Yorgo Kırbaki

Bir çınar devrildi

5 Mayıs 2013
Türkiye’den göç etmiş İstanbullu Rumların 1924’te kurduğu ve 89 yılda 11 defa lig şampiyonu olan AEK 27 puanla küme düştü. Yunanistan’ın artık üç büyüğü yok

Suyun öte yanında, on binlerce İstanbullu Rum ve yüz binlerce Yunan taraftar yasta. Çünkü Türkiye’den göç eden İstanbullu Rumların biricik takımları AEK küme düştü.
Suyun bir yanında ‘Kurtuluş Savaşı’, öte yanında da ‘Küçük Asya felaketi’ olarak adlandırılan savaşın üzerinden iki yıl geçmemişti ki, İstanbul’dan göç etmiş beş-altı Rum kafadar ‘Athlitiki Enosis Konstantinupoleos’u (İstanbul Spor Birliği - AEK) kurdu.
Takımın ‘felsefesi’ gurbetin acısına, dışlanmaya ve fakirliğe başkaldırmaktı. Renkleri ve amblemi de buram buram İstanbul kokmalıydı elbette. Bizans’tan ve adı daha sonra ‘Beyoğluspor’ olan değişen ‘Pera Kulüp’ten (kuruluş 1880) ilham alındı. Renkler sarı- siyah, amblem de çift başlı kartal oldu.
Zamanla Yunanistan’ın her yerinde taraftar kitlesi oluştu. Olimpiakos ve Panatianikos’tan sonra ülkenin en büyük üçüncü takımı haline geldi.
Yunanistan Kupası’nı ilk kez 1932’de müzesine taşıyan AEK, ilk lig şampiyonluğunu da 1939’da tattı.
1950’li ve 1960’lı yıllarda hep ilk üç arasındaydı. Fenerbahçe’nin sembolü ordinaryüs Lefter Küçükandonyadis 1964’te kramponlarını asmadan önce birkaç maç için olsa da AEK’nin formasını giydi.
1970’li ve 1980’li yıllarda ‘altın çağı’ yaşadı sarı-siyahlılar. Peş peşe şampiyonluklar, kupalar. O zamanki adıyla UEFA Kupası’nda da

Yazının Devamını Oku

Lanetli adanın yeni sahibesi

28 Nisan 2013
Monaco Futbol Kulübü’nün sahibi Dimitry Ryblovlev’in kızı Ekaterina (24) 100 milyon Euro karşılığında Onassis’lerin yazlığı Skorpios Adası’nın yeni sahibi oldu. Maria Callas’ın şarkı söylediği, Jackie Onassis’in çılgın partiler düzenlediği adada artık ‘Zorba’ değil ‘Kakalin’ çalacak. Peki dünya jet-setinin gözdelerinden Ekaterina, Onassis’lerin lanetini de teslim alacak mı?

Dünya jet-setinin en güzel kızlarından Ekaterina Rybolovleva, Yunan armatör Aristotelis Onassis’in (1906-1975) torunu Athina Onassis Russel’den 100 milyon Euro karşılığında 800 dönümlük Skorpios Adası’nı 99 yıllığına kiraladı. Efsane aile Onassis’lerin bir sürü eşyası-hatırası küçük bir feribotla yakındaki Lefkada Adası’na naklediliyor.
1963’te Aristotelis Onassis o zamanlar hatırı sayılır bir para olan 3 milyon drahmiye satın aldığında, Skorpios’ta sadece bir küçük kilise, bir ahır ve bir değirmen vardı. Armatör binlerce ağaç diktirdi, lüks bir villa ve bir de taverna inşa ettirdi, uzun plajlar yaptırdı ilk iş olarak adaya.
Adanın ilk hanımefendisi, aşk tarihinde belki de ihanetlerin en büyüğünü yaşayan, Onassis’in uzatmalı sevgilisi soprano Maria Callas’tı. Sevdiği uğruna eşsiz kariyerini bir kalemde silen Callas, 1967’de bir gece, geri dönmemek üzere terk etti Skorpios’u. Çapkın Onassis başka diyarlara yelken açmıştı.
20 Ocak 1968’de dünyanın jet sosyetesi Skorpios’taki küçük kilisenin avlusunda toplandı. Onassis, eski ABD Başkanı John Kennedy’nin dul eşi Jackie’yle evleniyordu. Adaya hayat katan Jackie Onassis, çılgın partiler düzenliyordu. Dünya jet sosyetesinin yatları Skorpios’un iskelesini mesken tutmuştu.
1973’te biricik oğlu Aleksandros’u bir uçak kazasında kaybedince Onassis içine kapandı. Baba, oğul acısına ancak iki yıl dayanabildi. Jackie Onassis, bugünün parasıyla 30 milyon euro nakit karşılığında armatörün serveti ve ada üzerinde bir hak iddia etmedi..
Skorpios’un üçüncü hanımefendisi, Onassis’in tek vârisi gömlek gibi sevgili değiştiren, alkol ve uyuşturucu bağımlısı kızı Hristina (1950-1988) idi. Fransız playboy Thierry Russel ile evlenen Hristina, 1985’te kızı Athina’yı dünyaya getirdi. Sonra yüklü bir tazminat ödeyerek kocasından boşandı. Skorpios’taki partilerde ayakkabılarını fırlatıp çifteteli oynayan Hristina’nın ömrü de uzun olmadı. Arjantin’de arkadaşı Marina Dodero’un evinde ölü bulunduğunda 38 yaşındaydı.
Onassis’lerin son varisi Athina (28) babasının yanında büyüdü. Yunancası sadece birkaç kelimeden ibaret. Annesinin, dedesinin ve dayısının mezarlarını ziyaret için sadece bir kez gitti Skorpios’a. Belki de geçmişi, Onassis’lerin üzerindeki lanetini silmek için sattı.

AİLEVİ TRAVMALAR

Yazının Devamını Oku

Ne büyük insandın sen Vaso teyze!

21 Nisan 2013
Tanıyınca bizde derin izler bırakan insanlar vardır. Hayat hakkında bakış açımızı zenginleştiren, karizmatik insanlar. Suadiyelilerin, Bozcaadalıların ve Turgutreislilerin ‘Vaso teyze’si, Dr. Vasiliki Ebussuutoğlu da öyle biriydi işte.

Moda, Karaköy ve Vali Konağı Caddesi’ndeki Beyaz Bakkal’ın sahibi Sotiri’nin ve Eftalya’nın kızıydı. Ailenin hali vakti yerindeydi. Ancak, 1942’deki Varlık Vergisi her şeyi altüst etti. Beyaz Bakkal kapandı. Sotiri 5 çocuğunu bırakıp Aşkale’ye sürgüne gitti.
Anne Eftalya’nın etinden tırnağından biriktirdikleriyle önce Taksim’deki Zapyon Lisesi’ni ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Takvimler 1949’u gösterdiğinde Vasiliki çiceği burnunda bir doktordu. Alman Hastanesi’nde çalıştı, Taksim’de muayenehane açtı.
6-7 Eylül 1955 olaylarını yaşadı. Yolunu kesen çapulculardan, iki Türk arkadaşının “Ya o bizim kardeşimiz. Rum değil” demeleri sayesinde kurtuldu.

RUMDAN GELİN, TÜRKTEN DAMAT OLUR MUYMUŞ?

1957’de cebinde 20 dolarla ABD’ye gitti. Queens’teki Elmhurst Hospital’in acil servis, iç hastalıkları ve radyoloji bölümlerinde tam 5 yıl çalıştı. Bir gün yolda karşılaştığı İstanbullu Rum bir tanıdığı “Onu Moda’dan tanırdım ne güzel elyazısı vardı” dediğinde, babası Sotiri’nin öldüğünü ve bunun kendisinden gizli tutulduğunu anladı.
Anne Eftalya da “Dön artık” deyince, İstanbul yolu göründü.

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın aykırı hocası

7 Nisan 2013
Tam bir aykırı insan, tam bir muhalif entelektüel Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek. Ne Türklerin yaşadığı Kuzey Kıbrıs’ta kimseye yaranabildi ne de Rumların Güney Kıbrısı’nda...

Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek hayatı ‘film gibi’ dediğimiz insanlardan. Kendini Kıbrıs’ta barışa ve çözüme adamış bir aktivist olarak davası uğruna gün geldi KKTC’de ‘hain’ damgası yedi, gün geldi Rum Kesimi’nde ciddi ölüm tehditleri aldı, gün geldi çalıştığı ‘Kıbrıs Üniversitesi’nden kovulması için kampanya yapıldı.

