Ve doğum zamanı

Doğanın yeniden doğuşu değil midir nevruz?

Haberin Devamı

Ve doğum zamanı

Yazısız şiir olur insan bu zamanlarda. Foto Arno Smit - Unsplash

Ölüm hakkında hepimizin bir fikri, tüm kültürlerde onun için geliştirilmiş bir bakış açısı, bir düşünce sistemi var. Çünkü öleceğimizi bile bile yaşıyoruz ve aslında herkes için kabul edilmesi çok da kolay olan bir şey değil. Yardım gerek ve bu yardım da kültürel gelenekten geliyor. Kimine göre aslında bitiş değil bir başlangıç, kimine göre bu hayat aslında rüya, gerçeği ölünce başlayacak, kiminde dertlerin sonu, kiminde mutluluğun başı… Gidiyor böyle. Hangi anlatımın gerçek, hangisinin uydurma olduğunu bilemiyoruz çünkü gidip dönen ve bunu kanıtlayan hiç olmadı bugüne kadar. Tahminlere göre bugüne kadar 110 milyar insan yaşayıp öldü ama bir teki bile dönüp “öbür tarafı” anlatmadı. Ki zaten, bu nedenle o düşünce sistemlerine “inanç” diyoruz, bilmeyiz ama inanırız. Huzuru kim, hangi inançta bulursa bulur, olay tamamen kişiseldir, tamamı saygıdeğerdir. 

Haberin Devamı

ÖLÜM YAS, YAŞAM BAYRAM

Ve doğum zamanı

Sevinç, sevinç, sevinç... Foto Ash From Modern Afflatus - Unsplash

Ölümün karşısındaki şeyse, en sevdiğimiz: Yaşam. Ölüm zihnimizde ne kadar karanlık, ne kadar kederli, ne kadar üzüntü verici ise yaşam da tam tersine o kadar renkli, o kadar sevinçli, o kadar mutluluk verici bir şey. Ölümden sonrasını bilmiyoruz ama doğumdan sonrasına bolca tanığız. Bir bebeğin hepimizde, tüm canlı türlerinde yarattığı güzel duygular, yaşama saygı duruşundan başka nedir ki? Bir çiçek açmaya başladığında, bir tohum yeşerdiğinde, susuz kalmış toprağa yağmur damlası düştüğünde hissettiklerimiz, yaşamın bizde yarattığı coşku değil midir?O yüzden yaşam karşısındaki anlatılarımız çok daha net, çok daha bilinçli, çok daha güzeldir. Ölüm ve sonrasıyla ilgili tonla mitoloji varken, kültürel geleneklerimizin yaşamla ilgili her sayfası gerçeklerle, gerçeği algılayışımızın izleriyle doludur. Ölüm yassa, yaşam bayramdır. 

Haberin Devamı

KORONA DA DOĞADAN ELBETTE

Ve doğum zamanı

Bakarken bile içimiz ısınıyor. Foto Daiga Ellaby - Unsplash

İşte o bayram, en başından beri var. İnsanlık tarihinin en başından beri. Çünkü hayatımızı şekillendiren ilk, en büyük ve tek şey doğa. Sahip olduğumuz tüm teknoloji, olanak ve şatafata bakıp öyle olmadığını düşünmeyi tercih edenlere son bir yılın koronasını üzülerek hatırlatırım. Korona da doğadandır. Yarasa yenmesi hadisesi ne kadar doğal olsa da halen kanıtlanabilmiş değil ve aslında Dünya Sağlık Örgütü, çok alakasız bir başlangıcın varlığını da olasılık olarak görmekte. (Yani, birisi gitti yarasa yedi de bütün dünyaya korona yayıldı kanımız, doğru olmayabilir.) Her neyse… Doğadan başka insanı şekillendiren bir şey yok. En azından şimdilik. Doğa meyve verirse yiyor, vermezse yemiyorduk, şimdi doğayı kendimize göre şekillendirdiğimizi sanarak zamanı dışında da yiyoruz meyveleri ama yine doğa sayesinde. Onu küstürürsek, laboratuvarda doğru düzgün elma üretilebileceğini hiç sanmıyorum. Veya portakal, veya muz, veya kiraz, veya ceviz, veya incir, veya üzüm, veya… 

Haberin Devamı

TELEVİZYON ÇAĞI DA OLSA FARK ETMEZ

Bugün pek çok başka unsur hayatımıza dâhil olmuş olsa da, doğanın belirleyiciliği çok değişmiş değil. Benim çocukluğumda televizyon çok yeniydi ve herkes için referanstı. Belirli bir saatte başlayan yayınlar, siyah-beyazdı, tek kanal vardı ve yine belirli bir saatte Anıtkabir’de askerlerin nöbet değişimi yayını ile kapanırdı. Yayın başlayınca evlerde koca tüplü ekranlar karşısındaki hayatımız başlardı. (Hımbıllıklarımız da o zaman yoğunlaştı tabii.) Haberler başladığında, ki eskiler “Ajans başladı” derlerdi, kimse konuşmaz, bülten dikkatle dinlenirdi. Ardından film veya diziler başlardı ama o zamanlar “Bir daha seni onun yanında görürsem öldürürüm” diyen katil bakışlı, leş sakallı jönlerin dizileri yoktu, yabancı diziler vardı. Hele haftanın belirli günü Dallas başladığında Türkiye’de sokakta insan kalmazdı. Küçük Ev’in islendiği ve ağlanmayan ev yoktu neredeyse. İşte tüm bunlar “akşam” olurdu. Ama TV yayını başladığı için akşam olmazdı ki, akşam olduğu için TV yayınları başlardı! 

Haberin Devamı

BİR BAŞKADIR BAHAR

Ve doğum zamanı

Bir sevinç türküsüdür bahar. Foto Aniket Bhattacharya - Unsplash

Var olduğumuz günden beri hayatımızı şekillendiren doğa, kış mevsimini geride bırakıp yaza geçerken yaşanan “baharı” ne de güzel süsler. Baharın içinde doğum sevinci vardır, sanki Dünya dile gelmek yerine sevincini süsleriyle göstermektedir. Bütün canlıların kendilerince söylemeye başladıkları neşeli türkülere, bütün bitki örtüsü, bütün (kurutulmamış) dereler eşlik eder. Taşlar bile şevke gelmiştir adeta. Kuşların şarkıları bir başkadır, kelebekler daha bir ritmik uçarlar sanki. Bir daha hiç yeşermeyecekmiş gibi duran kuru dallardaki hareket, insanın nefesini keser. Birkaç gün içinde o kupkuru sanılan dallar, yemyeşil sürmüş yaprakçıklarla bezenmiştir; karıncalar, böcekler, örümcekler gezinmeye başlamıştır, kuşlar gelip yaprakların arasında kendilerini güvende hissederek doğanın senfonisinden önce uvertüre çıkmışlardır… Basbayağı doğum sevincidir bu. Yeniden doğumun, kışla birlikte kabuğuna çekilen yaşamın ortaya çıkışıdır. Yaşam sevinçtir, türküdür, coşkudur.

Haberin Devamı

KUTSAL EVLİLİK VE DOĞUM

İşte bunların hepsi, tarih boyunca dünyanın kuzey yarımküresinde (ki bütün kadim uygarlıklar bu yarımkürede serpilmiştir) hep mart ayının sonunda meydana geldi. Hayatını, doğanın gösterdiği gibi yaşayan insan geri durur mu? Kutladı bu coşkuyu. Bayram yaptı. Uygarlık tarihimizin yazılı başlangıcı oldukları su götürmez gerçek olan Sümerler (ki Sami ırklarından değillerdi, Orta Asya’dan göçüp Mezopotamya’ya indikleri düşünülmektedir) doğanın bu sevincini, tanrılar arasındaki bir evlilik töreniyle hikâyelendirdiler.  Büyük Tanrıça İnanna (sonradan İştar, Astarte, Afrodit, Venüs. Bu konuda epey konuşmuştuk daha önce) ile kocası Çoban Tanrı Dumuzi’nin kutsal evliliği. (Onun çobanlığı da insanın doğa ile iç içeliğinin kanıtıdır.) Binlerce yıl içinde öyküler gelişti, inançlar şekillendi ama baharın insan üzerindeki etkisi hiç eksilmedi. Biz, İnanna ile Dumuzi’nin (sözde) evlendiği tarihi, bugün Nevruz adıyla halen kutlamıyor muyuz?

BİNA ÜSTÜNE BİNA

Yeni inançlar bile bu çok eski, bilinmeyen çağlardan bilinerek ve öğrenilerek gelen, doğanın ortaya koyduğu bayramlara uyum sağladı. Hazreti İsa’nın diriliş günü olarak kutlanan Paskalya’nın tam da bu tarihlere denk gelmesi, eski kültürlerin üzerine inşa edilen yeni kültürlerin, halkı kendilerinden uzaklaştırmamak amacıyla eskiye uyum sağlamasından başka nasıl açıklanabilir? Paskalya tarihinin, Hıristiyanlıktan çok daha eski olan Yahudilikteki Hamursuz Bayramı’na denk gelmesi peki? Hatta Hamursuz Bayramı’nın “pesah” olan adının, Latinceye pascha olarak geçip, oradan da “paskalya” ismini doğurması? Yahudiliğin, Sümerlerle, Assurlarla, Babillilerle, Fenikelilerle aynı coğrafyada doğmuş olması, çok mu şaşırtıcı bu durumda? 

YENİ GÜNÜ BİLİYORUZ TABİİ

Ve doğum zamanı

Kutsal diye bir şey varsa, yaşamın ta kendisi olmalı. Foto Tom Schuller - Unsplash

Bizim kültürümüzdeki nevruzun, İran’daki Mihrigân’ın, Pehlevicedeki “nivegrüz”ün, “yeni gün” (nev-rûz) anlamına geldiğini, bütün Asya kültürlerinde bir şekilde kutlandığını, bütün dünya milletlerinin antik zamanlardaki takvimlerinde, yeni yılın hep bu tarihten başladığını bilmiyor muyuz? Doğudan Batıya yayılan uygarlığın, Batıdaki zirvesi kabul edilen Roma İmparatorluğu’nda bile, ismini savaş tanrısı Mars’tan alan mart aylarının sonlarında durmadan festival üstüne festival yapması, nevruz alışkanlığının, yani aslında doğanın doğum sevincine ortak olmanın dışında bir başka açıklaması olabilir mi?

KORUYALIM Kİ HAKKIMIZ OLSUN

İki gün sonra Nevruz. Çocukluğumda Dallas serbestti ama nevruz yasaktı güzel ülkemde. Çünkü eski yönetimlerin, nevruzu başka şey zannetmeleri, dünya kültürünü reddetmeleri, bir de üstüne yalan-yanlış şekilde “bizim kültürümüzde yok öyle şey” diye inat etmeleri dayatmıştı o yasakları. Bizim kültürümüzde olmadığını söyledikleri şeyi, Orta Asya’daki Türk kardeşlerimiz, hele Azerbaycan, nasıl bir coşkuyla kutlar binlerce yıldır aralıksız, ona bile bakmamışlardı. Demem o ki dostlar, biz her ne kadar çivisini çoktan çıkarmış olsak da Dünya, bizi kayırmaya devam ediyor. Her millete mensup kadirşinas insanlar, çıkartılan o çivileri inatla yerine yerleştirmeye, bir daha çıkmasın diye önlemler almaya gayret ediyor ama yetmiyor tabii. Şu doğum coşkusu tamamen yitip gitmeden el ele birşeyler yapmak gerektiğini bilmek de yetmiyor artık. Doğrudan yapmaya başlamalıyız. İşte o zaman tam anlamıyla nevruz kutlamaya yüzümüz olur bence. Aksi halde, şiddet uyguladığı karısına, doğum yaptığı için çiçek alan adamın durumuna düşeriz, büyük ikiyüzlülük, büyük sahtekârlıktır. Sahip çıkacağımız tek gezgende, bütün insanlığın “yeni günü” kutlu olsun.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

SERİN VE YAĞIŞLI

Nevruz biraz serin ve yağışlı geçecek gibi görünüyor ama önümüzdeki hafta kar bile beklendiğini göz önüne alacak olursak, normal bir durum bu. Bugün (Cuma) doğulu yönlerden tuhafça esecek rüzgâr, yarın ve pazar poyraza dirise edip serinliğe katkıda bulunacak elbette. Yağış, hafta sonu boyunca üzerimizden eksik olmuyor gibi. Ama ne önemi var? Bahar geldi bir kere, geri dönülür mü bundan? Neşeniz daim olsun, kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları