Dünya'da neler oluyor neler...

Donald Trump'ın Başkan olduktan sonraki ilk uygulamasında  Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması'nı (TPP) iptal etmesi 2017 yılında  "bakalım daha neler göreceğiz?" sorusunu akla getiriyor.

Haberin Devamı

Kapitalist sistemin en önde gelen savunucusu olarak tanınan ABD'nin küresel düzeyde serbest ticareti, işgücünün ve sermayenin serbest dolaşımını savunan ve "küreselleşme" olarak tanımlanan gelişmeyi geri döndürmeye çalışması şaşırtıcı.

Daha şaşırtıcı olan ise, on yıllar boyunca kapalı ekonomi ve korumacı reflekslerle dünya ekonomik sistemiyle bütünleşmekte direnen Çin'in, küreselleşmenin tadını alınca bu defa 180 derece dönüş yaparak serbest ticareti savunan ülke haline gelmesi. Bu yıl Davos Ekonomik Forumu'nun sürprizlerini bunlar oluşturuyordu.

Trump'ın küresel ekonomiye bakışını korumacı davranışların belirleyeceği anlaşılıyor. TPP esasen Pasifik bölgesinde Çin'in ekonomik büyümesinin ve dünya ticaretinde yapacağı hamlelerin kontrol edilmesine yönelik olarak düşünülmüş bir ticaret ortaklığı anlaşmasıydı.

Trump bu anlaşmayı ABD'ye karşı ortaya atılmış bir "Çin oyunu" olarak yorumladı ve iptal etti. Cumhuriyetçi Parti'nin en kıdemli senatörlerinden olan John McCain de bu kararın çok yanlış olduğunu belirtti.

Cumhuriyetçi Parti'nin Trump'ın bu şekilde süreceği anlaşılan şahsi karar ve uygulamalarına uyum sağlayıp sağlayamayacağını zaman gösterecek. Ancak sırada Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) var. Nitekim, Trump damadını Kanada Başbakanı Trudeau ile bu konuyu görüşmek üzere görevlendirdi bile. Orada da hedef NAFTA'nın koşullarının yeniden gözden geçirilmesi.

TPP, ardından NAFTA derken, ABD ile Avrupa Birliği arasında müzakerelerine başlanmasına çalışılan Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) Anlaşması gündemden iyice düşmüş durumda. Bütün bunlar ABD'nin önümüzdeki dönemde serbest ticaret yerine kendi içine dönen, kapalı bir ekonomik anlayışı uygulamaya koyacağının işaretleri.

Peki, ABD'de kapitalizmin doğasına aykırı şekilde yaşanan bu gelişmeler karşısında Avrupa'da neler oluyor?

Öncelikle, Avrupa Birliği geleceğini arıyor. Birleşik Krallık'ın AB'den çıkma kararıyla sonuçlanan referandum oylamasından  bu yana Avrupa'da ciddi bir karışıklık var. AB bir yandan Birleşik Krallık'ın çıkış sürecini yönetirken, bir yandan da kendi içindeki yapısal dönüşümü nasıl yürüteceğini düşünüyor.

Bütün bunlar olurken, 2017 yılının Almanya ve Fransa'da seçim yılı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Fransa'da Ulusal Cephe'nin lideri Marine LePen, seçimleri kazanarak Cumhurbaşkanı olduğu takdirde ülkesinin AB'den çıkacağını söylüyor. Daha da ötesi, aslında AB'nin "çoktan öldüğünü" ileri sürüyor.

Almanya'da ise, siyasi yelpazede üçüncü büyük parti haline gelen "Almanya İçin Alternatif Parti" tüm dünyada görülen düzen karşıtı politikalara ayak uyduran aykırılıklarıyla dikkati çekiyor ve seçim sonrası kurulacak hükümet alternatiflerini şimdiden etkilemeye aday görünüyor.

Bu tartışmalar küresel ekonomik düzenle ilgili. Ancak, dünyada giderek yükselen popülizmin hedefi haline gelen "kurulu düzen ve onun temsilcisi olan kurum ve kuruluşlar"a yönelik bu saldırılar sadece ekonomik konularla ilgili değil.

Örneğin, Trump NATO'yu da sorgulamak niyetinde. İşin ilginç tarafı, bu bakımdan yalnız değil ve Marine LePen de aynı sorgulamayı yapmak için kolları sıvıyor. Dolayısıyla, güvenlik ilişkilerine de "yeni düzen arayışı" bahanesiyle meydan okunuyor.

Yirminci yüzyıl iki büyük dünya savaşına sahne oldu. Bu savaşların sonucunda, barışı ve uluslararası ilişkilerde istikrarı korumak amacıyla başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, NATO, Avrupa Birliği ve daha nice kurum ve kuruluşlar ortaya çıktı.

Her ne kadar bugünün koşullarında varlıklarını sürdürmeleri ve gereklilikleri sorgulansa da, yirminci yüzyılın savaş sonrası döneminde bu kurumların barış ve istikrarı koruma açısından başarısız olduklarını ileri sürmek mümkün değil.

O halde, yapılması gereken onların ortadan kaldırılması yerine değişen dünya koşulları ve uluslararası sisteme uyumlulaştırılmalarının sağlanması olmalı. Onların yer ile yeksan edilmesi değil.

Nitekim, Pentagon'un başına geçen yeni ABD Savunma Bakanı Mattis NATO Genel Sekreteri ile yaptığı telefon görüşmesinde ülkesinin NATO ile ilgili görüşlerinin değişmediğini dile getirerek işe başladı. NATO'nun kurulmasında başrolü oynayan ABD'nin bu örgütü Trump'a kurban etmeyeceği de böylelikle anlaşılmış oldu.

Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May'in ABD'ye yapacağı ziyaret sırasında da muhtemelen bu ve benzeri konular masaya yatırılacak, dünyanın karşı karşıya olduğu tehditleri bertaraf etmek için mevcut düzeni yıkmak yerine onun değişen dünya koşullarına nasıl uyarlanabileceği konuşulacak.

Türkiye'nin bütün bu tartışmaların aksine kendi iç gündemiyle yoğun biçimde uğraştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu hafta sonu Birleşik Krallık Başbakanı May'in, Şubat ayında da Almanya Şansölyesi Merkel'in ziyaretleri de olmasa, Türkiye'nin içinde bulunduğu ve üye olmaya çırpındığı kurumların geleceğine ilişkin gelişme ve tartışmalardan haberi dahi olmayacak.

Bilinmesinde yarar var. Türkiye'de rejim değişikliği ile ilgili tartışmalar sürerken, komşu Ermenistan'da "başkanlık sistemi"nden parlamenter demokrasiye geçişin hazırlıkları yapılıyor.

Kazakistan'da da güçlü, otoriter ve tek adam anlayışına dayalı bir başkanlık rejimi sürdüren Nursultan Nazarbayev, bazı yetkilerini parlamentoya devretmek için hazırlanıyor.

Evet, dünyada neler oluyor neler...

Yazarın Tüm Yazıları