Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Doğa bizim anamız. İnsan anasına bunları yapar mı?

Haberin Devamı

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Bu hızla yok etmeye devam edersek yakında aynen böyle tane tane satın almak zorunda kalabiliriz. Altın fiyatına. Foto Nikola Jovanovic - Unsplash

Tarıma ne kadar bağlı ve mecbur olduğumuzun ne kadar farkındayız dersiniz? Mesela, “Amaaan, ekip biçmekle uğraşacağımıza şuranın üstüne toplu konut yapalım” diyerek değersizleştirdiğimiz ve geçim derdimiz nedeniyle belki de zorunlu olarak imara açmak için yanıp tutuştuğumuz tarla var ya, hah, işte o olmazsa açız aç!
Diyelim tarlaların hepsinin üzerine ev yaptık, tarla bitti. Denize mi gideceğiz karnımızı doyurmak için? Denizi de bitiriyoruz! Çöpümüzü, lağımımızı, sanayi atıklarımızı doğrudan ya da dereler yoluyla denize boşaltıyoruz. Balığı bitmez mi zannediyoruz? 1970’li yıllarda 150’ye yakın balık türünün bulunduğu Marmara’da artık 5-6 tür var!

DOĞA HER ŞEY

Haberin Devamı

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Şu güzellikleri koruyabilsek ya. Yani dereler kurumasa, doğa çölleşmese. Foto Blake Richard Verdoorn - Unsplash

Tarla veya deniz yerine doğa diyebiliriz. Doğa, yani hayat. Doğa da tanımlanması zor kavramlardan biri. TDK Sözlüğü canlı ve cansız varlıkların bütünü demiş. Taş, cansızdır ama birinin kafasına atmadığın sürece kimseye zarar vermez, doğaldır. Pet şişe mesela, cansızdır, kimseye atmana gerek yok, çöp yerine doğaya attığın zaman zarar vermeye başlar ve bu nedenle hiç doğal değildir. Bizim anlamadığımız şu: Doğa, insana sunulmuş bir market değil! “Git istediğini al, etrafı da kirletip bırak, nasıl olsa biri gelir temizler!” Yok böyle bir şey. Yok çünkü biz de onun bir parçasıyız, biz de doğanın unsurlarından biriyiz. Biz doğanın sahibi, egemeni, müdürü falan değiliz yani. Bize doğayı “al bunu tepe tepe kullan” diye teslim etmedi kimse. Biz onun içinden çıktık. O yüzden doğa ana, toprak ana gibi tanımlamalar kullanırız. Gerçekten anamız o bizim ve biz kendi anamızı kirletiyoruz!

Haberin Devamı

NE ZAMAN DOĞDUN NİNE?

Hayatımızın her anında vardır doğa. Nasıl olmasın ki, biz oyuz zaten. Bakın mesela eskilerin çok kullandığı tabirleri duymuşsunuzdur; yakın zamanlara kadar doğum günü diye bir şey yoktu. Ninenize sorardınız “Ne zaman doğdun?” diye, cevap verirdi cılız sesiyle, “Tütün zamanı doğmuşum ben” gibi bir yanıt alırdınız. Biz bilmiyoruz tütün vaktini artık şehirlerde. Eskiden bütün ülke bilirdi. Mine Kılıç, Takvim Kitabı’nda ne güzel toplamış “Doğum İle İlgili Takvim İfadeleri”ni. “Ne zaman doğdun nine?” sorusuna verilebilecek yanıtlara bakın:
“Kırk ikindi soğukları başladığında”, “kocakarı soğukları başladığında”, “leylekler geldiğinde”, “zemheride”, “üçüncü cemrede”, “buğdaylar firikken”, “zeytin zamanı”, “dutlar sıçan kulağı kadar olduğunda”, “pancar kazılırken”, “erik vakti”, “tütün zamanı”, “pekmez zamanı”… gidiyor liste. (Takvim Kitabı, Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Burcu Yanıklar, Kitabevi, 1. Baskı, 2017, Mine Kılıç makalesi, s.201 vd.)

Haberin Devamı

NEYİ BİLECEĞİMİZİ BİZ BELİRLERİZ

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

İnsanın, kendisini var edene saygısı bu olamaz. Foto Bram Wouters - Unsplash

Hayatımız doğa. Toprak, ekin, tarla, yağmur. Şimdi plazalarda çalışıyoruz (gerçi bir süredir evdeyiz ama olsun), her türlü teknolojik olanağa sahibiz ama doğadan, yani var oluş zeminimizden giderek kopuyor, kendimizi onun dışında ve onun sahibi zannediyoruz. Her şeyi her zaman istiyoruz. Domates mesela. Eskiden kışın domates olmazdı. Çok lazım olursa Antalya bölgesinde seralarda üretilen domatesler “turfanda” olarak imdada yetişirdi. Şimdi her tür ve boy domates yılın her mevsimi var. Oynadık hepsinin geniyle, yapısıyla da ondan. Soğukta yetişsin domatesler diye, Kuzey Atlantik somonundan gen nakledildi biliyor muyuz? Bilen azdır. Bilmeyi tercih ettiğimiz şeyler arasında, herhangi bir akşamki TV dizisinin karakterlerinin, birkaç bölüm önce kime ne dediği, daha çok yer alır.
Yukarıda gördüğümüz gibi doğum günlerimizi bile doğal olaylarla hatırlayan bir türüz. Tabii bu işi yapan bir tek biz Türkler değildik, dünyanın hemen her yerinde böyle idi, halen de böyle. Onun için “tür” dedim.

KİRAZ DİYARI

Haberin Devamı

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Burası, her 60 saniyede bir, bir buçuk futbol sahası kadar ormanın insan eliyle yok edildiği Amazon. Nam-ı diğer, dünyanın akciğeri.
Foto Sebastien Goldberg - nsplash (1)

Her şeyi mevsime, takvime bağlardık, çünkü öyleydi ve aslında hâlâ öyle. Her şey hâlâ takvime bağlı. Bakınız mesela şu anda şubat ayının sonundayız. Şubat hep eksiktir ya, halk arasında ona “gücük” derler birçok yörede.
Karadeniz bölgemizde mesela, haziran ayına gerektiğinde haziran, halk arasındaki kendi konuşmalarında ise kiraz derler. Kiraz ayıdır haziran çünkü. Bilir misiniz, kiraz, ismini Giresun’dan almıştır? Giresun, Helen dilinde “Kerasion”dur ve anlamı “Kirazlar Şehri”dir. Kirazın anavatanı tam olarak burasıdır çünkü. Helence kerasi elbette kirazdır ama bunun Yunanca kökenli değil de belki Luwice gibi eski bir Anadolu dilinden geldiği tahmin edilmektedir. Yunanca kerasi, Fransızcaya cerise (söriz okunur ama bunun önemi yok, yazılışı önemli), İngilizceye de cherry (çeri) olarak geçmiştir. Bugün biz, bizim vatanımızda doğmuş bir meyvenin, bizim vatanımızda doğmuş ismini ödünç verip, sonra onun ödünç alınmış haliyle kullandığımızı bilmiyoruz. Çeri domates ne ki? Kiraz kadar domates demek işte. Bergamota benziyor bu. Bizim “bey armudu”nu biz beg armut diye söylemişiz, nakletmişiz, ta İngiltere’ye kadar gitmiş begarmut, dilleri dönmemiş bergamot olmuş, bugün biz de bergamot diye kullanıyoruz. Kötü bir şey diye söylemiyorum, kültürler etkileşirler ve bu etkileşim bitmez. Hayatımızdaki “doğa”yı anlamak için yazıyorum bunları. (Giresun’da kirazı salamura bile yaparlarmış, yukarıda adı geçen kitaptan öğrendim.) Bu arada Karadeniz bölgemizde birçok yerde ocak ayı için kalandar veya galandar sözcüğünün kullanıldığını da söyleyelim ama Latince takvim anlamına gelen kalender sözcüğüne başka bir yazıda değineceğim.

Haberin Devamı

SEZON DEDİĞİMİZ…

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Sırlarla dolu doğa, bizim sırrımızı da saklar. Onu korumamız şart. Foto Aaron Burden - Unsplash

Konunun bir başka boyutuna dokunalım biraz. Her şeyin bir mevsimi vardır ya hani… Yukarıda değindik biraz, domatesin mevsimi, kiraz mevsimi, ceviz mevsimi, kestane mevsimi… Bunun batı dillerindeki karşılığı olan sezon, elbette Latinceden. Latince sationem sözcüğünden gelmiş. Mevsim anlamında. (Sonradan Latinler tempus sözcüğünü kullanmışlar mevsim için.) Fakat satio sözcüğü de aslında kök değil. Asıl kök, sat. Latince sat veya satis, yeterli anlamına geliyor. Bakın bundan türeyen sözcüklere: Satias: yeterlilik, bereket; satur: dolu. (Satürasyon yani doymuş çözelti anlamında kimyada kullanılır); Saturnus: tarımla ilişkili tanrı ve o dönemde bilinen en uzak gezegen.
Peki neden tarımla/mevsimle ilgili bu sözcük? Çünkü sat kökünden gelen satisfaction, yani doyum, tatmin de bu sözcüktendir ve toprağın tatmin edilmesi anlamına kavuşmuştur zamanla. Toprağa tohum ekilmez mi? Eh, biz insanlar çocuk yaparken aynı benzetmeyi kullanmıyor muyuz, yani tohumu? (Dedim ya, her şeyimiz doğa.)

MUSON RÜZGÂRLARI

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

Hint Okyanusu,sessizce musonlarını bekler. Foto Roberto Nickson - Unsplash

Ama bizim dilimizdeki mevsim Arapçadan gelir. Arapça “mawsim”dir o, hem panayır/bayram/festival anlamına gelir, hem yolculuk/hac vakti anlamına. Bunun da kökünün, hayvanlara vurulan damga anlamına gelen wasm olduğu ileri sürülür. Yani mawsim, hayvanlara damga vurma vakti! Elbette böyle olmak zorunda değil çünkü dilin yolculuğunu kanıtlamak çok zordur. Fakat, dünyanın doğu kısmında bu sözcük çok kullanılmakta. Hintçesi mausam, Cava dilinde mangsane, Endonezcesi Musim, Nepalcesi mausama, Özbekçesi mavsum… Bu lafların söylendiği doğu topraklarının altında hangi deniz var? Hint Okyanusu. Peki bu okyanusta “mevsiminde esen rüzgâr” (ve onun getirdiği çok şiddetli yağışlar) anlamında kullanılan sözcük hangisi? Muson! İşte Batı onu almış olduğu gibi ama orada da olmuş monsoon. Hepsi aynı sözcük aslında. Muson mevsimi denir ama şimdi ortaya çıkıyor ki, biraz tuhaf bir laf! Mevsim mevsimi…

HEMEN BUGÜN DURMALI

İster içinde olduğumuzu bilelim, ister dışında olduğumuzu sanalım. Hayatımızı doğa şekillendirir. Hele kültürümüzü tam olarak o şekillendirmiştir. Bizi var eden doğayı pamuklar içinde saklayacağımız yerde ona etmediğimiz zulüm yok. Ciddi ciddi onu yok etmeye uğraşıyoruz. Eğer hemen şimdi durmazsak, torunlarımız aç kalacak. (Bakın bu laf mecazi falan değil, hakikî!) Bunu bir düşünsek ya. Bu yazının sonuna bir Âşık Veysel deyişi gider bence.

KARA TOPRAK 

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Âdem ‘den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır

Dileğin varsa iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yârim kara topraktır

Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allah’a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır

Bütün kusurumuzu toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarımı düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır

Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU (1894-1973)

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

SOĞUK PEK UZAKLAŞMAMIŞ

Geçen haftadan görülen, bu hafta sonunda havanın ısınacağı idi. Aslında güneyli rüzgarlarla ısınma eğilimi de sürüyor ama pazar günü kuzeye dönecek ve biraz sertçe esecek rüzgâr, havayı yeniden soğutacak ve aynı gün yağış alacağız. Yani pazara kadar ılıklıkla idare ederiz ama pazar günü soğuk ve yağışlı hava bizi yeniden kazaklarımızla buluşturacak. Ufak tefek kar görünebilir ama yoğun bir yağış beklenmiyor. Bununla birlikte önümüzdeki hafta da soğuk görünüyor şu an. Sağlıcakla kalın.

Yazarın Tüm Yazıları