Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Zarif iş

Çok yakında başıma bir semaver yerleştirip öyle yaşayacağım. O kadar seviyorum çayımı. İnce belli bardağımı da!

Haberin Devamı

Sallayamıyorum ben o poşetleri, hiç kusuruma bakmayın. Milyar adet şey güncellensin, modernleşsin; ama bazı şeylerimize kimse dokunmasın.
Paşabahçe, insanın aklını başından alan bardaklar tasarlıyor mesela. Onlarca tasarım içinde ben yine de gidip ince belli tombul totolu çay bardaklarımızdan alıyorum.
Tam bizden onlar.
Türk kadını gibi, üstü de altı da azcık dolgun ve beli ince.
Tiryakilik böyle bir şey.
En son aşkım da semaver. Yok modern elektrikli olanlardan değil. Bildiğin odun ateşinde çay yapmak için teneke semaver.
Geçtiğimiz kış Ankara’dan Bayram buldu aldı, onu taşıdım Dubai’ye. Yalıkavak’a gelir gelmez yine başladım semaver aramaya ve buldum. 35 lira tek musluklu olan, 40 lira çift musluklu olan...
Ben çift musluk tercih ediyorum. Alt hazneye odunları yerleştirip çırayla tutuşturuyorsun. Tomurcuk çayımla harmanladığım çayımı da demlik haznesine dolduruyorum, su kaynadı mı su musluğundan alıp dök çayına demle.
Of of of... İnanın bana çay dediğimiz o işte.
Mekanizmaya baktıkça anladım neden bu yeni usûl demlik memlik derken çayların tadı yok. Teneke semaverde olay şu; çayın üzerinden kaynar suyu dökünce süzülüp alttaki hazneye akıyor ve suyun içinde yüzmüyor çay yaprakları.
Renk tavşankanı dediğimiz renk; koyu kırmızı ve tadı hiç ağır değil. Oysa rengine bakınca çok koyu ve acı sanırsın. Tamamen aldatmaca görüntüye aldanmak.
Mis gibi!
Bir de çay inanılmaz kaynar.
Ağzın yanıyor içerken. Şunu da fark ettim, çayı böyle yapınca insan, zır zır 10 tane içemiyorsun. 2, bilemedin 3 tane içiyorsun ve doyuyorsun çaya.
Esas olay ne biliyor musunuz?
Tat ve doku.
Koku ve ses!
Odun ateşi kokusu yayılıyor bahçeme. Şu anda. Tam da şu anda. Nar ağacının altında, Benjamin Button adındaki Benjamin ağacımın altında.
Hani çocukluğumuzda pikniğe gittiğimizde burnumuza gelen o odun ateşi kokusu var mesela. Aynı işte o koku.
Bir de ateşin fokurtusu, bayağı fokurtu işte.
Otur dumanı tüterken izle, mis gibi ağaç kokusu çek içine ve fokurdayan suyu dinle.
Sonra al eline ince belli bardağını, doldur içine çayını, kokusunu içine çekerek iç.
Afiyet bal sağlık ola.
Yonca “çaycı”


Sıradaki

Haberin Devamı

Geçtiğimiz hafta, 8 gün boyunca Instagram hesabım aracılığıyla hem Twitter, hem Facebook’ta, Runfire Cappadocia Ultra Maratonu’nun günlüğünü tuttum. İlk defa böyle bir şey yaşadım, takip eden sizler, bana dağlarda, Tuz Gölü ortasında, arazilerde “like” ve yorumlarınızla inanılmaz destek oldunuz.
Bugüne kadar hiçbir paylaşımım bu kadar candan ilgi ve destek görmedi. Ne kadar duygulandığımı anlatamam.
Bence hepimiz adına bir kırılma noktasıydı. Ne kadar çok ihtiyacımız var her şeye rağmen kendimizi aşmaya, cesaretlenmeye, ağlamaya, gülmeye ve ne olursa olsun devam edebilme gücümüz olduğunu hatırlamaya. Hepinize teşekkür ederim.
Sırada 26 Eylül-4 Ekim arası Likya Yolu Ultra Maratonu var. Paylaşımlarıma bakıp içinden özenen kim varsa, tereddüdü bıraksın, gelsin. Çocuk sahibi olmadan çocukla yaşamayı bilemediğin gibi, bu işe gelmeden aslında yapabildiğini bilemezsin. Ve iddia ediyorum yapabilirsin. Gel de gör! Ha olmadı, bırakır, ekibe destek olur, yine de doğada, kamp hayatında kendinle tatil yaparsın dostum. Gel.
Ben hem Runfire hem de Likya’ya aslında antrenman gibi de gidiyorum. Çünkü aslında tüm hayalim kendimi tek etaplık, yani tek gün süren North Face Cappadocia Ultra Trail yarışında 110 km’de denemek.
Şu anda 60 km’ye kayıtlıyım; gücümü yerinde hisseder ve Runfire’daki gibi Likya’da da sağlıkla her günü tamamlayıp her gün daha da hazır hissedersem 110 km’ye hazırım diyeceğim. Yok eğer baktım, sıkar, o zaman 60 km yarışacağım.
Daha zamanım var bu karar için.
Şimdiden yazıyorum ki, bilin. Google’a yazın Likya Yolu Ultra Maratonu ve North Face Cappadocia Ultra Trail diye, bütün bilgiler çıkacak. Yarışlar hakkında bilgiler var. Ben de ayrıca kendi tecrübelerimi ve olası ihtiyaç listesini, neler yaptığımı, kendimce yaşayarak ve büyüklerimden öğrendiğim püf noktalarını yazacağım hürriyet.com.tr’de.
Bir dolu insan mesaj atıyor nerede olacaksın, beraber koşalım diye... E hadi, çıkın gelin işte. Seneye filan diyenler de, ayol seneye kim öle kim kala.
Hayatta bekletmem içime düşen şeyi. Acelem yok. Hız derdim yok. Bir ağaç gölgesinde mola vere vere ilerliyorum. Yavaş mavaş, sen keyif almaya bakarsan zaman da sana hep yardımcı oluyor, bedenin de.
Verilen sürelerde sadece yürüyerek ilerlesem yine her günü tamamlama şansım var. Eeee kamp da hazır.
Organizasyonlar efsane ötesi, bana kalan tek bu güzel zorlukları yaşamaksa...
Yaşarım ben de.
Yonca “erteleme”

Yazarın Tüm Yazıları