“Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır”

ŞİİR, sesli okunur.

Haberin Devamı

 Lakin önceki yazımda değindiğim, ilkokuldaki 32 kıta tekmili birden ezber yarışmalarını kast etmiyorum elbette.

Şirinin sesli okunması, kendine has melodisi, müzikal “es”leri, ritmi, içindeki kelimeleri gezer/gezdirirken vurgusu nedeniyle ayrı bir lezzettir.

Şair, yazdığını bazen daha bir anlatır kendi sesiyle okurken. (Şiirini güzel okuyamayan şairler dahil)

Şiirsever ise, daha iyi anlar sanki, dinler, hisseder sesli okunan şiiri...

* * *

Bir şairin şiirini sesli okuyan, ödünç alır, emanetine alır nabzını tutan o sözleri...

Onu haykırmak, yahut fısıldamak onu mutlu eder. Bütünleşir, şairin dizeleriyle.

Çünkü o güzelim Il Postino filmindeki gibi,“Şiir yazana değil, ihtiyacı olana aittir”...

O filmdeki gibi sırf bu amaçla bir şiiri (ç)alıntılamak, bir bahçeye dalıp oradan yolduğu gülü sevdiğine götürmek kadar masum bir günahtır.

* * *

Şiir okumak zordur kuşkusuz.

Haberin Devamı

Öyle törenlerde alıştığımız gibi, “Hey, hey, yine de hey, hey” nidaları o an coşturucu gelse de, belleğe çentik atmaz.

“Hameset”in yarattığı etki, şiirde de uçucudur.

Şiiri “gösterişli”, bağır-çağır okumak başkadır, doğru, kıvamında, anlamının melodisine erişerek okumak başka...

Onu da az insan becerir.

Ve sitemi Özdemir Asaf’la damardan gelir:

“Bir şiiri anlamasan da olur. Ama onu kötü okuma ne olur!”

* * *

Riskine, defosuna, kolayca iticiliğe savrulmasına rağmen, yine de şiirin sesli okunmasını severim.

Birisinin bir punduna getirip, şiir kitabını eline almasını... Bir yetişkinin müsamere heyecanı-hevesiyle yanaklarını kızartmasını da bir başka severim.

Böyle bir hevesle kötü şiir okumak da, bence masum günahlardandır.

Heves, sıradanlığın panzehiridir.

* * *

Bence Genco Erkal, Müşfik Kenter, Orson Welles, Leonard Cohen, Jeremy Irons güzel şiir okur.

Şarinin sesiyle de, Can Yücel,sakin sakin Edip Cansever, az külhan Necip Fazıl, İsmet Özel, Ahmed Arif, Nâzım Hikmet ve Ruhi Su, gönül tellerime değer.

Yılmaz Erdoğan ve Yusuf Hayaloğlu da, kendi dizelerinin hünerli, özgün nağmeli solistidir benim için.

Erdoğan’ın okuşuyla Mevlâna’nın Etme şiiri de, hayâli cihan değer.

Haberin Devamı

Sesli şiirin diğer yakasında ise, kendi sesine aşık, ûdi-davûdi, profesyonel şiir okuyucuları vardır ki, ben pek haz etmem.

* * *

Bir de sanki hep sesli okunası, hatta bestelenesi şiirler vardır.

Yirmi bir yıl önce 4 Kasım’da hayata veda eden, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bazı dizeleri mesela.

Edebiyat eleştirmenleri, şairler tartışır şiirini... Benim de “şairlerim” arasında değildir.

Ama her kuşağın, hemen her aşkın Ümit Yaşar’dan bir dizesi, bir güftesi vardır.

“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” der, önce Münir Nurettin ardından oğlu Timur Selçuk... Sözleri onundur.

Yahut Avni Anıl besteler, bir başkasını:

“Bir kerre bakanlar unutur derdi günahı /Ben hiç bu kadar sevmedim ömrümce siyahı /Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı...”

* * *

Haberin Devamı

İspanyol Meyhanesi’nde kararmış, tahta masasında şarabını yudumlayan yalnız adamı, o “zayıf, incecik elli, incecik elli, kalın dudaklı” kadını da o anlatmıştır.

Ayrılanlar İçin’i, mavi gökten yere doğru süzülüp de omzumuza konan Beyaz Güvercin’i, Böyledir Akşamları İstanbul’unu da...

Keyiftir, her halükarda kıymetlidir.

Şairlere borcu çoktur, garip gönüllerimizin...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları