Pandemi dinlemedin, daha fazla beklemek istemedin ve ilk single’ını çıkardın. Öncelikle hayırlı olsun diyeyim Burak...
- Çok teşekkür ederim. Hem ilk single’m hem de ilk röportajım hayırlı olsun diyeyim ben de o zaman.
◊ Şarkından ve müzikal yolculuğundan bahsedeceğiz tabii ama bana çıkış noktan ilginç geldi asıl... Genetik okuyorken müzik ne alaka?
- Biraz ailemin yönlendirmesiyle moleküler biyoloji ve genetik bölümüne girdim...
◊ Yani istediğin o değildi...
- Yani... Orada okurken de istediklerimden vazgeçmedim zaten. Önce birkaç dizide rol aldım, sonrasında oyunculuk eğitimi almak üzere Los Angeles’a gittim. Bu arada müzik ve dans derslerine de katıldım. Bu yolculuk beni biraz daha müziğe doğru yöneltti ve Türkiye’ye dönüşte ona ağırlık verdim. Sinema-televizyon yüksek lisansı yaparken de şan ve dans dersleri almayı sürdürdüm.
◊ Dört gözle senin bilim insanı olmanı bekleyen ailen ve arkadaşların, şarkıcı olma kararını nasıl karşıladı?
- Zaten hayallerim hep bu yöndeydi ama ailem daha garanti bir mesleğim olmasını istediği için genetik bölümünü tercih ettim. Yine de orada okurken hayallerimden vazgeçmeden yoluma devam ettim. Onlar da yeteneğimi fark etti ve sonunda bana destek verdiler.
Kültür mirasları, yerin onlarca metre altında karşımıza çıkıyor.
Bu hayalin gerçek olmasını, İletişim Başkanlığı’nın tarihi ve kültürel zenginliklerimizi tanıtmak amacıyla hayata geçirdiği proje sağladı.
Proje kapsamında son olarak Türk minyatür sanatının en önemli eserlerinden Nakkaş Osman’ın “Surnâme-i Hümayun Dijital Sergisi” yolcularla buluştu.
Hologram ve özel projeksiyon teknolojisiyle hazırlanan sergi, Marmaray Yenikapı İstasyonu’nda görülebilir.
Marmaray yolcusuysanız, bu fırsatı kaçırmayın derim ben.
Dubai’de büyük rekabet
İki Türk markası, Dubai’de kıyasıya bir rekabet yaşıyor.
◊ 2020 senin açından nasıldı?
- İş yönünden herkes gibi biraz eksik... Ama sosyal medya yönünden bereketli...
◊ “Sosyal medya bereketi” mi? İlk kez duyuyorum...
- Sosyal medya bereketinden kastım şu; evde daha fazla içerik ürettim, daha fazla insana bunları sunabildim. Tek sorun şu; bazıları diyor ki “Koca adam oldun, niye böyle videolar çekiyorsun?”... Yaşlı gösteriyorum galiba...
◊ Kaç yaşındasın ki sen?
- 25...
Bu durum geçmişte başlı başına bir keyifken, salgın sonrası panik atağa dönüştü. Her uçuşta aynı korku, takip eden birkaç gün içinde akıldan çıkmayan “Acaba bana virüs bulaştı mı?” sorusu...
Hem kendimi hem de sevdiklerimi korumak adına tüm önlemlere uymaya çalışsam da yaşadığım korkunun üstesinden gelemiyordum.
Ta ki yolculara PCR testi zorunluluğu getirilene kadar...
Sadece Türkiye değil, birçok ülke uçuştan en geç 72 saat önce PCR test yaptırılmasını zorunlu tutuyor artık. Türkiye de yurtdışından gelecek yolcular için 1 Mart’a kadar test zorunluluğu getirdi.
Planladığım Amerika seyahati de tesadüfen o kararın sonrasına denk geldi. Neredeyse bir yıldır ne havalimanında ne de uçakta kendimi bu kadar rahat hissetmiştim.
Uçakta bulunan herkesin test yaptırdığını ve sonuçlarının negatif olduğunu bilmek ne büyük huzur, ne büyük konformuş meğer.
Saatlerce uçmama rağmen tedirginlik duymadan gidip döndüm. Diğer yolcularda da aynı rahatlığı gözlemledim.
Test zorunluluğu, herkes için güvenli uçuş demek.
Öncelikle şunu sormak istiyorum; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın görevleri, sorumlulukları tam olarak nelerdir?
- İletişim Başkanlığı, misyonu ve fonksiyonu itibarıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte ihdas edilen en kritik kurumlardan biri. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle bu yeni ve dinamik kurumun ilk başkanı olma bahtiyarlığını yaşadım. Tabii bu aynı zamanda milletimize ve Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı büyük bir sorumluluk... Cumhurbaşkanımızın belirlediği politika ve stratejilere uygun şekilde, ulusal ve küresel çapta iletişim faaliyetleri gerçekleştiriyoruz. Ayrıca milletimiz ile devletimiz arasındaki iletişim akışını yönetiyoruz. Etkin ve nitelikli bir medya alanının inşasına katkı vermeye, basın mensuplarımıza destek olmaya çalışıyoruz. Stratejik iletişim, kriz yönetimi ve kamu diplomasisine ilişkin politikaların belirlenmesi, koordine edilmesi ve uygulanması da Başkanlığımızın sorumluluğunda. Diğer taraftan içeriden ve dışarıdan ülkemiz aleyhine algı operasyonlarına karşı tüm mecralarda etkin bir mücadele yürütüyoruz.
KRİTİK BİR ZAMANDAYIZGenel olarak bir gününüz nasıl geçiyor? Mesai süresince en çok hangi konular zamanınızı alıyor?
- Doğrusu, benim günümün nasıl geçtiği Sayın Cumhurbaşkanımızın kendisinin ve ülkemizin gündemine paralel olarak şekilleniyor. Çünkü ülkemiz, bölgemiz ve bütün dünya açısından önemli olayların, sıcak gelişmelerin yaşandığı kritik bir zamandayız.
Böyle bir dönemde iletişim tali değil asli bir alan olarak öne çıkıyor. Bütün bu çalışma süreci, bizim için zaman mefhumunu ortadan kaldırıyor.
CUMHURBAŞKANIMIZIN ENERJİSİNE YETİŞMEK ZOR
Sizi bu görevde en çok zorlayan konular neler?
Pandemi dönemi içinde daha önce de Miami’ye uçmuştum ama bu kez prosedürler farklıydı. İpler iyice sıkı tutulmaya başlanmış. Tüm çaba üçüncü dalgaya geçit vermemek için elbette...
Değişiklik ne derseniz, artık ister geliş ister gidiş olsun, Amerika-Türkiye seyahatlerinden en fazla 72 saat önce PCR testi yaptırmak zorunlu. Negatif olduğunu belgeleyemezsen uçman mümkün değil. Bunu öğrenince soluğu arkadaşım Seycan Tanfer’in sahibi olduğu Tanfer Hastanesi’nde aldım.
Salgının ilk döneminde yaşanan test ücreti kaosunun sona erdiğini zaten biliyordum.
Nitekim bu konuda bir sürpriz yaşamadım.
Açıklandığı üzere test ücreti olarak 250 lira talep edildi.
Bu arada, yola çıkmaya hazırlananlar için de hemen bir not düşeyim, sonuçlar en geç ertesi gün elinizde oluyor, planlarınızı ona göre yapın.
Geleyim sadede; nurtopu gibi bir negatif belgem oldu, yolculuğun önündeki tek engel de kalktı. Biletler alınsın, valiz yapılsın...
Bu ne kalabalık
◊ Markasını İngiltere’de kurmuş bir modacısınız ama bildiğim kadarıyla bu maceranın öncesi de var. Sektörde kaç yıl geride kaldı?
- Aslında eşimin 2004 yılında İngiltere’den aldığı iş teklifi Zeynep Kartal markasının doğmasına ve köklenmesine olanak sağladı. Türkiye’den başlayıp İngiltere’ye uzanan moda yolculuğumda bu yıl 30 seneyi geride bırakmanın mutluluğunu yaşıyorum. Geçmişe baktığımda, kurduğum hayallerin gerçeğe dönüşmesinde işime olan tutkumla beraber ailemin ve sevdiklerimin manevi desteğinin payı çok büyük...
◊ Uzun yıllardır yurtdışındasınız. Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş ya hani... Zaman içinde Türkiye’den koptunuz mu? Gönül bağları zayıfladı mı?
- Hayır, bu süreç boyunca hiçbir zaman anavatanımdan kopmadım. İngiltere’de yaşadım ama ülkeme duyduğum özlem ve hayata geçirdiğim her proje, “Bir sonrakinde daha iyisini nasıl yapabilirim” düşüncesini güçlendirdi. Bu düşüncenin de daha azimli bir şekilde çalışmamın önünü açtığına inanıyorum.
KOCA BİR OKYANUSTA TEK BAŞIMAYDIM
◊ Şu an orada kabul görmüş, sevilen bir modacısınız ama merak ediyorum, başlarda İngiliz moda sektörünün bir Türk tasarımcıya yaklaşımı nasıldı?
- Yurtdışında yaşamaya başlamanın ve burada bir markayı hayata geçirmenin zorluklarını tabii ki yaşadım. Yeni bir ülkede iş kurmak, koca bir okyanus içinde tek başına kalmaktı benim için...
Emine Erdoğan’ın gençlik yıllarından beri israf konusunda çok hassas olduğunu da biliyorum.
Ancak gördüğüm kadarıyla ne kadar konuşulursa konuşulsun, yazılırsa yazılsın, “sıfır atık” konusunda yeterli mesafe alınamıyor.
Sebebi de biziz.
Vatandaş olarak üzerimize düşeni gereğince yapmıyoruz.
Eğer evlerde böyle bir hareket başlamazsa, hassasiyetin genele yayılmasını ve sonuç alınmasını beklemek hayal olur.
Nasıl mı?
Bir Almanya örneğiyle açıklayayım. Almanya’da elinizdeki çöpü mutfaktaki yanlış çöp torbasına atarsanız kıyamet kopar. Çünkü atıklar türlerine göre ayrılır ve onlara göre belirlenen renkteki torbalara konur.
◊ Çok yönlülüğünüz herkesçe malum. Öğrendiğim kadarıyla yaptığınız işlere yeni başlıklar eklenmek üzereymiş. Bu kadar bölünmek normal mi?
- Bu bana pek garip gelmiyor da çevremde garip bir his uyandırıyor... Bir oyuncu, bir yönetmen ya da bir fotoğrafçı sonuçta kendi sanat kariyeriyle ilgilidir. Yani aynı zamanda bu işlerin sergileneceği yerlerin sahibi değildir. Ben hem oyuncuyum, hem tiyatrom var hem de tiyatro işlerinin yapıldığı kabareyi idare etmek zorundayım.
◊ Televizyonu atlamayalım.
- Evet, “bir şov programı varsa o programın moderatörü de benim” gibi bir komikliği yaşıyorum. Bir yandan medyayla mütevazı bir ilişkim var. Bu sezon TV100 kanalında bir programım var. Ayrıca bu işi hibrit olarak sürdürmek için adım attım, dijital platforma da iş yapmaya başlıyorum.
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
“Kutlayalım yeni zamanını” dedi.
Bu paylaşım sonrası kimi veryansın etti, “ayıp” diye hop oturup hop kalktı, kimi de “sünnet davulla zurnayla kutlanıyorsa bu niye ayıp olsun” diyerek Düvenci’ye destek verdi.
Ben ayıplamıyorum da alkışlamıyorum da...
Öncelikle ne mutlu bu güzel aileye diyorum...
İki pırlanta gibi çocukla hayatlarını paylaşıyor, onların büyümelerine tanıklık ediyorlar.
Ve çok mutlular...
Sağlıkları da mutlulukları da daim olsun.
◊ 2020 zor geçti ama astrologlar 2021 için de iyi konuşmuyor. “2020 fragmandı, asıl film şimdi başlıyor” benzeri açıklamalar var. Şimdi oturup felaketin ikinci perdesini mi bekleyeceğiz yani?
- Aslına bakarsanız 2021 kumar yılı olacak.
◊ Nasıl yani?
- Yani doğru adımlar atıp akıllıca risk alan, yeniliğe açık olup kendini adapte edenler bu yıl kazanacak. Kapalı, değişime açık olmayanlarsa bu yılın kaybedenleri olacaktır.
◊ Gerçekten bu yıl öngörüldüğü kadar zor mu geçecek?
- Evet, zorlu bir süreç bizi bekliyor.◊ İyi ama hangi açılardan?
- Bu yıl kıtlık, kuraklık, isyanlar ve özgürlük savaşlarına tanıklık edeceğiz mesela... Özellikle Londra, Paris ve Washington’da büyük gösteriler olacak. Ayrıca Kanada ve Almanya’daki hareketlenmeler de bizi şaşırtacak diyebilirim. Amerika’da İkiz Kuleler benzeri bir olay yaşanabilir. Ayrıca yıl içinde dünyayı etkileyecek bir nükleer tehdit görüyorum.
Hatta 3. Dünya Savaşı’nın ayak seslerini duyacağız. Batı ve doğu arasındaki denge bozukluğu, ülkelerdeki adaletsizlikler, terör olayları ve ayaklanmaları tetikleyecek.
Birkaç gün önce de o karelerin devamı geldi. Bedenine tepeden tırnağa “boş konuşma” anlamına gelen “bla bla bla” yazdırarak çıplak pozlar vermiş.
Ve bu kez altında İngilizce olarak şöyle yazıyordu: “Özgürlüğün doğuşu...”
İtiraf edeyim, bu çıplak fotoğrafın verdiği mesajı ben anlamadım.
“Çıplaklık özgürlük” mü diyor, “Boş konuşmalara kulak tıkadığında özgürsün” mü, yoksa “Siz konuşun, ben istediğimi yapar, istediğimi yaşarım” mesajı mı veriyor?
Bilemedim. Çözemedim. Bu pozlar bana pandemi döneminde unutulmamak için yapılmış PR çalışması gibi geldi.
Kim bilir belki de gelecek paylaşımlarla sır çözülür, mesaj açığa çıkar diye beklemedeyim ama yine de zannetmiyorum.
2021 nostaljisi
Nostalji severim. Hele nostaljik şarkıları daha da çok... O yüzden “best of” çalışmaları oldum olası yakından takip ederim.
◊ Serencim, geçmiş olsun. Geçirdiğin bir operasyon nedeniyle sürekli kilo kaybı yaşadığını açıkladın. Şimdi nasılsın, biraz toparlayabildin mi kendini?
- Teşekkür ederim. Aslında ilk kez 6 yıl önce mide ameliyatı geçirdim. O dönem gayet rahat ve sağlıklı şekilde kilo vermiştim.
◊ Evet, çok da formda görünüyordun. İkinci kez operasyon geçirme fikri nereden çıktı o halde?
- Çocuk yapmak istedim. Bunun için bir seneye yakın süre hormon aldım. Hormon tedavisi yüzünden de verdiğim kiloların 15 kilo kadarı geri geldi. Ama maalesef ani stres sonucu düşük yaptım. O süreçte evden dışarı çıkmadım. Sabahtan akşama kadar çikolata yiyor, kola içiyordum. İkinci operasyon fikri de düşükten sonra gelişti. Bir an önce kilo vermek, işime konsantre olmak için bu kararı aldım.
8 YAŞIMDAN BERİ SUDAN İĞRENİYORUM
◊ Seni stres, kola ve çikolata yoldan çıkardı yani...
- Alkol ve sigara zaten kullanmıyorum. Ama benim de bir kötü huyum var, su içememek... 8 yaşındayken musluktan gelen paslı suyu gördüm, o gün bugündür su içmiyorum, iğreniyorum. Tabii su içmemek de kolay kilo alma sebebi...
◊
Ne büyük yanılgı...
Geçenlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun attığı bir tweet’le açıldı gözlerim.
“2020’de uyuşturucu ile mücadele çatır çutur devam etti” diye söze girmiş Sayın Soylu...
Okuduğum an bu önemli mücadelede Türkiye’nin ne kadar yol kat ettiğini fark ettim.
Daha birkaç yıl öncesine kadar kriz geçiren çocuklar, hayatlarını kaybeden gencecik bedenler haber bültenlerinden eksik olmuyordu.
Ve şimdi... Elbet kökü tamamen kurumuş değil ama mücadele son sürat devam ediyor, gözünü para bürümüş bu vicdansız uyuşturucu satıcılarına aman verilmiyor.
Sayın Bakan, mücadelenin çarpıcı raporuna da yer vermiş tweet’inin devamında:
1
◊ Yeni “Best of” albümünüz hayırlı olsun. Öncelikle tanıtım için yaptığınız 72 saatlik kayıt maratonunda beni de unutmadığınız için teşekkür ederim.
- Rica ederim, ne demek...
◊ Orgun başına geçmiş, tavernada yaptığınız gibi binlerce sanatçıyı ve medya mensubunu tek tek adlarıyla dansa davet etmişsiniz. Gerçekten sabır işi... Kimin fikriydi bu?
- Polat Yağcı’nın... Sevgili prodüktörüm. 100 yıl düşünsem böyle bir şey benim aklıma gelmezdi zaten.
◊ Projesinden size bahsettiğinde “Hadi canım, nasıl çıkılır o işin içinden?” demediniz mi?
- Demez olur muyum? Aradı beni, “Arif abi, sana çok önemli bir şeyden bahsedeceğim, telefonda anlatamam ama bir zahmete şirkete gel” dedi. Allah’tan ben de o zaman İstanbul’dayım, buradan gelip gitmek zor oluyor çünkü. “Peki” dedim, gittim.
Olan olmayana, varlıklı darlıktakine el uzattı.
