Asıl tehlikenin farkında mıyız?

Yeni yıla iki önemli ziyaretle başladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan Fransa'yı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Almanya'yı ziyaret ettiler. Bu iki ziyaretin önemi Türkiye'nin 2017 yılında ilişkilerinin ciddi bir duraklama dönemine girdiği Avrupa ile yeni bir hareketlilik  işaretini vermelerinden kaynaklanıyordu.

Haberin Devamı

Türkiye'den bakıldığında "Avrupa" kavramının nasıl tarif edildiği tarif edene göre değişiyor. Avrupa'ya kurumsal açıdan bakıldığında akla önce AB ve NATO geliyor. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin kurumsal boyutunu sadece bu iki kuruluşun oluşturduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Kamuoyunun da bu iki kurumun işlevsel bakımdan birbirlerinden farklı olduklarını kavramaları gerekir. Esasen, NATO da sadece Avrupa değil bir Avrupa-Atlantik kurumudur zira ABD ve Kanada'yı da içerir.

Türkiye'den bakıldığında bir diğer önemli Avrupa kurumu olan Avrupa Konseyi'nin NATO ve AB kadar önemsenmediği hissediliyor. Türkiye'nin küresel sistemle bütünleşmesinin diğer boyutlarını oluşturan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi örgütler ise daha da geri plana düşüyorlar.

Avrupa ile son zamanlarda ikili ilişkiler açısından yaşanan krizlerin, örneğin Almanya, Avusturya, Hollanda gibi ülkelerle yaşanan gerginliklerin dönemsel olduğunu sanmak ve bunların zamanla düzeleceği varsayımından hareket etmek Türkiye'nin dış politikasında giderek artan bir yanılgı haline gelmeye başladı. Diplomasi dilinden uzak ve ulusların duyarlılıklarını doğrudan etkileyen söylemlerin yarattığı incinme ve yıpranmaların çabuk unutulacağı varsayımı da aynı yanılgının parçası.

Avrupa'ya bakarken ikili ilişkiler ile kurumsal ilişkilerin birbirlerini bütünlediği de gözden kaçırılıyor. Örneğin, AB ile ilişkilerde tıkanıklıklar yaşanmasında üye ülkelerle ikili düzeyde yaşanan sıkıntıların rol oynayabileceği anlaşılamıyor. Avrupa'nın Türkiye'ye bakışının asla dostane olmadığı varsayımı da Türkiye-Avrupa paradigmasının neredeyse temel verisi olarak kabul ediliyor.

Türkiye-Avrupa ilişkileri hem kurumsal, hem ikili düzeydeki ilişkiler ile birlikte bir bütündür. Avrupa'ya sadece AB açısından bakmak ve Türkiye-Avrupa ilişkilerini de sadece Türkiye'nin AB ile olan ilişkileri üzerinden tanımlamak resmin bütününü görmeyi engelliyor.

2017 yılı Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin ağırlıklı olarak AB bağlamında ele alındığı bir yıl oldu. AB ile üyelik müzakereleri kesintiye uğradı. Türkiye AB ile ilişkilerine sadece "fasıl açmak" boyutundan bakarken, AB önümüzdeki dönemde artık bu konuda bir ilerleme kaydedilmesinin güç olduğunu olabildiğince açık bir şekilde anlattı. Avrupa Parlamentosu da üyelik müzakerelerinin tamamen durdurulmasını tavsiye eden bir karar kabul etti.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türkiye'yi yeniden denetime aldığı ise neredeyse unutuldu gitti. AB ile üyelik müzakerelerinde yeni bir fasıl açılmasının mümkün olamayacağı görülünce, Türkiye-AB ilişkilerindeki gelişmenin  Gümrük Birliği anlaşmasında reform yapılması ile sağlanabileceği  sanıldı. Galiba hala öyle sanılıyor.

Fransa ve Almanya ziyaretleri bu açıdan önemliydi. Fransa'da Macron Türkiye'nin AB ile ilgili beklentilerinin hayal olduğunu net ifadelerle açıklarken, Almanya'da da Türkiye ile AB ilişkilerinde Gümrük Birliği üzerinden bir ilerleme sağlanıp sağlanamayacağı sınanıyordu.

Gerçekçi olmak gerekiyor. AB ile üyelik müzakereleri uzun bir süre için herhangi bir ilerleme kaydedilmeden duraksamaya devam edecek. Türkiye-AB ilişkilerinin Gümrük Birliği Anlaşması'nın reformu üzerinden ilerletilmesi de, önce Almanya'da yeni hükümetin kurulmasına, sonra Türkiye'nin AB'nin belli konulardaki beklentilerine nasıl karşılık verdiğine bağlı kalmaya devam edecek.

Unutmayalım, Türkiye'nin 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerine başladığı sırada Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türkiye'ye yönelik denetimi sona ermişti. Bugün denetim mekanizması yeniden yürürlükte.

Bugün Türkiye'nin AB ile değil Avrupa ile ilişkileri tehlikede. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne yaptığı vurgu ve "Türkiye'nin Avrupa çıpasının yitirilmemesi gerektiği"nin altını çizmesi buna işaret ediyor.

Avrupa çıpasının sağlamlaştırılması için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin gerekleri yerine getirilmedikçe, AB ile olan ilişkilerin tam üyelik mi, ayrıcalıklı ortaklık mı, yoksa güçlendirilmiş Gümrük Birliği mi olacağı tartışmaları teferruattan ibaret kalıyor.

Yazarın Tüm Yazıları