İstinye Park İzmir

Bu ülkede AVM’ler hakkında olumlu bir şeyler söylemek cesaret ister. Anında yaftalanırsınız. Bu yerlerin şehirleri kimliksizleştirdiği, esnafa zarar verdiği söylenir. Geçen hafta İzmir’de İstinye Park AVM açıldı.

Haberin Devamı


450 milyon dolarlık bir yatırımla, 270 mağaza ve 79.600 metrekarelik bir ticari alan, 5 yıldızlı bir otel ve 20.000 metrekarelik şehir parkı, üstelik 4000 kişiye istihdam olanağı sağlayarak kent envanterine dahil oldu. Tamam, o bölgenin trafiğine yönelik bir takım olumsuzluklar yaşanacaktır. Maalesef meslek odalarının başvurusu üzerine yargı kararı ile orada bir katlı kavşak düzenlemesi yasaklanmış durumda.
Neyse, esas konu bu değil.
İzmir’imizi değerlendirenler hep şehir içi cazibesinin eksik olduğunu belirtirler. Yabancıların bile, gemilerle geldiklerinde, doğrudan Efes-Bergama yapıp geri döndüklerinden söz edilmiştir. Tabii ki bu eksikliğin bilincinde olarak temiz bir körfez, marinalar, otantik Kemeraltı ve benzer çabalar devam etmektedir. Ama muhteşem bir AVM de hiç şüphesiz bu kente katılan bir değerdir. Bulunduğu yeri eleştirebilirsiniz, ancak 450 milyon dolarlık bir yatırımın yatırımcısı muhtemelen bu sayede ikna olmuştur.
Bu arada şehir merkezine geçmişte bu tutarda özel sektör yatırımını başka kimler yapmıştır, hatırlamıyoruz.
Umarız bugünün ekonomik ve pandemi koşullarında bu işin fizibilitesi tutar.
Neyse, o bizim işimiz değil. Konumuza dönersek;
AVM’lere hep “vurun abalıya” söylemi geçerlidir, dedik.
Oysa normal tüketiciler yönünden;
* Hoş bir sosyal ortamdır, trafiğe kapalıdır,
* Park yeri problemi minimumda yaşanır,
* Kapalı mekânları kışın sıcak, yazın serindir,
* Açık hava seçeneği vardır,
* Mağazalar, mekânlar kurumsaldır,
* Hijyendir, işporta çığırtkanlığı yoktur,
* Her mekân fişini, faturasını keser,
* Mekânların çoğu yerli sermayedir ya da ürünler Türkiye’de üretilir.
Yani hiç de öyle “cüzzamlı” muamelesini hak eden yerler değillerdir.
Özetle; kent getirisi götürüsünü çok aşan İstinye Park İzmir’e şehrimize hoş geldin, diyoruz.

Haberin Devamı

VAZGEÇEMEDİĞİMİZ HAMASET

İZMİR’de resmi bayram etkinlikleri Cumhuriyet Meydanı’nda kutlanır. Her bayram ve öncesi provalarda öğrencilerin coşkulu nutukları, şiirleri kulaklarımızı çınlatır. İçerik hemen hiç değişmez. Programlanmış bir hamasetle “millet ve devlet” yüceltilir. Dış ve iç düşmanlara karşı uyarıldığımız klasik ritüelde, her nedense “insan hakları, demokrasi, evrensel hukuk, dünya barışı, ifade özgürlüğü, etnik zenginlikler” gibi konulara temas ettirilmez. Galiba ulus devlet olmanın kalıplaşmış bir gereğidir bu. Başka ülkelerde de durum pek farklı değildir. Örneğin, aykırı tavırları ve provakatif söylemleri ile bilinen “Sevan Nişanyan”, hatırlanacağı üzere hapishaneden firar etmiş, Yunanistan’ın Samos adasına yerleşmişti. Sevgili Sevan aynı sorgulayıcı ve sivri tutumunu oradan da aynen devam ettiriyordu. Geçenlerde Yunan makamlarını rahatsız etmiş olacak ki sınır dışı edildi.
Devletler, realite ne olursa olsun, sanki tartışmaya kapalı bir büyülü fanus oluşturup, bir illüzyonu sürdürmeyi vazgeçilmez addediyorlar. Netameli konuları seslendirenlere dünyanın her yerinde sıkıntı çıkartılıyor. Ülkemizde de yakın geçmişte; Afgan ve Suriyeli göçmenlerde, Azerbaycan-Ermenistan savaş karşıtı tutumlarda, LGBT-İ haklarında... insan odaklı bir şeyler söyleyenlere sert eleştiriler gecikmedi.
Diyeceğimiz; “neyin ne olduğunu, doğruyu, eğriyi, yalanı, yanlışı, gerekliyi, gereksizi” bilmemize rağmen, birbirimizin birikimine adeta sağır kalarak, vasat biçimlendirmelerin konforuna yaslanmayı ve genç kuşakların zihnini hümanizmaya kapamayı marifet belliyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları