Had safhada metal yorgunluğu

‘Terminatör serisi’nin beşinci adımı aynı sularda dönüp dolaşan vasat bir aksiyondan öteye gidemiyor. Filmin en güzel yanı Arnold Schwarzenegger’i zarif hamlelerle meseleye dahil etmesi olmuş.

Haberin Devamı

Bir eleştirmenin ömrüne bir serinin bu kadar çok filmini sıkıştırırsanız, elbette kendini tekrarlar. Tıpkı seri gibi... Efendim, 2003’te ‘Terminatör 3-Makinelerin Yükselişi’ne (‘Terminator 3-Rise of the Machines’) ilişkin yazımda kullandığım bir ifadeyi, ‘Terminatör Kurtuluş’ta -namı diğer ‘Terminator 4’- da metne taşımıştım. Söz konusu ifade şuydu: Yapılan bir ankette ‘Terminatör serisi’nin popüler kültüre armağanı olan “I’ll be back” (“Geri döneceğim”) repliği, sinema tarihinin en ünlü cümleleri arasında ilk sırayı almış. Bu ifadeden mülhem, ‘Geri dönüş projeleri’ içinde en haklı gibi görüleni Terminatör’ün karakterleridir, çünkü zaten bunun sözünü vermişler zamanında.

Lakin bu haftadan itibaren gösterime giren ‘Terminatör: Genisys’ öyküsü ve sundukları itibariyle artık geri dönmenin pek bir manası yok izlenimi veriyor. Yönetmenliğini Alan Taylor’ın üstlendiği yapım, geride kalan dört filmin üzerine pek de yeni bir şey koyamıyor. Konu yine aynı meseleler etrafında dönüp duruyor: İnsanoğlunun makinelerle ezeli mücadelesi. Malum ana eksen, bu mücadelede makineler cephesinin gelecekten geçmişe gelişkin bir robot göndermesi üzerine kuruludur. Bu robot, Sarah Connor adlı kadını öldürmek üzere programlanmıştır. Öldürsün ki, Sarah ileride direniş bayrağını açan ve insanların önderi konumuna gelen oğlu John Connor’ı doğuramasın... Özellikle ilk iki filmde öykünün ana hatlarını sağlam bir mantık üzerine inşa eden seri, sonraki adımlarda da hikâyeyi az biraz ilgi çekici hale getirmeyi başarıyordu.
‘Terminatör: Genisys’de ise bir içe kapanma çabası seziliyor. Şöyle ki John Connor bu kez yardımcısı Çavuş Kyle Reese’i geçmişe göndererek annesini korumaya çalışır. Reese, Sarah Connor ve ‘Gardiyan’ı, sisteme karşı mücadele ederlerken yeni bir zaman yolculuğuna daha çıkmak zorunda kalırlar...

Daha çok ‘Sex and the City’, ‘Sopranos’, ‘Mad Men’, ‘Bored to Death’, ‘Game of Thrones’ gibi tanınmış dizilerde yönetmenlik yapan, ‘The Emperor’s New Clothes’ ve ‘Thor: Karanlık Dünya’ gibi yapımlarda da uzun metrajı deneyen Alan Taylor, ‘Terminatör: Genisys’da aksiyona hâkim bir görüntü veriyor (Zaten ortada kulak kabartmaya değer hikâye olmayınca filmin terazisinin bu yöne kayması da doğal). Lakin bu da bir noktadan sonra sıkıcı bir hal alıyor.

Had safhada metal yorgunluğu

Messi de oynasa bu seri kurtulmaz gibi!

Filmin en güzel hamlesi ise serinin alametifarikası konumundaki Arnold Schwarzenegger’i tekrar öyküye monte etmek olmuş. Kaliforniya Valiliği görevinden ayrıldıktan sonra tekrar setlere dönen ‘Arnie’, 68 yaşının baharında “Her türlü aksiyona varım” diyor. Ayrıca karakteri hikâyeye bir noktadan sonra yaşlılığı ve beyaz saçlarıyla katılıyor, bu da dikkate şayan bir çaba olmuş. En güzel sahne ise Schwarzenegger’in ilk filmdeki haliyle şimdiki halinin karşı karşıya gelmesiydi; bu buluşma bence filmin en zekice yanıydı.

‘Arnie’ dışındaki oyunculuklara gelince: Sarah Connor’da ‘Game of Thrones’un Daenerys Targaryen’i Emilia Clarke, geçmişin Sarah Connor’ı Linda Hamilton’ın maskülen görüntüsünün yanında fazla yumuşak ve minyon kalmış. İki Avustralyalı aktör, Çavuş Reese’de Jai Courtney, John Connor’da da Jason Clarke gayet iyiler, ‘Whiplash’in acımasız eğitmeni JK Simmons da Dedektif O’Brien’de öykünün komiği misyonunu üstlenmiş. Nostaljik değerlerle yüklü ‘sıvıya dönüşebilen robot’ familyasının, yani ‘T-1000’lerin öyküdeki uzantısında ise Byung-hun Lee’yi izliyoruz. Güney Koreli oyuncu, türünün orijinali Robert Patrick’i aratmamış doğrusu.

Sonuç? ‘Terminatör: Genisys’ dolayısıyla anladık ki yeni devam filmlerine soyunmaları muhtemel.Finalin ucu da açık. Ama üzerlerindeki ‘Metal yorgunluğu’yla sanki bundan sonra Messi’yi de oynatsalar kurtarmaz, ‘Terminatör serisi’nin yeni bir heyecan fırtınası estirmesi zor gibi...

Yazarın Tüm Yazıları