Kültürler sofrasının güzelliği

Anadolu, her tabağı farklı bir kültüre ait onlarca lezzetli yemeğin oluşturduğu dev bir sofra gibidir.

Haberin Devamı

Kültürler sofrasının güzelliği

Dev bir sofrayız biz, farklılıkları ve çeşitlilikleriyle zenginliğin zirvesini oluşturan.

Kültür, bizi biz yapan şeylerin tümü olduğu için çok önemli bir kavramdır. Gelin görün ki kavramları sıkça karıştırdığımız için, önümüze gelen şeye kültür demekten de kendimizi alamıyoruz. Bu da üzüntü verici elbette. Temmuz 2019’da bu konuda yazmıştım bu köşede. “Deniz Kültürü ya da Kültür Mantarı” başlıklı yazının linkini, ilgilenenler için buraya alayım. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/deniz-kulturu-ya-da-kultur-mantari-41271572) Fakat buna vakti olmayanlar için bazı hatırlatmalar yapmak gerek. Hiç doğru olmayan şekilde, “deniz kültürü” lafını, ne yazık ki anlı şanlı birçok insan kullanıyor. O yazı da, bu noktadan hareketle kültür kavramını ele alıyor, hangi kavramlarla karıştırılmakta olduğunu belirtmeye çalışıyordu.

Haberin Devamı

BİRKAÇ ALINTI İYİ OLUR

Örneğin o yazıda, etimolojisini açıklamışız kültürün. Bakalım hemen: “Kültür sözcüğü, karmaşık bir Latince sözcükler kaynaşmasından gelir. Koloni sözcüğü de aynı köklerden doğar. Mesela ‘colonus’, aslında çiftçi, ekip biçen kişi demektir. Bunun nedeni de ‘kültür’ün, “ekip biçme” anlamındaki bir köke sahip olmasıdır. İngilizce ‘tarım’ sözcüğü ‘agriculture’ tam da bu noktada karşımıza çıkar. Bunun içinde agri ve kultur olmak üzere iki sözcük vardır. Agri, yine Latince ‘ager’ yani toprak anlamındadır. Ager+kultur da toprağın ekilip biçilmesi yani tarım demektir.”
Birazdan daha derin inceleyeceğimiz gibi, kültür, “toplum” gerektirir. Bunu şöyle yazmışız 2019 Temmuz’unda: “Zaman içinde (ve muazzam bir yolculuklar zincirinden sonra) kültür sözcüğü, toplumsal bir içerik de kazanır, bir arada yaşayan insanların bilgi/görgü birikimi gibi bir anlama bürünür. Aynı zamanda ‘uygarlık’ anlamına da gelir. Bakınız Türk Kültürü dediğimiz zaman, binlerce yıldır Türklerin geliştirdikleri davranış biçimleri, elbette dilleri, müzikleri, sanatları, mutfakları vs. anlaşılır. Çin Kültürü, İngiliz Kültürü, Amerikan Kültürü, Fransız Kültürü, Arap Kültürü gibi tanımlamaların hepsi, toplumsal nitelikleri barındırır. Bir milletin bütün bilgi/görgü birikimini ifade eder.”
Ancak kültür kavramını tuvalete kadar götürdüğümüz de kesin olduğu için, son alıntımızda olduğu gibi, işin cılkını çıkartmışız: “Böyle derin ve kesinlikle ‘toplumsal’ bir anlama sahip sözcüğün ‘sofra kültürü’, ‘tuvalet kültürü’ gibi abuk sabuk ve daracık anlamlara indirgendiğini görmenin üzücü olduğunu sanırım hepimiz fark ederiz. Burada haşmetli kültür sözcüğü, ‘adap’ anlamına indirgenip zavallı bir hale sokulmamıştır da ne olmuştur?”

Haberin Devamı

KARMAŞIK BİR BÜTÜN

Kültürler sofrasının güzelliği

Kimsenin yaşantısı kimseninkine benzemek zorunda değil. Foto Randy Fath - Unsplash

Bu konuyu biraz daha detaylandırmanın gerekli olduğunu düşündürecek olaylar ve söylemlerle karşılaştım geçen bir buçuk yıllık sürede. İzninizle, birlikte dalalım “kültür” deryasına. Efendim, yukarıdaki yüzeysel alıntılardan da anlaşılacağı gibi, kültür için “toplum” gerekir. Her toplum, yüzlerce, binlerce yıl içinde kültürünü oluşturur. İngiliz antropolog Edward Tylor’a göre “Kültür, bir toplumun üyesi olarak insanın kazandığı bilgi, inanç, gelenek, sanatsal faaliyet, hukuk, ahlakî değerler ve diğer yetenek ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür”. Pek çok antropolog (kültür, antropolojik bir kavramdır çünkü. Antropoloji de Türkçesiyle “insanbilim”dir.) kültür için tanımlar geliştirmişlerdir ama istisnasız hepsi, toplumu işaret eder. Yani, bir kültürden söz etmek için, bir toplum olması gerekir. İşte o yüzden Temmuz 2019’daki yazıda, örneğin “deniz kültürü” lafının iyi niyetli ama yanlış bir betimleme olduğunu söylemiştik. Zira denizde yaşayan bir toplum yoktur.

Haberin Devamı

NEYİN KÜLTÜRÜ OLUR?

Aynı nedenle “şarap kültürü” diye bir şey de olmaz. Çünkü şarap içerek/üreterek fıçının içinde yaşayan bir toplum da yoktur. Biri size “sofra kültürü” derse gülün lütfen, aklınıza sofrada yaşayan insanlar gelecektir çünkü.
Peki “din kültürü” diye de bir şey olur mu, gelin birlikte düşünelim. Türk kültürü dediğimiz zaman yaptığımız doğru tanımlamanın içine Türklerin alışkanlıkları, gelenekleri ve daha pek çok şeyi gelir kuşkusuz. Türkiye’de yaşıyorsak, büyük olasılıkla İslâmiyet de akla gelir ama İslam, tek başına küresel Türk kültürünün belirleyicisi değildir. Çünkü Müslüman olmayan Türk toplumları vardır yeryüzünde. Yahudi Türkler vardır, Hıristiyan Türkler vardır, Budist Türkler vardır… İslâm’ın tek başına belirleyici olduğunda ısrar edenler, bu kez Sünnî-Alevî ikileminde kalabilirler. Yine her ikisi de Türk kimliğine dair net bir şey söyleyemez çünkü Sünni Türk vardır, Alevi Türk vardır, Sünni Arap vardır, Alevi Arap vardır vs.

ALTKÜLTÜRLER

Haberin Devamı

Sünni Müslüman Türk ile Alevi Müslüman Türk arasında dinin farklı uygulamalarına ve detaylarına yönelik farklılıklar elbette vardır ama her ikisi de, mesela ortak bir Türk kültür unsuru olan kilimi sererler evlerine ve mesela çayı çok severler. Ayrıca etnik anlamda insanlar kendilerini farklı tanımlayabilirler. Ben Çerkez’im mesela. Kafkaslar’dan gelmiş atalarım. Ama Balkan Türkü dendiğinde ona uzaylıymış gibi bakmam. (Zaten bakamam, eşim Balkan Türkü, acıyın bana!) Kırım’dan gelmişi vardır, Azerbaycan dolaylarından gelmişi vardır, var oğlu vardır. İşte Türk kimliği bir kültürse, onun altındaki inançlara veya mesela etnik kimlikler gibi başka şeylere bağlı gelişmiş farklı kültürlere “altkültür” denir. Hiçbir altkültürde, deniz, sofra, şarap, çay, kahve, tuvalet gibi kalemler yoktur!

Haberin Devamı

DEMOKRASİ VE LAİKLİK

Kültür, ne yazık ki “bilgi” yerine, “görgü” ve “adap” yerine yanlış olarak kullanılan sözcüklerden biri. Bilgi, hemen her zaman sağlam temellere dayalıdır ama görgü ve adap için aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü toplumların, kavimlerin, grupların ve hatta ailelerin görgü ve adabı farklı olabilir. Bizim için iyi, normal, doğru olan bir davranış, karşı apartmandaki bir aile için kötü, anormal ve yanlış olabilir. Birbirimizin boğazına sarılmamıza engel olan şey ise saygıdır. Toplumun kültüründe saygı ve hoşgörünün olması harika bir şeydir ve o toplumun ömrünü uzatır. Ama toplumsal huzur ve barış, kimsenin kendiliğinden saygı ve hoşgörü gösterme becerisine terk edilecek şeyler olmadığından, bugünkü toplumsal hayata “yasalar” egemendir. Demokrasi ve laiklik de tam olarak bunun için vardır. Kimse, bir başkasına kendi doğrusunu, kendi iyisini ve kendi normalini dayatmasın, herkes, diğerlerini rahatsız etmeden özgürce yaşayabilsin diye. Kimse kimseden korkmasın diye. Herkes, kendisi gibi olmayana da gülümseyerek bakabilsin diye.

KİMSE REFERANS DEĞİLDİR

Kültürler sofrasının güzelliği

İnsanlığı güzel yapan da farklılıklarımız elbette.  Foto Luis Espinoza - Unsplash

Kendi yaşam biçimimizi merkeze aldığımızda, yani çevremizde, dünyanın kalanında görüp duyduğumuz her şeyi kendi değerlerimizle yargılamaya kalktığımızda, açık bir yanlışa düşmüş oluruz. Çünkü hiçbir doğru, herkes için doğru değildir. Hiçbir norm, herkese normal olamaz.
Farklılıklarımız olduğu gibi, benzerliklerimizin, ortaklıklarımızın olduğu da açıktır elbette. Yaşadığımız gezegen, yaşadığımız ülke, yaşadığımız mahalle gibi ortaklıklar, bizi her zamankinden farklı bir ortak değerler bütünü oluşturmaya da itebilir. İnancı, dili, rengi vs. ne olursa olsun, koronavirüsün bütün dünyada ortak bir hijyen bilincinin oluşmasına yardım ettiği gibi.

GÜZELLİK FARKLILIKLARDAN

Kültürler sofrasının güzelliği

Gülmek ne yaraşır insana. Her insana. Foto Darshan Gavali - Unsplash

Demem o ki dostlar, hepimiz farklı kültürlerden, değerlerden geliyor olabilir, gelmesek de zamanla kendi değerlerimizi geliştirmiş olabiliriz. Bir arada yaşamak (buna da kültür diyenler var) bir beceridir. Diğerlerini çok iyi bilmem ama bu toplumun, asırlardır, her etkin kökeni, her dinsel inancı, her dili bir arada yaşatabildiğini biliyorum. Ülkemizin en güzel öyküleri, Ortodoks komşusundan aldığı lakerda tarifiyle Yahudi komşusu ile birlikte aynı sofrada oturabilen Müslümanlara dair öykülerdir bence. Mardin’deki, Antakya’daki veya İstanbul Samatya’daki öykülerdir. Farklı kökenlerden gelip birbirine âşık olan gençlerin efsaneleşmiş aşklarının öyküleridir. Anadolu, her tabağı farklı bir kültüre ait onlarca lezzetli yemeğin oluşturduğu dev bir sofra gibidir. (Ki gerçek anlamda bu sofra kurulmaktadır da.) Kendi adıma, onlarca tabağın içinde hep aynı yemeği görmeyi saçma ve tatsız buluyorum. Her gün aynı yemeği yemeyi sevmiyorum. Farklılıkların güzelliğini biliyorum. Sizin de bildiğinizden eminim.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

HELE ŞÜKÜR YAĞIŞ

Yağış olmamasını çoğunlukla “havalar da iyi gitti” diye yorumlarız ama bu hiç de iyi değildir. Biliyorsunuz, barajlarda seviye giderek düşüyor. Gazeteler, TV’ler, “Suyu boşa kullanmayın” diye haberler, bantlar kullanmaya başladı. Bir yandan korona ile mücadele ederken ve hijyen için yeterli su kullanmamız gerekirken, diğer yandan tasarruf etmek beceri ve toplumsal bilinç gerektiriyor. Hâlâ çeşme başlarında hortumla araba yıkayanlara rastlamak üzüntü verici. Bana sorarsanız, maske takmayana kesilen ceza gibi bir cezası olmalı böyle sorumsuzlukların. O da topluma zarar verici bir şey çünkü. Eğer yeterli yağış olmazsa, işimiz çok zor. Hem tarımsal anlamda zor, hem de evdeki kullanımlarımız anlamında. Neyse ki bu hafta sonu biraz yağış geliyor gibi. Cumartesi günü bölgemize girecek yağışlı ortam, görünen o ki önümüzdeki hafta da birkaç gün hafif etkili olacak. Olsun da. Hafta sonu boyunca Marmara’da gündoğusu etkili olacak ama fırtınalar koparmayacak. Ağzı gündoğusuna bakan limanlardaki teknelerin sahipleri biraz tedbirli olsunlar, yeterli.

Yazarın Tüm Yazıları