Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Can yeleğinizi takın lütfen zira tavla oynayacağız! İşin ucunda batmak da var.

Haberin Devamı

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Foçalı büyüklerimizin kurduğu Marsilya limanı. Ki zaten ismi liman kenti demek.

Genel kabul görmüş bilgileri tersyüz etmeyi, ‘Ya yanlışsa? Ya doğrusu başkaysa?’ diyerek tekere çomak sokmayı seviyorum. Zira bana göre ilerlemenin, doğrunun hem tek olanına hem de göreceli olanına ulaşmanın biricik yolu sorgulamaktan geçiyor. Doğru tahmin ettiniz, bu yazıda da birşeyler sorgulanacak ve bugüne kadar kabul görmüş bilgilere kafa tutulacak. Ama bence yine hoş bir yolculuk bekliyor bizi.
Efendim, geçen hafta, gezegenlerin isimleri hakkında konuşurken, Dünya’dan sonraki yuvamız olmasını planladığımız Mars’ın, Roma panteonu tanrılarından birinin adı olduğunu vurgulamış, daha önceki başka bir yazıda da mart ayının isminin yine bu tanrıdan geldiğini söylemiştim. Mars, Yunan panteonundaki savaş tanrısı Ares’in Roma uygarlığındaki versiyonuydu. (Hatırlamayanlar için adres verelim: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/uzerinize-bir-sey-alin-uzayda-yuruyuse-cikiyoruz-41452143)

Haberin Devamı

YOLA ÇIKALIM ARTIK

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Şimdi bütün o Roma’ydı, takvimdi, gezegendi, kalsın bir yerde. Lütfen gazete sayfasının bir tarafına doğru süpürün onları. Ve can yeleğinizi takın. Çünkü tavla oynayacağız! İşin ucunda batmak da var. Kızıldeniz haritasına baktınız veya daha iyisi oraya gittiniz mi hiç? Ben gitmedim ama haritasına çok baktım. Hayır gün içinde durup dururken bakmıyorum elbette, konusu geldikçe açıp bakar, nerede ne var öğrenmeye çalışırım. Zevklidir haritaya dalıp gitmek. Kızıldeniz de önemli bir yer elbette. Hele Hz. Musa asasıyla ikiye ayırıp içinden koskoca kavmini geçirdikten sonra dünya kamuoyunda Kızıldeniz’in popülaritesi artmış olmalı.

MARSA FALAN, PORT FİLAN

Kızıldeniz haritasına dikkatli baktığınızda, örneğin bizim Gökova’daki gibi ufak tefek girintiler, koylar, yani tekneler için tam da limanlık, demir atmalık yerler göreceksiniz. Bazıları fazla sığ olduğu için işe yaramaz ama küçük kayıklar rüzgârın hiddetinden ve denizin şiddetinden kaçarak oralara sığınabiliyorlar. Bölgede Arapça hâkim olduğu için, yer adları da haritalarda Arapçaları ile yazar elbette. Tarif ettiğim, teknelerin sığınabileceği girintilere ‘çapa, demir yeri, kanca’ gibi anlamlara gelen şu isim verilmiştir: Marsa. Çapa ve demir yeri anlamı, marsa sözcüğüne ‘liman’ anlamını da katmış zamanla. Avrupa haritalarına bakarken ‘port falanca, port filanca’ görüyorsunuzdur, işte o ‘port’un Arapça karşılığı bu ‘marsa’.
Diyeceksiniz ki “Bütün bunların tavlayla ne ilgisi var?” Var var, bence hissetmeye başladınız bile çoktan. Tam olarak hissettiğiniz o noktaya doğru ilerliyoruz şu an. Az daha sabrınızı rica ederim.
Marsa sözcüğü sadece Arapçada ‘liman’ anlamına gelmiyor. Yeni öğrendim, Rumence’de de aynı anlama geliyormuş ancak artık pek kullanılmıyor anlaşılan. Daha ziyade yine ‘port’lu lafları tercih ediyorlar.

