Oyuna gelmeyelim

“SAKATA gelmeyelim hocam...”

Haberin Devamı

Bir zamanlar Sadettin Teksoy’un kameramanına sık söylediği bu sözler, eksilmedi hayatımızdan.

Bilirsiniz; kutuplardan Afrika’ya, cinlerden perilere bir dönem TV’de “Ben Sadettin Teksoy!” fırtınası esmişti.

Damarını bulunca televizyonda herşeyin yapılabileceğini -akla ziyan- kanıtlayan ilk “zihni sinir” projelerden birisiydi bana göre.

* * *

“Sakata gelmeyelim”e gelince...

Argonun özgün dağarcığıyla, kısaca “tuzağa düşmek”, istenmeyen/beklenmeyen bir şeyle karşılaşmak anlamına gelen bu deyim, öncelikle çok kullanışlı.

Satılan, söylenen, talep edilen her şey karşısında, güvensizliği, tereddütü o iki kelimeyle rahatça özetlemek mümkün.

Karpuz da alsan fark etmez, araba da... Kuşkun kuşkun soruyoruz:

“Sakata gelmeyelim?”

* * *

Benzer duygu ve ihtiyaçlara ikiz bir deyim de, siyasetin, “memleketin hâli” sohbetlerinin gözdesi.

Haberin Devamı

Siyaset oyununun  ana uyarılarından, “Aman ha”larından birisi de o:

“Oyuna gelmeyelim...”

Bu iki kelimenin öyle bir sihri, “Açıl susam açıl”ı var ki, bu topraklarda yaşayan hiç kimse kayıtsız kalamıyor.

Böyle olunca da hep revaçta... Özellikle son yıllarda.

Zira bu söyleme göre hep oyuna gelmişiz, bu cennet vatanda. Her mevzuda, her fırsatta, her yandan...

Tarihimiz nerede başlıyorsa, önce orada oyuna gelmişiz.

Nerede duraklama, nerede gerileme devri varsa, hepsinde içeriden/dışarıdan bir oyun.

Oyuna geldikten sonra aklımızın başımıza gelmesi ise, genellikle hep sonradan, sonradan...

* * *

Oyuna geldiysek de kabahat bizim değil. Kabahat hep başkasında...

Bizi bizimle bıraksalar herşey hallolacak.

Ama tüm çevremiz bizi oyuna getirmekle meşgul.

Hiç kimse kendi ülkesini, ulusal/uluslararası çıkarlarını bırakıp, “Yahu şu Türkiye’ye bir el verelim arkadaşlar” demiyor.

Bakın uzak-yakın coğrafi komşularımıza... Hepsi oyunbaz, hepsi sırada.

Bizi oyuna getirmek istemeyen hiç bir ülke, hiç bir millet yok.

Sadece “el diyarı”nda kalsa, yine iyi. Hepsinin işbirlikçileri çevremizde, içimizde.

İçimizde bir tek İrlandalılar yok...

Ama o eksikliği de Mustafa Denizli’nin “İrlandayı yendik ama önemli olan içimizdeki İrlandalıları yenmek” sözünden sonra milli deyim eylemişiz.

* * *

Haberin Devamı

Bunlar mevzunun biraz kara mizahı tabi.

Fakat eldeki siyasi iletişime, evdeki duruma uzak da değil.

Bu tehlikeli meseleye böyle pencerelerden el sallayınca, durum daha vahim, daha kara ve “gündelik” oluyor.

Büyük oyunlar elbette var.

Küresel güçlerin kirli sicilleri, “saadet” zincirleri ortada. Görünmez oyunlar, planlar, örtülü kaos stratejileri de gırla...

Bu siste seslendirilen “Oyuna gelmeyelim” uyarısı, sırtını siyasi zıtlaşmaya, kutuplaşmaya değil, akla, gerçeğe, görünür verilere dayadığı zaman kavranabilecek, çözüm üretilebilecek bir mesele.

Yoksa herkesin oyunu, kendine...

Siyasi akıl yürütmelerin, söylemlerin, aşırı kutuplaşmanın, sığ popülizmin, ucuz polemiklerin, komplo teorilerinin çölünden uzağa, soğuk sulara çekilmesi gerek. Ama nasıl...

Haberin Devamı

Sonraki yazımda devam edeceğim.

 

Yazarın Tüm Yazıları