Biçimsiz bir yaşam biçimi tartışması

ORTAKÖY’deki korkunç katliam, yüzyıldır tartışmaya doyamadığımız “yaşam biçimi” meselesini yeniden alevlendirdi: DEAŞ’ın üstlendiği saldırı belli bir yaşam tarzına karşı mıydı, değil miydi?

Haberin Devamı

*

Bir taraf; bu saldırıyı yılbaşı kutlamalarıyla ilgili yapılan açıklamaların tetiklediğini savunuyor. Ve katliamın sebebi olarak toplumdaki laik-muhafazakar ayırımını görüyor. Böylelikle –farkında olmadan da olsa- bu kutuplaşmayı daha da körüklüyor.

Diğer taraf ise bu saldırının yaşam biçimleriyle ilgisi olmadığını düşünüyor. Ve zaten “seküler” yaşam biçimine karşı bir tehdit de olmadığını savunuyor.

Bir de bu iki cephenin uçları var. Birinde “saldırıda ölenler kafirdi” diyenler. Diğer uçta da kendi yaşam biçiminin tüm topluma sirayet etmesini isteyenler.

Tam bir devekuşu gibi başımızı bu kuma gömmüşken, aslında bu tartışmanın dünyada çok daha geniş bir ölçekte yapıldığını kaçırıyoruz. Okumayı çok dar bir pencereden yaparak, büyük resmi ıskalıyoruz.

Dünya da tartışıyor

Haberin Devamı

HER ŞEYDEN önce; DEAŞ yılbaşı/Noel saldırılarını sadece bizde yapmadı. Örgütün geçmişte yılbaşı ile bağlantılı yaptığı 15 saldırısı daha var. Evvelki hafta Berlin’de bir Noel pazarında yaptığı katliam, bunun son örneği.

Ancak DEAŞ ve benzerlerinin yaşam biçimlerine, “Batılı” ya da “modern” diye nitelenen değerlere karşı yaptıkları saldırılar sadece yılbaşı dönemi/teması ile sınırlı değil. Çok daha geniş kapsamlı... Mesela tam 2 yıl önce Charlie Hebdo dergisine Hz. Muhammed karikatürü gerekçesiyle yapılan korkunç katliam...

İşte bu saldırılar “ifade özgürlüğü gibi Batılı değerler hedef alınıyor” tartışmasını özellikle Batı’da ayyuka çıkardı. Kasım 2015’te DEAŞ’ın Paris’te yaptığı, 130 kişinin hayatını kaybettiği büyük katliam da bu tartışmayı iyice büyüttü. Paris’in kafelerine, barlarına, konser salonlarına, sokak yaşantısına yapılan bu saldırıyla aslında Batılı yaşam biçimi hedef alınıyordu.

Medeniyetler çatışması?

FRANSA’da yaşayan, İslam-modernite üzerine çalışmalarını tüm dünyanın tanıdığı sosyolog Prof. Nilüfer Göle, bu konuyu gazeteci Ruşen Çakır’a değerlendirmişti:

“Şimdi yeniden Samuel Huntington’ın ‘medeniyetler çatışması’ tezi kazandı mı sorusu aklımıza geliyor. Türkiye de bu tartışmanın önemli bir parçası. Ama bu teröristlerin bir medeniyeti temsil ettiğini ya da İslam medeniyetinin içinden konuştuğunu söylemek zor. Çoğu zaten Avrupa vatandaşı.

Haberin Devamı

Ama bir medeniyete karşı savaştıklarını söyleyebiliriz. Nedir bu medeniyet? Belli bir yaşam biçimi olduğunu düşünüyorum. Medeni kelimesinde bir kent var, kent yaşamı. Yani kör bir atış değil, belli bir ajandaları var. Kamusal alanı, insanların kent yaşamını, gündelik yaşamdan keyif almalarını, kültür yaratmayı, birliktelik yaratmayı yok ediyorlar.”

Dolayısıyla DEAŞ sadece bizde değil, tüm dünyada bu değerleri, yaşam biçimini hedef alıyor.

Kaldı ki, aslında her türlü yaşam biçimi bu örgütlerin hedef tahtasında. DEAŞ sadece Batılı ve modern diye nitelenen değerleri ve yaşam kültürünü hedef almıyor. En çok ibadet yerlerini ve camileri vuruyor. Zaten saldırılarının çoğunu da Ortadoğu bölgesinde gerçekleştiriyor.

Yeni toplum sözleşmesi

Haberin Devamı

ANCAK iş burada bitmiyor. Biz kendi kendimize oluşturduğumuz “yaşam biçimi fay hattı” sayesinde DEAŞ’ın ekmeğine yağ sürüyoruz. Onlar bu saldırıyla bir kuş vurmak istiyorsa, biz kendi içimizde yarıklar açarak bunu 100’le çarpıyoruz.

Yani aslında deprem zaten öyle ya da böyle olacak. Siz binalarınızı depreme karşı dayanıklı inşa ederseniz, asgari zararı görürsünüz. Ama eğer binalarınız zayıf ve dayanıksızsa, bu deprem size azami hasarı verir.

Aynı deprem gibi, bugün terörü engellemek maalesef mümkün görünmüyor. Ama biz kendi içimizde sağlam durursak, terörün bize verebileceği zararı da minimize edebiliriz.

*

Dolayısıyla kendi ellerimizle oluşturduğumuz laik-muhafazakâr ayırımından artık kurtulmak zorundayız. Bunun için de her kesim kendi yaşam biçimini, kendi mahallesini diğerinden üstün görme alışkanlığını artık bırakmalı. Yani aslında bir nevi yeni bir toplum sözleşmesi yaratılmalı. Siyasiler ve özellikle dini kurumlar da bu yönde bilinçli bir politika izlemeli.

Haberin Devamı

Ki aslında bu yönde çok yol katettik. Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak’ın dün yazdığı gibi: “Başörtüsü sorununun kamusal alanda çözülmesiyle, kamusal alanda karşılamalar yaşayan bu iki bloğun iç içe girme ve karşı gruba rengini verip, karşı gruptan renk alma oranı sanılanın çok üstünde. Eskiden karşılaşmalar sınırlıydı; dolayısıyla tolerans katsayısı çok düşüktü. Karşılaşmalar çoğaldıkça, tolerans yükseldi.”

Sanki çok ağır ve düşe kalka da olsa, doğru yoldayız...

 

Yazarın Tüm Yazıları