Haberin Devamı

SAMİ DİLLERİ ve HİNT-AVRUPA DİLLERİ

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Mısır’ın Kızıldeniz’deki turistik merkezlerinden Marsa Alam.

Söylemeliyim ki, Romen ve Latin dilleri olarak bilinen dillerin yoğun sözcük alışverişi vardır, tarih boyunca da bolca olmuştur, çünkü kökleri aynıdır. Latince! Eh, Latincenin Hint-Avrupa dil ailesinden olduğunu da biliyoruz. İçinde Arapçanın da bulunduğu Sami dilleri ile Farsça ve Hintçenin bulunduğu Hint-Avrupa dillerinin aynı coğrafyada iç içe, yan yana, omuz omuza yüzlerce yıl konuşulduğunu ve halen konuşulmakta olduğunu da bilmiyor muyuz? Biliyoruz tabii. Yunanca ile Türkçenin köken olarak ilgisi olmasa da, Yunanlar da biz de cacık diyoruz veya pilaki diyoruz mesela. Liman sözcüğünün Yunanca kökenli olduğunu daha önce yazmıştım. Yüzlerce sözcük var dilimizde Yunancadan gelen. Olamaması mümkün değil. Birlikte yaşadık bin yıl. Biz Anadolu’ya geldiğimizde, bu topraklarda onların dili konuşuluyordu, otlar yemyeşildi ve kuzeydeydi güneş. Harmanlandık işte ve yan yana gelen bütün kültürler için söz konusudur bu. Güzeldir harmanlanmak. Zenginliktir.

MARE NOSTRUM

Haberin Devamı

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Kızıldeniz’den bir marsa. Deve de promosyon.

Bu kadar lafı ettim çünkü Romalıların Akdeniz için kullandığı ‘Mare Nostrum’ lafını daha önce duyduğunuzu biliyorum. Nostrum, ‘bizim’ anlamına geliyor, ‘mare’ ise ‘deniz’. Latince mare, deniz demek. Marinus dendiğinde, ‘denizle ilgili’ demek istiyorlar. Şimdi bu kadar akraba olan dillerin, hemen hemen aynı şeyi tarif ederken kullandıkları seslerin birbirlerine bu kadar benzemelerini ‘tesadüf’ olarak değerlendirmek bana fazla saflıktan öte bir şey gibi geliyor. Dünyanın tarihini, binlerce yıl içinde olup bitenleri, kültürel etkileşim ve alışverişleri reddetmek anlamına da gelmiyor mu?

SENSİN TESADÜF!

Yıllar önce Hintçeden adım adım Farsçaya, oradan da dilimize gelen ‘avare’ sözcüğünün, teknelerin limandan ayrılması, karadan uzaklaşması anlamına gelen ‘avara’ sözcüğü ile aynı şey olduğunu yazdığımda, (bu sayfada da yayımlandı) sözde bu işlere kafa patlatan bir arkadaşım, “Ama sözlük İtalyancadan geldiğini yazıyor, yanlışın var. Bu sadece bir benzerlik” demişti. Hadi canım! Anlamları aynı, sesleri aynı ama aynı değiller! Neden bu inat?
Şimdi ben size diyeceğim ki, Foçalıların MÖ 600 civarında kurduğu Fransa’nın Marsilya kentinin adı da benzer ses kökünden geliyor olabilir. Kentin Foçalılar tarafından verilen ilk adı Marsilya değil, Massalia. Ve anlamı: Liman kenti! Bak sen şu tesadüfe!

ÖĞREN DE GEL!

Haberin Devamı

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

Atatürk Yalova’da tavla oynarken. Şimdi Atatürk düşmanları çıkıp, ‘gördünüz mü, ha bire tavla oynardı, düşmanlardan o kurtarmadı bizi, evliyalar kurtardı’ fualan derse hiç şaşırmam.

Gelelim artık tavlaya. Çok severim. Tabii kazandığım zaman daha da çok severim. Oynarken konuşurum, karşımdakini sinir etmeye çalışırım. Çünkü tavla oynamak eğlencedir bence, İkinci Dünya Savaşı sırasında düşmanın şifreli mesajlarını deşifre etmeye çalışan kriptolog ciddiyetiyle oynanmaz ki! Güle oynaya oynayacaksın, karşındakini iki mars bir oyunla yeneceksin, tavlayı kapatıp rakibinin koltuğunun altına sıkıştıracak ve ‘Öğren de gel’ diyeceksin. Klişe de olsa ne var yani, eğlenceli işte kardeşim.
İki mars bir oyun lafını duymayan var mı? Tavla bilmeyenler bile duymuştur. Tıpkı tavla bilmeyenlerin düşeş veya hepyek laflarını duymuş oldukları gibi. Oyun tek sayıdır, mars ise iki sayı. Yani iki mars bir oyun kazanan kişi 5 puan alır ve tavlanın bir partisi biter. Tavlada 5 olan kazanır çünkü.

Haberin Devamı

TAM ANLAMIYLA BATMAKTIR MARS

Mars, hezimete uğrayan kişi için epey ağır bir sonuçtur. Tek pulunu bile toplayamamıştır çünkü. Karşısındaki bütün pullarını zevk içinde, kahkahalar ata ata toplarken o, durmadan gele atar veya zar atacak hali bile kalmamıştır oyun içinde. Kazanan rakibi, bütün pullarını eline aldığında, önündeki bölümü tertemiz ettiğinde, onun bütün pulları önündedir, teki bile eksilmemiştir. Batmıştır kısacası!
Batmıştır derken şaka yapmıyorum, ‘kelimenin tam anlamı ile’ batmıştır. Çünkü mars, Arapça ‘suya daldırmak’ demek! Yani mars olan kişi, rakibi tarafından denize (veya suya) bandırılmıştır! Batmıştır işte, daha ne olsun!

TABELACI GELDİ HANIM

Bu arada Arapça tavla sözcüğünün, tabla, tahta gibi anlamlara geldiğini, bizim dilimizde kullanılan tabela lafının aynı kökten olduğunu, bunun da Latincede tabula diye geçtiğini söyleyip kafanızı karıştırmak istemem. Biri çıkıp ‘Yok canım, sadece tesadüf’ der falan... (Yazıya emoji konmaması her zaman iyi değil, şu anda gülüyorum, bilesiniz.)
Ben sizin yerinizde olsam bu hafta sonu mutlaka tavla oynar, karşımdakini güle oynaya suya batırmaya çalışırdım. İki kere bandırın, bir kere oyun alın, skor beş olsun; neşeniz bol, keyfiniz daim olsun.

KÜÇÜK BİR DAVET

Takın can yeleklerini tavla oynuyoruz

8 Mart Pazar günü İstanbul Ataköy Marina’da ‘Batının Doğu Tutkusu’ başlıklı bir söyleşim var. Yolu yakın dostları beklerim. Sayfanın okurları daha çok keyif alacaktır.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

ILIK AMA SICAK DEĞİL

Baharı görmeden yaz geldi geçti diye bir şarkı var ya hani, bu sefer kışı görmeden yeniden yaz gelmeye başladı demek yerinde olacak sanırım. İki gün önce sokakta kısa kollularla dolaşanlar vardı. Tarihin tüm “en soğuk” zamanlarının kaydedildiği şubat ayından söz ediyoruz! Ama endişeye gerek yok, olur böyle şeyler, ilk kez olmuyor, sıcak şubatlar daha önce de kayda geçmiş. Bugünden itibaren pazar akşamına kadar hafif, genellikle güneyli havaların etkisiyle pek soğuk olmayacak ama bu sıcak olacak anlamına gelmiyor. Yağış beklenmiyor. Önümüzdeki haftanın; geride bıraktığımız kadar ılık olacağını da sanmıyorum, haritalar şimdilik öyle söylüyor.

Yazarın Tüm Yazıları