Kendimizi hatırlatmanın vakti

DALGA gitgide büyüyor. Almanya, Avusturya, Hollanda derken; belli ki, sırada İsveç ve Danimarka var. Neden bahsettiğim malum: Türk siyasetçilerin ülkelerinde referandum kampanyası yapmasını engelleyen Avrupa ülkeleri. Hollanda işi, bakanların ülkeye girişlerini engellemeye kadar götürdü.

Haberin Devamı

Ne var ki bu, sadece şu anda içinde bulunduğumuz geçici bir durum. Oysaki mesele çok daha vahim. Çünkü Türkiye’nin ve bu ülkelerin çok ötesinde ve çok daha geniş kapsamlı.

IRKÇILIK VİRÜSÜ

IRKÇI, göçmen karşıtı, İslamofobik hareketler Avrupa’yı ne zamandır sarmıştı. Liberalizmin ve demokrasinin en ileri örneklerinden sayılan İsveç ve Danimarka bile, bu safa katılmış görünüyor. ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump da zaten Amerikan seçmenini benzer bir söylemle tavladı.

Bu hareketlerin 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez ortaya çıkışı ve yükselişinin sebepleri ise malum. Ekonomik krizler, işsizlik, göçmen krizi ve terör; yaşlanan ve yoksullaşan Avrupa’yı korkuttu. İyice içine kapattı. Tabandan siyasete, siyasetçilerden de tabana işlene işlene bugünlere kadar geldi.

Haberin Devamı

Bu korkunun ve öfkenin hedefi olan da asıl Müslümanlar oldu. Özellikle de Batılılar, terörün ve mülteci krizinin kaynağı olarak İslam coğrafyasını gördüğü için.

*

Dahası bu İslam karşıtı ve ırkçı hareket, Avrupa’da gitgide büyüyecek gibi. Aşırı sağ sadece merkez siyaseti ele geçirmiyor. Aynı zamanda toplumda da virüs gibi yayılıyor. Ki zaten en kötüsü de bu. Çünkü siyasetçiler bir günde söylem değiştirebilir. Ama insanların akıllarına yerleşmiş bir önyargıyı kırmak, Einstein’ın dediği gibi “atomu parçalamaktan bile daha zor”.

Daha kötüsü: Toplumda yayılan bu aşırı sağ oyları kapmak için, merkezdeki partiler de topa giriyor. Yani ırkçılık tüm siyasi yelpazeyi esir alıyor. Bununla birlikte bir ülkede yükselen aşırı sağ, domino etkisi yaratıyor. Diğer ülkelerdeki muadillerini de tetikliyor. Dahası: Bir “öteki”ye karşı oluşan nefret, tüm “öteki”lere sirayet ediyor. Yani sadece İslam’a karşı olan öfke, zamanla tüm yabancı unsurlara yöneliyor. Bütün çevreyi zehirliyor.

Diğer yandan; dışlanan, hedefe oturtulan “öteki”, yani İslam coğrafyası da Batı’ya karşı gitgide daha çok bileniyor. İşte bu atmosfer, hem bu iki kutup arasında daha çok çatışmaya gebe. Hem de bizim şu anda yaşadığımıza benzer krizlerin daha çok kereler yaşanmasına müsait.

Haberin Devamı

TÜRKİYE KUTUP DEĞİL

PEKİ bu durumda biz ne yapabiliriz? Şu anda Türkiye bu krizde, iki kutuptan biri olarak görünüyor. Avrupa’daki ırkçı siyaset, Türkiye’yi karşı kutba oturtuyor. Oysaki unutmamamız gereken çok önemli bir şey var. O da, bizim özümüz.

Türkiye kendine has, dünya üzerinde başka hiçbir ülkede bulunmayan bir özelliğe sahip: Avrupa ve Asya’yı sadece coğrafi olarak bağlamıyor. Hem 19. yüzyıldan beri Batı dünyasıyla öyle ya da böyle entegre. Avrupa Konseyi ve NATO üyelikleri bunun bir örneği. Diğer yandan da, Ortadoğu’ya ve İslam coğrafyasına ait. Batı ailesinin tek Müslüman üyesi.

Dolayısıyla Türkiye bu iki kutuptan biri değil, bu iki kutbu da içinde barındıran bir ülke. İşte bu özelliğimiz bize çok önemli ve emsalsiz bir görev yüklüyor. O da, bu iki kutup arasındaki uçurumu azaltmak. Yani taraflardan biri değil, aksine tutkal olmak.

Haberin Devamı

TÜRKİYE’NİN ÖZGÜN ROLÜ

Türkiye zaten uzun süre böyle bir rol üstlendi. Eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem döneminde bunun birçok başarılı örneğini gördük. Ama daha önemlisi, şu anda Avrupa’yla bu krizi bizzat yaşayan AK Parti döneminde Türkiye bu “yumuşak gücünü” öne çıkardı. 2005’te İspanya ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında kurduğumuz “Medeniyetler İttifakı”, bunun en iyi örneği.

Yine; Suriye ve İsrail arasında yaptığımız arabuluculuk, İran-Batı arasında nükleer anlaşma sağlanması için oynadığımız rol, Afganistan ve Pakistan’la birlikte kurduğumuz üçlü işbirliği mekanizması... Bu örneklerden sadece birkaçı. Hatta bu girişimlerden dolayı BM daha birkaç yıl önce İstanbul’da bir “arabuluculuk merkezi” açmayı bile planlıyordu.

*

Haberin Devamı

İşte bu rolü oynama kapasitemizi korumamız çok önemli. Ve oynayabilmemiz de hala mümkün. Bu; kısa vadede olmasa da, orta-uzun vadede önemli bir dönüşüme hizmet eder. Hem Avrupa’daki ırkçı dalganın zayıflamasını sağlar. Hem iki kutup arasındaki çatışmayı azaltır. Hem de bölgemizde öncü ve yapıcı bir rol oynamamıza fırsat verir. AB üyelik perspektifini sürdürmemiz ise, bu rolümüzü ancak pekiştirir.

Uluslararası dengelerdeki bu özgün konumumuzu hem kendimiz hatırlamalı, hem de dünyaya hatırlatmalıyız.

Yazarın Tüm Yazıları