Evler, biblolar ve insanları

İNSANLARIN yaşadıkları evler, iç dünyalarının örtülerini kaldıran belki de en ayrıntılı, romansı ipuçları.

Haberin Devamı

“Ev”e konuk geldiğinde misafir odasındaki koltukların örtüsünün kaldırılması gibi, bazı evler de insanın kumaşını az-çok ortaya çıkarıyor. Elbet hevesini de...

Seçtiği koltuk takımına bakmanız yeter; “İşte bizim sevgili Tokrat Ali...” (Anadolu aristokratından  mülhem) 

Hele evlere, yaşanan hayatların tuzu-biberi gibi serpiştirilen küçük objeler...

Onların evlere geliş serüvenleri, insana -iç/dış- dünyaları gezdirir.

Bazen “mahrem” bir yönü de vardır sanki.

Evet evet, bir nevi “mahrem”idir hayatların; Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ndeki biblolar kadar olmasa da, kitapların arasında eteklerini havalandıran küçük bir balerin hakkında cürmünden büyük hikayeler uydurulabilir.

(Bu mevzuda kadınlara müstesna, deryadeniz bir yer ayırmak şart. Ne müzeler çıkar oralardan, lâkin adını “Masumiyet” koymak, fazlasıyla yavan kaçar)

* * *

Haberin Devamı

Bazı evlerin, bibloların beni, o mahrem mesajların şifre kırıcılığına -arsızca- sürüklediği de oluyor.

Zira hayatın ayrıntı sevgisiyle el ele yürüdüğü zamanlarda, mevsimlerde yaşanan “an”lar, biblolarla, magnetlerle, küçük eşyalarla da nakşolur, insanın huy, soy ağacına...

Bir kıymetli, “şahsa mahsus” hediyedir belki, yahut öyle dolanırken yüzlerce biblonun arasından seslenmiş, eve yerleşmiştir. Tercihtir, hatta gizli niyetli bir tercihtir.

Camdan bir kuştur, o uçar, sahibi yıllardır pencere çiçekleri gibi bakar sokağa.

“Sıradan” bir insanın rafına porselenden muzır bir kedi yavrusu olarak kıvrılır. O bilir, onun asıl hikayesini...

* * *

Suç mahallindeki objeler, dedektif romanlarının malzeme dolabını zaten doldurur da...

En “masum”, sıradan evler bile beni “huy, duygu dedektifliği”ne sürüklüyor ara sıra.

Kriminal olmayan ama muzır analizlerim doğrudur-yanlıştır, tayyaredir hiç dert etmem. Onun peşinde değilim ki.

Öyle bir karşılaşmada benim için aslolan, o çağrışımla o an uydurduğum hikayenin cazibesidir.

O hikayeye inanmam, izini sürmem, hadsizce hikayemi destekleyici ipuçları aramam da asla (hatta bilhassa) gerekmez.

Çünkü o benim kurgumdur.

Boris Vian’ın kulakları çınlasın, hepsi -bana göre- gerçektir bir bakıma, çünkü ben uydurmuşumdur.

Haberin Devamı

Bazılarını anlatsam, arkadaşlarım ben gelmeden tüm biblolarını çekmeceye kaldırır.

* * *

Bu mevzuya beni, kızılderililerin zorla çadırlarından teneke kondulara, karavan evlere sürüldüğü  günlerden beri arkadaşım Gürbüz Özaltınlı’nın harika yazısı sürükledi.

Gitti, Pedro Almodovar’ın, Zeki Demirkubuz’un evlerini karıştırdı.

İyi de etti. “Almodovar’dan Demirkubuz’a evlerimiz” yazısı, belleğimdeki evleri, odaları -rehberli- gezdirdi bana.

Yokları varları, eksiği fazlalarıyla, sadeliği zadeliği, göz önünde duran gizli-saklılarıyla...

“Tüh” dedim içimden... Lüzumsuz işlere ilgimin çok daha fazla, miskinliğimin çok daha az olduğu günlerde, keşke o evlerin “biblo albümü”nü yapsaymışım.

Haberin Devamı

Çekseymişim fotoğraflarını o obje panayırlarının...

Sonra gizli arşivime eklenen bir bibloyu incelediğimde, bilmiş bilmemiş “Ooooo Gürbüz Bey...” deseymişim meselâ.

* * *

Şimdi de çekebilirim gerçi.

“Hiç bir şey için geç değil” yalanı, hayatının bir döneminde başucundaki 7 fil biblosunun en irisi oluyor insanın.

Biblo gibi evi olanları da, evinde biblo gibi oturanları da tanıyorum.

Emekliliğin bazen insanların hayatına en lüzumsuz meşgaleleri taşıdığını da biliyorum doğrusu.

Emekli olunca çekerim belki.

Ama yaş alanların biblolardan kopması da ayrı bir dert, biblolara sardırması da...

Çünkü biblolar da herşey gibi, hikayesi olunca/uydurulunca güzel.

Evler, biblolar ve insanları

 

Yazarın Tüm Yazıları