâm da yüksekmiş.”
SENE 1990 - Konservatuvar
3- BİR TATLI BİR SERT İKİ HOCA
Yazıcı, 1987 senesinde tam zamanlı olarak konservatuvarın Kompozisyon Bölümü’ne giriyor. Onu yetiştiren bir sert bir de yumuşak hocası oluyor: “Nevit Kodallı hocam oldu, Allah rahmet eylesin, çok aksiydi… Oğlu da öğrencisiydi, ona bile sertti. Bana her derste ‘O kadar antimüzikalsin ki senden ne besteci ne de şef olur’ derdi (gülüyor), ama hiç aldırmazdım çünkü kendimden emindim. Sınavlarım çok iyiydi. Çok çalışıyordum. Piyano hocam da Nimet Karatekin’di; muhteşem bir pedagogdu, çok sabırlı, yumuşak… Bir eserin nasıl ele alınması gerektiğini çok iyi bilirdi. Orkestra şefliği bir nevi öğretmenliktir. Bugün orkestra şefliğimin önde gelen taraflarından biri eseri orkestraya çok hızlı öğretmemdir. Bunu Nimet Hoca’dan öğrendim. Piyanoyu önemsedim çünkü büyük şefler hep piyanistti. Herkese eşlikçilik yapardım. Hikmet Şimşek, ‘milli refakatçi gibisin” diye takılırdı.”
İbrahim Yazıcı - Zeynep Bilgehan
4- YILDIZ SAVAŞLARI İLE STRAUSS ANLATMAK
Temeli alıyordu ama orkestra şefliğini nasıl öğrenecekti? Ona yardım elini uzatan bir CSO konserine gelen orkestra şefi Gilbert Varga olmuş: “Bir prova sırasında kapısını çaldım. Bana o hafta yöneteceği Strauss’un ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ eserinin notasını verip ertesi gün eserden ne anladığımı anlatmamı istedi. Ona eseri Yıldız Savaşları’na benzeterek anlatınca çok etkilendi. Bana, ‘Şeflik okulda öğrenilmez, iyi şeflerin provalarını seyret çok eser öğren’ dedi. O yaz Belçika’daki bir gençlik orkestrası çalışmasında üç hafta ona asistanlık yaptım. Beş yıl dünyanın her yerine peşinden gittim.”
SENE 1991 - Hocası orkestra şefi Gilbert Varga ile
5- İLK TEMSİL: SİHİRLİ FLÜT
Bu arada okulda orkestra şefliği sınıfı açılmıştı. Hocaları Hikmet Şimşek oldu: “Hoca, orkestraya, ‘Bu arkadaşınız bir gün iyi bir şef olduğunda onu biz yetiştirdik diyeceksiniz. Bugün sizden sabır istiyoruz’ diye beni haftada iki gün orkestrayla çalıştırdı. Bu imkân yurtdışında zor bulunurdu.” Mezuniyetten sonra eğitimine Fransa’da devam etti. Dönüşte ilk görev yeri Ankara Operası oldu… Yazıcı: “Bir süre korrepetitörlük yaptım. Bir an önce şeflik yapmak istiyordum ama bir türlü olmuyordu. Nihayet ikinci sezonda ‘Sihirli Flüt’ operasının temsillerini yönetme şansı buldum. Sene 1996. İlk temsilim oydu ve yeri bende çok başka…”
ORKESTRA ŞEFLİĞİ MATEMATİK İŞİ
Onu izlerken işini çok sevdiğini gerçekten hissediyorsunuz. Yazıcı, “Müzikle bir olmayı, o müziği içimde hissetmeyi seviyorum” diyor: “Kimi şef eseri iyi biliyorsa, el tekniği de iyiyse orkestrayı yönetir kimi de orkestranın peşinden
sürüklenir, dans eder gibi gider.

Ben dansımla orkestrayı yönlendirdiğime inanıyorum. Herhalde ben ne iş yapsam onun idarecisi olurmuşum. Çok hızlı sorun çözerim. Sosyal ilişkilerim de iyidir. Orkestra şefliği son derece matematiksel bir iş, içinde inanılmaz bir mühendislik var. Bu anlamda iyi ki Anadolu Lisesi’nde okumuşum diyorum...”
ORKESTRA HEMEN ANLAR: ŞEF Mİ YOKSA ŞARLATAN MI
Bugün kariyerinde neredeyse 30 yılı geride bırakmış... Orkestra yönetirken neler hisseder? Yanıtı: “Kendimi evde gibi hissediyorum. Ben bu işi yapmak için doğmuşum. Sohbet ederken nasıl rahatsam orkestra yönetirken de o kadar rahat olurum ama orkestranın karşısına asla hazırlıksız çıkmam. Bazen yeni yapılan bir bestenin notaları son dakika gelir. Işık hızıyla öğrenir, nerede bir hata olabileceğini tahmin eder, nasıl çalıştıracağımı, orkestraya nasıl yaklaşacağımı bilirim. Yeni orkestrayla karşılaştığınızda önünde beş dakikanız vardır. Orkestra sizin bir şef veya şarlatan olduğunuza karar verir. İyi bir şef olduğunuza karar verirse kendini teslim eder. Her orkestrada uyumu bozan aykırı tipler vardır. Onların da hemen farkına varırım. Ankara Operası, Devlet Çoksesli Korosu’nda şeflik yaptım, Konservatuvarda ders verdim. Hep çok çalıştım hâlâ çok çalışıyorum.”
HER YENİ GÜN GÜZELDİR
Güler yüzünün sırrı: “Herkesin hayatında zorluklar vardır ama mutluluk hayata nereden baktığınızla alâkalı. Ben hayata başıma gelen kötü şeylere odaklanarak baksaydım asla ilerleyemezdim. Küçük yaşta annemi kaybettim ama şanslıydım; bizi çok iyi bir cici anne büyüttü. Sevgi dolu bir ailede yetiştim. Her yeni başlayan gün benim için çok güzeldir, bakalım gün neler getirecek!”
DOĞU’NUN ÇETİNLİĞİ BATI’NIN AKILCILIĞI
“Şef Varga, bana yıllar önce ‘İyi ki Türksün, dünyada kaç tane orkestra şefi Türk var’ demişti. Ne demek istediğini yıllar sonra anladım. Türkiye’de o kadar şanslı bir coğrafyada doğmuşuz ki batının doğusu, doğunun batısında. İçimizde Doğu’nun çetinliği ve hassaslığı da var, Batı’nın akılcı düşünmesi de... Bir Avrupalı kadar nazik de çalabilirim, bir Rus kadar vahşi de. Üzerimdeki kıyafeti değiştirir gibi çalışımı değiştirebiliyorum. En sevdiğim besteci yoktur. O gün ne yönetiyorsam üzerime onu giyerim, en sevdiğim besteci o olur.”
YENİ SEZON BAŞLIYOR
Yeni sezondaki pek çok eser satışa çıkar çıkmaz tükeniyor. Yazıcı, “İzleyicimize müteşekkiriz. Bizi hiç yalnız bırakmıyorlar. Onlarsız yaptığımız iş havada kalır” diyor: “Yeni sezonun ‘hit’ eseri Gilgameş. Ayrıca çocukluk hayalim Kuğu Gölü, her şefin korkulu rüyası La Boheme, Uçan Hollandalı yılbaşı klasiği Fındıkkıran… Sahneye çıkmayı müzik yapmayı o kadar çok seviyorum ki hepsinden aynı zevki alıyorum.” Siz bu satırları okuduğunuz esnada, Yazıcı, Angola’da olacağını anlatıyor: “Hem Türk eserlerinden oluşan bir resitalim hem Türk müzik hayatıyla ilgili bir konferansım var. Klasik müziğin sadece Avrupa’da olabileceğini düşünenlere Ahmed Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin’i çalacağım.”
Paylaş