Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Ne çok yükümüz var

2013’te Likya Yolu Ultra Maratonu’na gidip o şahane doğanın içinde, yörük çadırlarında 6 gün kalınca, dağları, denizleri ve muhteşem tarihi coğrafyayı kilometrelerce koşa yürüye yaşayınca, hayatım değişti.

Haberin Devamı

Ben değiştim.
O yüzden bağımlısı oldum.
Kılık kıyafetlerin üzerimize bindirdiği yüzlerce fuzuli “olmasa da olur” etiketten, kimlikten uzaklaşınca, küçük kız Yonca’yı hatırladım.
Bin çeşit alengirli, afili, reklamı yapılmış, rüştünü ispatlamış, tescilli garantili, seni neredeyse uçuracak ürün ve malzeme olmasa da hayatın gayet güzel devam ettiğini, hatta çok da nefis devam ettiğini hatırladım.
“Ne çok yükümüz var” yüzleşmesiydi benim için.
Oysa her şey çok basitti, her şeyi zorlaştıran bizdik.
“Biz büyüdük ve kirlendi dünya” diyor ya Yeni Türkü o şarkıda, işte o cümleyi çok feci anladım mesela.
Şu anda bu yazıyı da, Runfire Cappadocia Ultra Maratonu’nun 4. gününde, biz 6G kategorisi 72km, ultracılar da 136km kat edip vardığımız Şereflikoçhisar kampında, bildiğiniz TUZ GÖLÜ üzerinde, karşımda batan güneşe nazır yazıyorum.
Dünyanın en şahane doğal ofisindeyim. Hangi yazara bu kısmet olmuş bilmem, bana oldu!
3G her an gidebilir. Ve ben gitsin de kurtulayım yine yüklerden diye bekliyorum.
Çok etaplı, yani birkaç gün süren, toplamda bir maratondan daha uzun mesafeler katedilen ultra maraton dediğimiz bu kamp ortamlarında spor yapmayı sevenler var.
Bizler aslında uzaylı değiliz. Ama “6 günde bazımız 140km, bazımız 260km ve üstelik arazide, yani harbi çok değişken zeminlerde koşuyoruz” dediğimizde uzaylıymışız gibi algılanıyor. Koşullar 5 yıldızlı otel ortamı değil; ama doğal koşullarda olabilecek en iyi ortam! Yeminle 7 yıldızlı otellere değişmem.
Bazılarımız profesyonel atlet, kimi amatör sporcu, kimi de işinde gücünde ama doğayı ve sporu seven insanlar.
Sanırım hepimizin ortak yönü; artık acayip olduğunu bile fark edemediğimiz hayatlardan ancak doğada spor yaparak sıyrılıp rahatlıyoruz. İçimizdeki taşları atıyoruz.
Dünya’yla ilişkimizi azıcık da olsa kesmek, iyi geliyor. Çocuklar, işler, susmayan telefonlar yok burada.
Güneş doğuyor, hava ve zeminler değişiyor, sen bunlardan şikayet etmeden güzelliklere ağzın bir karış açık baka baka, hayatta olduğunun farkına varıp en derin nefesleri alıp şükrederek bir yerden bir yere gidiyorsun.
Çobanlar, bahçesinden topladıkları kabak çiçeğiyle dolma yapan teyzeler, traktörüne saman yükleyen amcayla sohbet ediyorsun. Sana kucak açan güzelim Anadolu insanı ile sohbete girince, sabahtan akşama televizyonlardan sana bas bas bağıran ses terörü, politik şiddet gibi şeylerin ne kadar Truman Show olduğunu görüp bu topraklara ve insanına yakın olduğun için şükrediyorsun.
İnsanlarımız nefis!
Size ne anlatılıyor bırakın, gelin Anadolu’yla tanışın. Oturduğun yerde, yarısı pazarlama, kalan yarısı politika olan ortamda gerçekliğini yitiriyor, sadece umutsuzluğa para ve hayat harcıyorsun.
Oysa doğaya bakınca, terk edilmiş bir köy evinin taş duvarından fışkırmış mor çiçekleri görünce, yani taşı delip yeşeren o çiçeği fark edince, UMUT her daim var diyorsun.
Acıkınca yiyor, doyunca duruyorsun. Arsızlıklarından sıyrılabildiğine seviniyorsun.
Güneş batıyor, uyuyorsun.
Basitliğin ihtişamı ve ömür uzatan bir gücü var. Ya da kısacık ömrünü çok iyi yaşadım dedirten bir sihri.
Doğayı ve bedenini dinleyip, anlayıp ona saygı gösterdin mi uzun yaşıyor, yoksa kendini yiyip bitiriyorsun.
Sen hayat oyununu kazanmak için kendini kaybederken, o seninle dalga geçiyor.
Bir sakinle, sadeleş, gerisini bana bırak diyor doğada günlerce yürümek, koşmak, kalmak.
Dinlersen duyuyorsun.
Buralarda biz, dinlerken duymayı, bakarken görmeyi, sessizliğin sesinin bozulmayacak kadar kutsal olduğunu hatırlıyoruz.
İşte bu yüzden, yazı burada biter.
Az sonra güneş Tuz Gölü’nde batacak. Ahir ömrümde görmeye asla doyamayacağım o anı yaşamak için karşısında oturmaya gidiyorum.
Runfire ile ilgili günlük gibi paylaşımlarım Instagram’da. Bence Survivor’la yarışırız... Doğallıkta sıkı kapışır, bence kazanırız.
Yonca
“kertenkele”

Yazarın Tüm Yazıları