Bu sayede pandemiyi mümkün olduğunca az hasarla atlatma yolunda önemli mesafe kat ettik.
Belediyeler “küçük esnafa destek” çağrısı yapıyor, bu çağrılar büyük ölçüde yanıt buluyor.
Büyük işletmelerin imdadına ise genellikle mal sahipleri yetişiyor.
Kısıtlamalar çerçevesinde günlük ciroları ciddi ölçüde azalan mağazalara kimi AVM’lerden yılbaşı hediyesi tadında müjde geldi.
Zaten temmuz ayından beri kiracılarına yüzde 50 indirim sağlayan Capitol de “Gün birlik olma günü” diyenlerden...
2021 Nisan sonuna kadar yüzde 50 indirimli kira uygulamasına devam edecek olan AVM, aralık ayında başlayan hafta sonları sokağa çıkma yasağı nedeniyle ek destek kararı aldı.
◊ Mustafa Bey, öncelikle çok geçmiş olsun. Geçen ay bir kalp krizi geçirdiniz. Nasılsınız şimdi?
- İyiyim, çok iyiyim hamdolsun. Biz her şeye “hamdolsun” demesini bilmiyoruz. Şimdi korona denilen bir hastalık yaşanıyor değil mi? Bir virüs... İnsanlar kızıyorlar, çekingenler, tereddütlüler.
◊ Tedirgin olmamız normal değil mi?
- Ama her şeye “hamdolsun” diyeceksin. Niye? Çünkü kötünün kötüsü var. Allah beterinden korusun. Her şerde bir hayır vardır. Şerre değil hayra yormak lazım. Biz şerre yoruyoruz hep. Herkeste bir panik, stres... Ya bir durun, rahat olun kardeşim. Allah’tan gelen her şeyde bir hayır vardır.
Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU
Benim anladığım o...
Sadede geliyorum...
Beklenen karar alındı, 31 Aralık akşamından 4 Ocak sabahına kadar sokağa çıkma kısıtlaması geldi.
Dört gün insanlar evinde ailesiyle inzivaya çekilecek. Durum bu...
Ama sonra gözüm reklamlara takılıyor, belli bir grup için her şey güllük gülistanlık...
Sanırsın pandemi bitti, virüs alt edildi.
Oteller “en güzel yılbaşı paketi bizde, koş vatandaş” çığırtkanlığı yapıyor, tur şirketleri 4 günlük yılbaşı paketi satma, oteller müşteri kapma telaşı yaşıyor.
Aşıya ne hacet, 4 günlük yılbaşı tatili satın alırsan Covid korumalısın yani!
◊ Doğal güzellik ve şifa kaynaklarının kullanımını, okuduğum kadarıyla anneannenizden öğrenmişsiniz. Ondan biraz bahseder misiniz?
- Anneannem Türkiye’nin ilk lokman hatunlarından Fatma Öktem... Eski zamanlarda hastaneler bu kadar yaygın, teknoloji de bu kadar ileri değilken, doğadan bulduğu bitkilerle tedavi yapardı. Bu tedavileri zaman içinde geliştirerek birçok konuda alternatif doğal reçeteler hazırladı.
Ben de o süreçte hem çok meraklı hem de konuyla çok ilgiliydim. Ondan gördüklerimi zamanla geliştirdim, bunları gerek ekranlarda gerekse kitaplarımla aktarma yoluna gittim.
◊ Sizi yönlendiren anneanneniz miydi yoksa kendiliğinden gelişen bir ilgi mi bu?
- Bitki ve doğal içerik konusunda anneannem sayesinde ilerledim. Ama bu bilgileri güzellik alanına taşımak, geliştirip üretmek için çok ciddi araştırmalar yaptım. Bu beni önce bitki bilimine sonra da güzellik uzmanlığına yönlendirdi. Ardından kitaplar geldi. Ve en sonunda da yerli marka yaratma süreci başladı.
◊ Anneanneniz Atatürk’le de tanışmış...
- Bizim için çok özel bir anı bu... Eskiden ilaç ve hastane konusunda çok eksiklik yaşandığından, anneannem herkese doğal yöntemlerle şifa olmaya başlamış. Gerek kendisinin bulunduğu Siirt’ten gerekse çevre illerden birçok kişi ona gidermiş. Mustafa Kemal Atatürk de cumhuriyetin ilanından sonra Anadolu’yu şehir şehir gezerken Siirt ziyaretinde onunla tanışmak istemiş.
Ama girişimci ruhlar, yeni dünya düzenine uygun yeni deneyimler vaat ediyor, Uzay Yolu tadında alternatifler sunuyor.