Niyazi ile 1990’larda Güney Kıbrıs’taki evinden 20 dakika mesafede, KKTC’de yaşayan ailesini görmek için Larnaka’dan Atina’ya, Atina’dan İstanbul’a, İstanbul’dan da KKTC’ye seyahat ettiği dönemde tanıştım. Niyazi, bugün ‘Kıbrıs Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi dekanı. Yani bir Kıbrıslı Türk hem de Rum üniversitesinde dekan. Pek çok kitap yazdı. Her tür milliyetçiliğe karşı çıktı hep. 1960’larda Türklerin, 1974’te Rumların çektiği acıları anlatan ‘Duvarımız’ adlı bir film çekti. Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ta ancak yıllar sonra gösterildi. Yakında Türkiye’de çıkacak kitabında hayatını anlatıyor: Adı ya ‘Ötekinin Defteri’ ya da ‘Bitmeyen Savaşın Hikâyesi-Bireysel Tanıklık’ olacak. Lefkoşa’nın güneyinde buluştuk. 54 yıla sığan ilginç hayatını anlattı.

Gettoda beş yıl

Cumhuriyet çocuğuyum. 1959’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğuşu döneminde doğdum. Türklerin Rumcayı, Rumların da Türkçeyi mükemmel konuştuğu Bodamya köyünde. Babam çiftçi, annem ev hanımıydı. 1964’teki çatışmalarda yakındaki Arpalık köyünde altı Kıbrıs Türkü öldürülünce Akıncılar köyüne göç ettik. Beş yıl bir gettoda yaşadık. Köyün kapıları 1969’da açıldı ve ilk kez denizi gördüm. Kocaman bir mavi balon diye mırıldandım.

Zoi’ye Âşık oldum

1974’te Güzelyurt’un Akçay köyüne gittik. Liseyi orada bitirdim. Üniversite için Almanya’ya gittim. Siyasal ve sosyal bilimler okudum. Hocalarımın teşvikiyle Yunanca öğrendim. Yunanlı öğrencilerle aynı evde yaşadım. İstanbullu Zoi adlı Rum kıza âşık oldum. Ben 1964’ün kurbanıydım, Zoi 6-7 Eylül 1955 olaylarının. İstanbul’da Türk milliyetçiliğinin kurbanları Rumlar, Kıbrıs’ta da Rum milliyetçiliğinin kurbanları Türklerdi.

İstenmeyen adamdım

İlk kitabımı 1983’te yayımladım. Resmi Türk ve Yunan tarihlerine itiraz eden bir kitaptı. 1988’de Güney Kıbrıs’taki bir derneğin davetiyle orada ilk konuşmamı yaptım. İngiltere ve Almanya’da yaşıyordum, Güney Kıbrıs’a da gelip gidiyordum. Kuzey’de Rauf Denktaş döneminde ‘istenmeyen adam’dım. Gazeteler beni ‘hain’ ilan etmişti. Bu hainlik 2004’e kadar sürdü. Denktaş’ın siyaseti benimkinin tamamen zıttıydı. O, Türkler ile Rumların birlikte yaşayamayacağını savunuyordu. Keşke farklılıklarımızı anlayabileseydik.

Yazının Devamını Oku

Ayşe yine tatile çıktı

31 Mart 2013
Kıbrıs’ın güneyinde bu günlerde herkes aynı şeyi söylüyor: “1974’ten sonra en büyük felaketi yaşıyoruz".

Halbuki ‘Ayşe tatile çıktı’ parolasıyla başlayan Barış Harekâtı’nın ardından bankacılık sistemine dayalı ekonomik bir mucize yaşanmıştı adanın güneyinde.

Adadaki son durum

PERHİZ:  Küçük Moskova batıyor

Rum Kesimi’ndeki paranın yüzde 60’ının yatırıldığı iki büyük bankada (Bank of Cyprus ile Laiki Bank) 100 bin Euro’nun üzerinde hesabı olanların paralarının yüzde 40-80’ini kaybetmesi büyük darbe elbette. Malum para ürkektir ve korktu mu kaçar. Dolayısıyla asıl sorun Rus milyarderlerin, off shore şirketlerin başka diyarlara yelken açacak olması. ‘Küçük Moskova’ diye bilinen Limasol’da Rum bir emlakçının billboard’lara Rusça “Kardeşlerimiz bize ihanet etmeyin” diyen dev afişler astırması da bundan zaten.
 
LAHANA TURŞUSU:  Filipinli çıraklar

Kıbrıs’ın güneyindeki durumu anlamak için Lefkoşa’da kaldığım üç günde bizzat tespit ettiğim şu örnekleri vereyim: Öğrencilerin önemli bir bölümü üniversiteye otomobilleriyle gidiyor. Pazar yerinde tezgâh kurup portakal satan Rum pazarcının Filipinli çırağı var. Rumca konuşan garson sayısı, konuşmayanlardan çok az. Taksilerin hepsi Mercedes ve yeni. Bütün ünlü markaların şubeleri var. Restoranlar, kafeler estetik, şık ve pahalı. Sadece 200 bin nüfuslu Lefkoşa’da sanki 1 milyon zengin insana seslenen bir pazar var.

Çılgın partimiz bitti

Yazının Devamını Oku

Yunanca’nın yeni kelimesi ‘Kazan-kazan’

17 Mart 2013
Samaras, İstanbul ziyaretinden bir küçük hediye ile döndü Yunanistan’a. Siyasi literatüre giren bir Türkçe tabirle...

Yunan Başbakanı Andonis Samaras’ın 4 Mart’taki İstanbul ziyareti çok konuşuldu buralarda. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunan mevkidaşı Samaras ile görüşmesinde, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklardan bahsederken söylediği ‘kazan-kazan’ tabiri Yunan siyasi hayatının literatürüne girdi. ‘Win-win’ değil Türkçe ‘kazan-kazan’ modası var buralarda.
Geçenlerde Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Dimitris Kurkulas Azerbaycan’a gitti. Devlet televizyonuna çıktı. Azeri spiker “Yunanistan-Azerbaycan enerji ilişkileri nasıl olmalı” diye sorunca şıp diye Türkçe cevap verdi:
”Kazan-kazan”.
Azeri spiker şaşkın.
Ama ben değilim. Sebebi var...

İSTANBUL AŞIĞI BİR YUNAN

“Tu maheriu i pligi pernai, tis glosas den pernai” (Bıçak yarası geçer dil yarası geçmez). “Ku plusiu ke o petinos akomi kani avga” (Zenginin horozu bile yumurtlar)..

Yazının Devamını Oku

Dali tablosunu çalan sürreel hırsız

3 Mart 2013
Başarılı, zengin, itibarlı genç bir moda simsarı hobi için Salvador Dali tablosu çalarsa ne olur? New York’ta prestijli bir galeriden elini kolunu sallayarak Dali eserini çalan Fivos İstavrioğlu, şanına yakışır bir kumpasla yakalandı. ‘Kibar hırsız’ın hikâyesi, ‘Thomas Crown Affair’ filmini aratmıyor

Geçen hafta haber ajanslarının geçtiği bir haber Atina’da moda ve medya dünyasında şok etkisi yarattı. New York’ta 19 Haziran’da Madison Caddesi’ndeki ‘Venus Over Manhattan’ galerisinde sergilenen Salvador Dali’nin 1949’da yarattığı ‘Cartel del Don Juan Tenorio’ adlı tablosunu çalan Yunan vatandaşı Fivos İstavrioğlu (29) John Kennedy Havaaalanı’nda yakalanmıştı. 
Güvenlik kameraları, kimliği hemen tespit edilen İstavrioğlu’nun ebatları küçük, değeri ise 150 bin dolar olan tabloyu asılı olduğu duvardan sakin bir şekilde indirip yine sakin bir şekilde çantasına koyarak uzaklaştığını an ve an tespit etmişti. Parmak izleri ise diz boyu...
Sürrealist Dali’nin tablosunu çalan İstavrioğlu eğer aptal değilse ya da psikolojik bir sorunu yoksa, hırsızlıkta da sürealistti yani. 
İstavrioğlu uçağa binip hemen Atina’ya döndü ama fotoğrafları dünyanın dört bir yanında havaalanları ve limanlara dağıtılmıştı. Amerikan polisi tarafından arandığını duyunca ‘Cartel del Don Juan Tenorio’yu çerçevesinden çıkarttı ve alelade bir karton rulonun içinde postayla New York’taki galeriye geri yolladı. Nerden bilsin polisin tablo iade edildi diye işin ucunu bırakmayacağını...
Yine sürrealist bir dedektif, kendisine galerinin sahibi süsü vererek Yunan hırsızla temas kurdu ve “Seni galerimde danışman yapacağım” vaadinde bulundu. İstavrioğlu inandı, New York’a uçtu ve havaalanında kelepçeleri bileklerinde gördü.

ÇIPLAK POZLARIYLA DA GÜNDEMDEYDİ

Hırsızın marifetleri Atina’da moda ve medya dünyasını çalkaladı. Zengin bir ailenin çocuğuydu Fivos İstavrioğlu. Atina Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezundu. Ardından da Londra’daki Middlesex Üniversitesi’nde yüksek lisans. L’Officiel Home, Life and Style ve Vogue dergilerinin Yunan edisyonlarında çalıştı. Sonra Milano’ya taşınıp, moda devlerinden ‘Moncler’in üst düzey yöneticiliğini yaptı. ABD’de bir sürü ünlü giyim markasının mümessili ‘Showroom Seven’in halkla ilişkiler bölümünde de çalıştı bir süre.

Yazının Devamını Oku

Frape’nin mucidi

24 Şubat 2013
49 yıllık frape’nin mucidi Hristos Lentzos krize yenik düştü. O şimdi dükkânını kapatmak zorunda.

Atina’nın Pangrati semtindeki büyük parkın tam karşısında 1964 yılında açıldı ‘Lentzos cafe’. Sahibi Hristo ilk başta pasta, meşrubat satıyordu. Günün birinde kahveyi az suyla mikserde çalkaladı. Tadını beğendi ama bir şey eksikti. Şeker katınca kahvenin krema gibi köpük yaptığını gördü. Biraz da süt kattı. Daha da lezzetli oldu. Biraz daha soğuk olması gerek diye düşündü. Birkaç parça da buz ekledi. Eh yudum yudum içilmesi için de pipet. Frape’nin adı-şanı kısa sürede yayıldı Atina’da. Lentzos, esnaf mekânı olmaktan çıkıp sosyetenin uğrak yeri oldu. Gün geldi tam bin bardak frape sattı Hristos.
O kadar ünlüydü ki “Lentzos’ta oturup frape içerken, seni bir başkasıyla gördüm” diyen bir şarkı bile yazıldı.
Zaman melodiler gibi değişti, Pangrati’de onlarca kafe açıldı, espresso, latte gibi yeni lezzetler geldi ama ‘Lentzos cafe’ ayakta kaldı. Sosyete uğramaz oldu ama gençlerin buluşma yeriydi. Müşteriler herhangi bir frape değil  ‘a la Lentzos frape’yi yudumluyorlardı. 2009’da kriz patlayınca gençler de gelmez oldu. Frape’nin mucidi ekonomik krize boyun eğdi.
Hristo dükkânı kapattı ama yine de eşsiz frape’sinin sırrını açıklamıyor. “Yumurta ya da krem şantiyi kattığım iddia ediliyor. Külliyen yalan. Kahve kaliteli olmalı, şeker ve su ayarı da önemli. Bir de frapeyi hazırladıktan sonra üstüne biraz kahve ekliyorum” diyor. Frape içenlere de bir nasihati var: “Mutlaka şeker katın.”
Kapanmadan önce en ‘yağlı’ müşterisi her gün iki saat içinde dört frape içen bir polismiş. En kötüsüyse arada bir gelip de sekiz saatte bir frape içen bir genç.
Söz kahveden açılmışken, Türk kahvesi-Yunan kahvesi için de bir çift söz. Ege’nin iki yakasında ‘cacık-caciki’ ya da ‘köfte-keftedes’ tartışmalarında olduğu gibi ‘Türk kahvesi-Yunan kahvesi’ çekişmesi hiç hoş değil. Biri ‘Türk’ , diğeri ‘Yunan’ desin ne var bunda? ‘Kültür mirası’ zarar mı görür? Neticede İstanbul’da  ‘orta’ Atina’da iken de ‘metrio’ dediğinizde aynı kahve geliyor.

Yazının Devamını Oku