At sütünden aslan sütüne

Türklerin içkisi hep “süt” olmuştur. Orta Asya’da at sütü, Anadolu’da ise aslan.

Haberin Devamı

At sütünden aslan sütüne

Kısraklar sağılır kımız için.

Biz Türkler, Orta Asya’da kımız içerdik. Tarıma çok uygun olmayan topraklarda yaşayan atalarımızın, at sütünü mayalayarak ürettikleri bu alkollü içki (ki içki zaten alkollü içecek demektir) millî içeceğimizdi o zamanlar. Bu, herkes yediden yetmişe durmadan kımız içerdi demek değil tabii. Ama evet, çocuklar da, kadınlar da kımız içerdi Orta Asya’da. Anlaşılan atalarımız, hayatı güzel kılan şeyleri ölçülü yapmak konusunda bugün bizim olduğumuzdan daha becerikli imişler. Çocukların içtiğini de nereden çıkarttım? Anlatacağım.

At sütünden aslan sütüne

Haberin Devamı

Ulusaldır elbette kımız.

KIMIZ NASIL YAPILIR?

Genel Türk Tarihi (Editörler Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Ali Birinci, Yeni Türkiye Yay.) 2. Cilt, s. 375’te Prof. Dr. Salim Koca kımızı şöyle anlatır: “Türkler, milli içkileri olan ‘kımız’ı da sütten yapmaktaydılar. Onlar, kımız yapımında tek bir çeşit süt kullanmaktaydılar ki, o da kısrak sütüydü. Kısraktan sağılan taze süt, önce bir tulumda toplanmakta ve bu tulum dolunca da sütün içine ‘kor’ adı verilen kımız mayası veya biraz kımız ilave edilmekteydi. Bundan sonra ağzı hava almayacak şekilde sıkıca kapatılan tulum, çadırın direğine asılarak ara sıra çalkalanmaktaydı. Tulumun içindeki süt, mayanın ve çalkalanmanın etkisiyle 15-20 gün içinde kımıza dönüşerek içilecek duruma gelmekteydi.
Ekşimiş ayran tadında olan kımız (Kefiri andırıyor olmalı. TT) insanın dilini uyuşturacak kadar sert bir içki idi. Fakat son derece besleyici bir özelliğe sahipti. Hem vücudun direncini artırıyor hem mideyi ferahlatıyordu. Türkler bu içkiyi hem bol bol kendileri içiyorlar hem konuklarına ikram ediyorlardı.”
Ana Britannica ise kımız maddesinde, yukarıda bahsedilen sert kımıza Kırgızların “kara kımız”, bunun dışında henüz sertleşmemiş ve tam alkollenmemiş taze kımıza “sağmal kımız” dedikleri, bunu da kadınlar, çocuklar ve yaşlıların tükettiği yazıyor. Kara kımız sütle yumuşatılırsa adı “erek kımız” olurmuş. Paşa çayı gibi bir şey yani. Aynı maddede kımızın mide, bağırsak ve kalp hastalıklarına karşı etkili yani yararlı olduğu da yazıyor. Bugün hâlâ içiliyor Orta Asya’da.

Haberin Devamı

At sütünden aslan sütüne

Arapların icadı olduğu söylenen arak. Yani rakı. Etiketinde ‘arak’ yazıyor.

DAMITMA USTASI ARAPLAR

Yanımızdan hiç ayırmadığımız, hayatımızı olduğu gibi paylaştığımız atlarımıza atladık yeniden ve batıya yöneldik. Fakat batıya düz bir çizgi halinde ulaşılamıyordu ve dolayısıyla Hazar Denizi’ni güneye inerek geçmek durumundaydık. Hazar’ın güneyinde İran vardı. Onlarla kaynaşınca -ki zaten asırlardır, İslâm daha yokken dahi temas halindeydik- İslâm’la da tanışmış olduk. Kimimiz hemen kabul etti İslâm’ı, kimimiz atalarının inançlarından sıyrılmadı hemen. (İslâm’a geçmemiş Türk boyları bugün de var.) Biraz daha ilerleyip “daha Arap” topraklara vardığımızda da yeni şeyler öğrenmeye devam ettik. (Arap deyince aklımıza sadece Suudi Arabistan gelmemeli. Bugün Afrika’nın Atlantik sahilinden, doğuda İndus vadisine kadar çok geniş topraklarda Arapça konuşulur ve halklar kendilerini Arap olarak tanımlar.) Çok kadim kültüre sahip Araplar, damıtarak alkol üretmenin yeryüzündeki en eski ve becerikli ustasıydılar. O kadar ki, “alkol” ismi bile Arap dilinden geliyordu: “al-Kuhl”.

Haberin Devamı

ARAP MI, ÇİN Mİ, TÜRK MÜ?

Çok büyük olasılıkla Arapça ismi “arak olan “rakı” ile de o sıralarda tanıştık. Zaten ismi bile ele veriyor ama bir başka teori daha var bununla ilgili. Orta Asya’da yaşarken, çok yakın ilişkiler içinde olduğumuz Çinlilerden öğrendiğimiz bir teknikle, ürettiğimiz kımızdan “damıtarak”, ismi “araga” olan başka bir içki elde ettiğimiz, bu ismi de geçerken Araplardan aldığımız iddiasının tam tersine, ismi onlara verdiğimiz ileri sürülür. (Rakı Ansiklopedisi, Overteam Yay., 2. Baskı, 2011, s.454) Hangisi doğrudur şimdilik bilmiyoruz, daha net kanıtlar bulunur belki. Fakat kesin olan şey şu ki milli içkimiz kımızdan rakıya evrilmiş. Öyle olmasaydı, Prof. Dr. Erdoğan Merçil, “Türkiye Selçuklularında Meslekler” kitabının (Bilge Kültür-/Sanat Yay., 2020) 172’nci sayfasında “meyhanecilik” mesleğinden; tatlı dilli ve çok bilgili Evliya Çelebi’miz de Seyahatnâmesi’nin İstanbul’un anlatıldığı ilk cildinde “rakıcılar esnafı”ndan bahseder miydi? Hem de bakın Evliya Çelebi’miz ne diyor rakıcılarla ilgili: “Bütün otlardan gülsuyu gibi rakı çıkar. Leh diyarında bin tür rakı olur ama külefsen ve horilka rakısı hepsinden öldürücüdür. Bunun da sarhoşluğu haramdır, yoksa damlası haram değildir.” Türkçesi şu: Sarhoş olmadan iç, azı karar çoğu zarar!

Haberin Devamı

At sütünden aslan sütüneSULTANIN HİDDETİ

Rakı ile ilgili anlatacak çok hikâye var ama sayfalara sığmaz. Fakat biz en güzel anlatanlardan birine başvurup, tarihimizin en güzel içen adamlarından olan Bekrî Mustafa ile tarihimizin en hiddetli hükümdarlarından IV. Murad’ın -muhtemelen bildiğiniz- bir anısına bakalım. Tarihimizin en amansız içki yasakları bu padişahın devrinde yaşanmıştır; Revan ve Bağdat fatihidir ve bu fetihleri, Topkapı Sarayı’ndaki köşklerle de taçlandırmıştır ama bu iri yapılı, çok güçlü kuvvetli padişah ne yazık ki yasakladığı içkiyi hiç bırakamamış, sürekli içmiş ve muhtemelen de bu yüzden sadece 28 (yirmi sekiz) yaşında göçüp gitmiştir. Sultanın hiddetinden, geceleri uyguladığı sokağa çıkma yasakları nedeniyle kellesiz kalmaktan kim kurtuluyormuş biliyor musunuz? Elinde defter-kitap olanlar. Okuyup yazanlar, IV. Murad’dan saygı görürlermiş! Bu da bir ara not olarak eklenmiş olsun.

Haberin Devamı

İKİ YUDUMDA PADİŞAH KESİLDİNİZ

Gelin görün ki Bekrî Mustafa’nın öyküsü ayrı bir âlem. Üsküdar iskelesinde kayıkçılık yapan Mustafa, bir şekilde tanınmış bir akşamcı. Haber ulaşmış IV. Murad’a. Tebdil-i kıyafet sokaklarda dolaşıp cellatlarına iş çıkardığı günlerin birinde, Sadrazam Bayram Paşa ile birlikte iskeleden özellikle Mustafa’nın kayığına binip “Çek İstanbul’a!” derler. (İstanbul, Saray’ın bulunduğu yaka.) Kayık Kızkulesi hizasını geçince, kayıkçı Mustafa, oturağının altından rakı testisini çıkartıp iki yudum çeker. Padişah, “Babalık, nedir içtiğin?” diye sorar. Mustafa “Bâdedir” diye yanıtlar. “Bize de birer cür’a versene” der Padişah. (Cür’a: yudum) “Vazgeçin. Ben kırk yıllık Bekri Mustafa’yım, içerim ama belli etmem, siz ise çaktırırsınız, hem kendinizi hem beni yakarsınız” diye yanıtlar Mustafa ama Padişahın ısrarına da dayanamaz verir. Sonuçta karşısındaki, uzun boylu, çok yakışıklı, gencecik ve civanmert bir delikanlıdır. (28 yaşında vefat ettiğine göre bu anı sırasında kaç yaşında olabilir ki zaten?) Hem Sultan Murad hem de Sadrazam, birkaç yudum çekip testiyi geri verirler sahibine. Bu sırada Padişah, “Bre babalık, sen padişah yasağından korkmaz mısın?” diye sorar.
“- Korkarım elbet ama deniz ortasında bade çektiğimi padişah nereden duyacak?”
“- Ya ben söylersem?”
“- Söyleyemezsin ki, sen de içtin.”
Bu sırada Bayram Paşa karışır söze: “- Ya şu ağa, padişahımız Sultan Murat Han ve ben de onun veziri Bayram Paşa isem?..”
Bunun üzerine Mustafa kürekleri bırakıp kahkahalarla gülmeye başlar. “Ben size içmeyin, yüzünüze gözünüze bulaştırırsınız demedim mi? Daha iki yudum içtiniz, biriniz padişah oldu, biriniz vezir!” Bu yanıt Sultan Murad’ın hoşuna gider ve başka bir şey söylemeden, hem de iyi bir ödeme yaparak kayıktan inip giderler. (Reşad Ekrem Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Doğan Kitap, 2003, s.25-26)

At sütünden aslan sütüne

Topkapı Sarayı bahçesinde yer alan Revan Köşkü, IV. Murad'ın askerî başarılarının bir abidesidir.

YÜREK GEREK

Osmanlı tarihi, evlerde yapılması mümkün olduğundan rakılı öykülerle doludur. Sadece yeniçeriler hakkında bilgi edinmek bile bu konuya yaklaştırır bizi. Payitaht’ın (İstanbul’un) gedikli meyhanelerinde rakı güğümlerinin üzerine pirinçten bir yürek şekli konurmuş. (Reşad Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, Doğan Kitap, 2004, s.111) Bu, “Rakıyı, yüreği sağlam insanlar içsin. Yüreği sağlam olmayan, içtikten sonra yerlere serilecek, ağzını ve duruşunu bozacak, mazluma, masuma, karısına, çocuğuna el kaldıracak, huzur bozacak yüreksizler içmesin” anlamına gelirdi. Rakıya bu topraklarda işte tam olarak bu nedenle “aslan sütü” adı verildi. Yoksa içen aslan kesilsin diye değil!
At sütünden aslan sütüne evrilmemiz ve her ikisini de milli içkimiz kılmamız, muhtemelen o yüreğe sahip olmamızdandır. Eh, büyük Atatürk’ümüzün de tercihinin rakı olması başka neye bağlanabilir ki? Bütün dünyaya kafa tutmuş, yıkılmış ve yok olmak üzere bir milleti diriltip özgürlüğüne kavuşturmuş aslan yürekli bir adam, aslan sütü içmeyecek mi yani?

NE DİYE SÜT İÇERİZ Kİ?

Süt demişken... Hayatımızda büyük önemi var sütün. Türk mitolojisi, atalarımızın “kurt sütü” ile hayatta kaldıklarını söyler. Ardından Orta Asya steplerinde at sütü ile enerjimizi toplarız, Anadolu’da da aslan sütü ile. Lakin, bir de inek sütü ile bolca temasımız var. Doğrusunu söylemek gerekirse, anne sütünün önemini anlatacak değiliz ama anne sütünden kesildikten sonra inatla süt içmeyi sürdüren tek canlı türü biz insanlarız nedense! Kardeşim, içtin sütünü, belirli bir vakte kadar aldın alacağını, sonra kesildin de sütten, bırak değil mi? Yok, inatla içiyoruz! Uygun olmasa gerek ki, insanların çoğunda laktoz hassasiyeti var.

At sütünden aslan sütüne

Nereden bilecek bu bebek, ta Sümerlerden beri kullanılan eşyayla karın doyurduğunu. Foto Lucy Wolski -Unsplash

BİBERON HALLERİ

Fakat bebeklerimize gerek anne sütü, gerek “mama” gibi sıvı besinlerini verirken kullandığımız biberonlar var ya, işte onlar bizi başka bir yere götürüyor. Biberon Türkçeye Fransızcadan girmiş. Ona da elbette Latinceden: “bibo” kökünden gelen “bibere”. Anlamı: İçmek! Peki Latince bunu nereden kaptı dersiniz? Her şeyi oraya bağladığımı zannetmeyin ama ne yapayım, gerçek şu: Sümerce “bibra”, Akkadca ise “bibrum.” Anlamı “içki kabı”. (Büyük Sümerce Sözlük, Nafiz Aydın, Türk Dil Kurumu Yay.2013, s.1045) Yani beş, altı bin yıl önce Sümerler, “içki” içtikleri kavanoz kılıklı kaplara, bugünkü haliyle “biberon” derlermiş. Türklerle akrabalıkları tartışılmakta olan Sümerler’in biberonlarına koydukları içkiye ne isim verdiklerini, ne “sütü” içtiklerini söylediklerini öğrenince bunu sizinle yeniden paylaşacağım.

At sütünden aslan sütüne

Türkler, Kuruluştan Kurtuluşa at üstünde oldular. Koca yürekli büyük Atatürk de atları çok severdi.

ASLANI SAĞMAK

Bu yazıyı rakı güzellemesi olsun diye yazmadım. Ama “atalarımız” deyince nedense sanılıyor ki, biz ne içerdik, ne başka keyifler peşinde koşardık! Olur mu öyle şey? Tarih her şeyi kaydetmiş, bugün de kaydetmeyi sürdürüyor. Açıp bakan görür. İsteyen içer, istemeyen içmez. Sadece şunu söylemeli: Her şeyin azı karar, çoğu zarar. Bu konuda Kabalist bir yorum, içkiyi alegorik olarak bir kuzu, bir aslan, bir maymun ve bir domuzla anlatır. Bir kadehi insanı kuzu gibi yapar; iki kadehten sonra kişi kendisini ormanların kralı kadar güçlü hisseder; üçüncü kadehten sonra kendimizi maymuna, dörtten sonra da çamurda yuvarlanan domuza çeviririz! (Zohar’ın Temel Öğretisi, Rav P.S.Berg, Ç.:İsmail Erk Deliormanlı, Destek Yay., 2021, s.111) Hem zaten bu aralar “aslan sütü” ismi “yüreklilikle” daha fazla ilintili. Satın almak yürek ister; sahiden gidip aslanı sağmak gibi bir hâl aldı fiyatlar. Neyse... Haftaya mitolojilerdeki sütü inceleyelim birlikte. Kalın sağlıcakla.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

KÜÇÜK BİR MOLA

Birkaç gündür etkili olan ve yükseklere kar olarak düşen yağış, bu hafta sonu biraz mola vermek istiyor gibi görünüyor. Öyle iliğimizi kemiğimizi ısıtan bir havadan söz etmiyoruz ama eğer parçalı bulutlar izin verirse Güneş bize gülümseyebilir ve hem sağlığımız için, hem de ruhumuzun neşesi için böyle fırsatları değerlendirmekte yarar var. Malum, gün ışığı demek, bol bol bedava D vitamini demek. Rüzgâr pusula etrafında dönüp durarak kararlı ve güçlü bir noktaya ulaşmıyor ama yelken açacaklar için söyleyelim, cumartesi güneyli, pazar ise kuzeyli hava işe yarar nitelikte.

 

Yazarın Tüm Yazıları