Azıcık detaylandırayım, yeni yıl akşamınıza renk katayım...
ÇapaMarka Entertainment Group, eğlencenin bittiği, müziğin sustuğu pandemi sürecinde “Bu kadar sessizlik, bu kadar depresyon yeter” diyerek dünyanın ilk dijital eğlence parkını yarattı. Adı Digital Winter Wonderland...
Bir bakıma geleceğin demo’su... Uzay çağında nasıl eğleneceğiz, test ediliyor gibi...
Devasa bir alan üzerine 3D olarak inşa edilen bir yeni yıl panayırı hayal edin... Dönme dolabından 70 metrelik yılbaşı ağacına her şey gerçeğine en yakın şekilde tasarlanmış. Panayır alanında hepsi yine üç boyutlu 7 ayrı sahne ve her sahne için farklı bir eğlence mevcut.
Yeni yıl ruhunun en güvenli, en virüssüz şekilde yaşanması için insan sirkinden yeni yıl gazinosuna, akustik sahneden ana sahneye her şey düşünülmüş.
Velhasıl, gece boyunca sahneler arasında dolaşırken karşınıza bir anda Ali Poyrazoğlu, Soner Olgun, Serdar Ortaç, Suzan Kardeş, Celil Nalçakan, Özlem Olgun, Deha Bilimlier, Derya Uluğ, Gülden Karaböcek, Güvenç Dağüstün ve Zehra ile çember dansçıları, oryantal dansçılar ve akrobatlar çıkabilir, şaşırmayın.
Öylesine bir gerçekçilik, öyle bir zincirleme sürpriz...
Yeni nesil şarkılarımızı yağmalıyor
“Anılar”, “Gözler Kalbin Aynasıdır”, “Bir Gülü Sevdim”, “Hatıram Olsun” gibi unutulmaz şarkıların yazarı Ahmet Selçuk İlkan, müzik sektörünün geldiği noktadan rahatsız. “Kuşağımızın gerçek bestecileri ve şairleri küskün. Her konuda sahipsiz kaldılar. Ölmeden alkış yok onlara” diye isyan eden, “Şarkı yazacağıma şarkı söylesem daha çok kazanırdım” diyen İlkan ile buluştuk, yağmalanan eski şarkıları, “şöhret mezarlığı” İstanbul’u, Ferdi Tayfur’suz proje albümünü konuştuk.
◊ Ahmet Bey, müzikle, şiirle, sanatla dolu bir yaşamınız var, konuşmakla, aktarmakla bitmez. Ama öncelikle aklıma takılan bir konuyu açmak istiyorum.
- Buyurun, tabii ki...
◊ Google, 63 yaşında olduğunuzu söylüyor. Kendimi bildim bileli de sizin sesiniz ve şarkılarınız kulağımdadır. Peki nasıl oluyor da görüntünüz hiç değişmiyor? Zamanı nasıl dondurdunuz?
- İnanın ben bunun farkında değilim. Ama öyle diyorsanız, olsa olsa sırrı çok çalışmaktır. Ayrıca hayata çok bağlıyım. Ne kadar geç yatarsam yatayım erkenden kalkarım. Müzik ve edebiyat ise benim için sevdadan öte, kara sevda... O sevda, o aşk insanı genç kılıyor sanırım. Sanata, doğaya ve insana olan aşkım, saygım, farkında olmadan beni diri tutuyor. Ama inanın bunun için özel bir şey yapmış değilim.
◊ İyilik mi, güzellik mi desem?
- 2000’li yılların başından beri hep güzeli önemser olduk: Güzel kadın, güzel şehir, güzel sofra, güzel araba, güzel elbise. Görünüm hep ön plandaydı. Güzellikleri öne sürerken iyileri ihmal ettik biz. Her güzel şey iyi değildir ama her iyi şey güzeldir, bunu unutmamak lazım.
YA YAYGIN OLACAKTIM YA SAYGIN... BEN SAYGINLIĞI TERCİH ETTİM
◊ Bir de hep göz önünde olanları yüceltiyor da işin asıl mimarlarını ihmal ediyoruz galiba...
- Şöyle bir gerçek var, üretenlerin kıymeti yurtdışında daha fazla biliniyor.
◊ Bizde...
- Bizde öyle değil. Burada sağlığında bilmezler de kadrini, ölümünde mermerden yaparlar kabrini! Kuşağımızın gerçek bestecileri ve şairleri çok küskün. Her konuda sahipsiz kaldılar. Ölmeden alkış yok çünkü onlara. Onun için de “Bu kadar çok şarkı yazacağımıza acaba çıkıp bir şarkı mı okusaydık” diye düşünen besteci çok. Bu fikri hayata geçirenler de oldu. Bestekârlar baktılar ki olmuyor, kendi şarkılarını okumaya başladılar.
◊ Mesela...
- Mesela Kayahan, Soner Sarıkabadayı, Ersay Üner, Aslı Zen, Ayla Çelik, Coşkun Sabah, Selami Şahin, Fettah Can... Onlar gibi daha onlarca isim sayabilirim. Çünkü bütün alkış, takdir ve kazanç okuyanlara gidiyor.
◊ Bu durum sizi üzüyor belli ki...
- Üzmez mi... İçimde derin bir sızı var. Bu kadar şarkı sözü yazacağıma bir şarkı okusaydım, inanın medyada ve müzik dünyasında daha çok taltif ve takdir görürdüm. Daha çok kazanırdım. Oktay Akbal’ın dediği gibi “önce ekmekler bozuldu”. Bizde de bana sorarsanız şarkılarımız bozuldu. Şarkılar bozulunca ne oluyor?
◊ Ne?
- Duygular bozuluyor.
◊ Ne zamandır böyle durum?
- 2000’li yılların başı. Millenium’dan sonra yani (gülüyor). Nasıl başladı bu süreç derseniz de, şarkılar eğlenceye dönüştü. Bizde iki türlü şarkı yazılır: Bir kulağa hitap edenler, bir de kalbe hitap edenler. Biz hep kalbe hitap eden şarkılarla yola çıktık. Kalıcılığı, saygınlığı biraz da ondandır yani.
◊ Yeni jenerasyonun o “saygın” şarkılara yaklaşımı nasıl?
- Orası biraz karışık. Biraz can sıkıcı. Çünkü bizim güzelim şarkılar bildiğiniz yağmalanıyor.
◊ Ne demek yağmalanıyor?
- Şarkıların da bir kalbi vardır. Geçmiş yıllarda yapılmış o popüler şarkılar maalesef eli, kolu, ayağı, kalbi alınarak, eski dilde “araklanarak”, yeni dilde “esinlenilerek”, başka imzalar altında “yeni beste” diye sunuluyor. Bunun örnekleri çok. En son Aleyna Tilki’nin söylediği şarkıda rastladık buna biliyorsunuz.
◊ Emrah Karaduman imzalı “Dipsiz Kuyum”...
- Evet. Yıllar önce Bergen’e, Ayşe Mine’ye verdiğimiz şarkıları aldı ve güzelce kendi eseriymiş gibi lanse etti. Sektöre belli kurallar getirecek yetkin sesler olmadığı için herkes aldığı kadar, tırnak içinde söyleyeyim “çaldığı kadar” çalıp söylüyor.
“BİRKAÇ SATIR ALMIŞIZDIR NE VAR BUNDA?” DENİR Mİ
◊ Bu şekilde alıntı yapanlar, kendilerini nasıl savunuyorlar?
- “Olsa olsa birkaç satırını almışızdır, ne var ki bunda” diyorlar. Olacak şey mi? Böyle bir şey denir mi? Çok masumca bir şeymiş gibi... Ben de diyorum ki o zaman çok önceki yıllarda yazılmış olanlardan birer satır alıp yeni bir şarkı yazayım. Acaba o zaman kimin adını yazacağız altına? Şöyle bir şey düşünün: “Hasretinden prangalar eskittim, hâlâ terk etmedi sevdan beni, ama duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini.” Şimdi bu şarkı kime ait?
◊ Acaba yaratıcılık adına bir tıkanma mı söz konusu?
- Yok. Gayet yetenekli isimler var ama işin kolayına kaçıyorlar.
FERDİ TAYFUR GELİP SESİNİ DUYURSAYDI YETERDİ
◊ “41 yıl, 41 ses, 41 nefes”... Proje albümünüzü dinlerken, yer verdiğiniz 41 şarkının da benim için çok değerli ve özel olduğunu fark ettim.
- Bu kendi adıma değil müzik ve sanat adına yapılan bir çalışmaydı. İstedik ki her iki yılda bir bu şekilde bir seçkiler albümü çıksın. Gerçekten ülkemizin çok değerli isimleri, müzik insanları var. Ama bu tür eserler çoğu zaman maalesef sanatçının kaybından sonra yapılıyor. Oysa ben yaşarken yapılsın, müdahil olayım istedim. Dedim ki şarkıların kim tarafından okunacağına karar verebileyim. Bu şarkıları yazarken sadece kalemimle değil, canımla, kanımla yazdım ben, hepsini yaşadım.
◊ Ama bence albümde Ferdi Tayfur eksik kalmış...
- Çok iyi oldu bunu sormanız. Çünkü sevenleri de çok sordu çünkü. “Bu kadar yıllık beraberlikten sonra nasıl olur da Ferdi Tayfur yer almaz albümde?” dediler.
◊ Nasıl olur?
- Benden kaynaklanmadı. Üstüme düşen görevi sevgiyle, saygıyla yaptım ben. Onu da çok nazik bir şekilde, çok candan arzulayarak davet ettim. Hem bu albüme hem de bir öncekine. Ama sağlığı ile ilgili sorunlarını öne sürerek gelemeyeceğini bildirdi. Çaresiz kaldım. Açıkçası benim için de büyük eksiklik, burada bir Ferdi Tayfur olmalıydı.
Şarkı okumasa bile en azından birkaç satır şiir okusaydı, sesini duyursaydı yeterdi, benim için büyük bir hazine olurdu.
Dilerim bundan sonraki albümde bir araya gelir de telafi ederiz.
İSTANBUL BİR ŞÖHRET MEZARLIĞI
- İstanbul bence şu an bir şöhret mezarlığı. İnsanlar bazen medyanın gazıyla, bazen bir sponsorun gücüyle bir yerlere getiriliyor, tepelere çıkarılıyor. Bu yükseliş jet hızıyla oluyor. Ama sonra paraşüt bile vermeden insanları tepeden bırakıveriyorlar. E tabii hepsi de yere çakılıyor. Geçenlerde örneğini gördüğümüz gibi, bu durum bazen insanlarda hiç iyileşmeyecek derin yaralar açıyor. Altyapısını oluşturmadan, gelişimlerine katkı sağlamadan insanları alıp en yüksek yerlere taşımanın büyük riskleri var.
ORHAN GENCEBAY’LA DA BULUŞTUK GERİYE BİR SEZEN AKSU KALDI
◊ Şarkılarınız sizi bugüne kadar hangi sanatçılarla bir araya getirdi?
- Bu kuşakta yaşamış ve ayakta alkışlanmış hemen hemen bütün sanatçılarla çalıştım. Zeki Müren, Bülent Ersoy, Emel Sayın, Ferdi Tayfur, Selami Şahin, Muazzez Abacı, Muazzez Ersoy, Ebru Gündeş, Sibel Can, İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Ümit Besen, Ferdi Özbeğen, Ahmet Kaya, Fatih Kısaparmak, Onur Akın... Bir de dikkat ederseniz her kategoride şarkı yazmışım.
◊ Yok mu “Bir şununla çalışamadım” dediğiniz kimse?
- Var. Bir Orhan Gencebay, bir de Sezen Aksu. Orhan Gencabay ile söz yazarı ve besteci olarak nihayet bir şarkıda buluştuk gerçi. Yeni albümünde yer alacak. Yani bir Sezen Aksu kaldı. Bir gün onunla da buluşacağım.
BU ÜLKENİN TEK SORUNU KALİTE
◊ Şiir sizin için ne demek?
- Şiir aşkın ikiz kardeşidir bana göre. Aşkın girmediği ev, aşkın sarmadığı yürek, aşkın dokunmadığı yuva soluksuzdur, eksiktir. Dolayısıyla ben “inadına aşk” diyorum. Hangi mesleği seçerseniz seçin, içinde aşk yoksa başarısız olursunuz. İnsanı insan yapan duygular vardır; merhamet gibi, vicdan gibi, vefa gibi, aşk gibi. Bunların biri eksik olduğunda kaliteyi yitirirsiniz. Bence bu ülkenin tek sorunu kalite. Biz kaliteyi yitirince saygıyı yitiriyoruz, saygıyı yitirince sevgiyi, o gidince de aşkı. Ve aşkı yitirince insanlığımızı yitiriyoruz.
◊ Nasıl yükselteceğiz kaliteyi?
- Sanatın bu noktada önemi çok büyük. Sanatçılar temizlik işçileri gibidir. Temizlik işçileri kirlenen şehri, sanatçılar da kirlenen, paslanan kalpleri temizler. Yaşadığınız dünyanın farkına varabilmeniz için sanatla kol kola olmanız gerekir. Düşünün ki ülkede 10 gün müzik çalınmadı, şiir yok, roman yok, sinema-tiyatro yok. Böyle bir dünyada ne kadar zengin olursanız olun mutlu olabilir misiniz?