Gazeteci dediğin

BİR gazeteci; vatanına, milletine aşık olduğunu her daim söylemesin, dinine, diyanetine uygun bir yaşamı eş zamanlı sürdürdüğünü gözümüze sokmasın, ezilenlere dair duyarlılığı sadece bir kesimle sınırlı tutmasın, enternasyonalist olduğu iddiası ile yaşadığı ortamın gerçeklerinden kopuk yaklaşımlar türetmesin, olması gerekeni “meziyet” diye pazarlayarak “doğru, dürüst” olunduğuna dair bir imaj dayatmasın, laf ebesi yeteneklere sahip olmayı mesleğinin yeter şartı saymasın...

Haberin Devamı

 


Bir gazeteci; vicdan sahibi olsun, demokrat olsun, araştırsın, teyit etsin, dik dursun, işinin gerektirdiği moral değerlere sahip olsun, o değerleri korumanın tatmini ile mutlu olsun, bir kamu hizmeti yaptığının bilincinde olsun, geçim kaygısının onu zedelemesine imkan tanımasın, yazılarında, röportajlarında muhatabı karşısında ön yargısız ve objektif olsun, hiçbir politik görüşün ve ideolojinin askeri olmasın...
Bir amatör köşe yazarı olarak gazetecilik mesleğinden anladığım bunlardır. Kutsal olan halkın haber alma hakkıdır. Gazeteci sadece bu işin “vasıtası”dır. Ötesi rol çalmaktır, had aşmaktır. Gazeteci mesleğin dışına taşmaya görsün nereye savrulacağı belli olmaz.

------------

KAPI DUVAR

YAŞAM içerisinde bir hareketlilik oluşabilmesi için “etkiye tepki” gerekir. İçinizde istediğiniz kadar öfke biriktirin, hiddet gösterin, şayet karşınızdaki hiçbir tepki vermiyorsa durumda bir değişiklik olmaz. Ülke siyasetimiz de bu esas geçerlidir. Muhalefetten sosyal medyaya sıkıntılı görülen konuları gündeme getirerek sarsıcı sonuçlar doğurmasını bekleyenler, muhatap aldıkları nezdinde kaale bile alınmıyor ve hiçbir şey olmuyorsa, bu durum demokrasileri “dumur”a uğratır.
Yaşanan son olaylar; sükunetle tepkisiz geçiştirilmeye çalışılıyor. Haliyle, bir müddet sonra köpürtülen her şey “bayatlıyor” ve ülke gündeminden düşüyor. Genellikle dünyadaki bütün iktidarlar hesap verme zemininin sadece “genel seçim” olduğunu düşünüyor. Bağlı olarak, adli ve idari bürokrasi de uyumlu ve sakin tutum alıyor. Neticede, ortada kendini boşuna “helak eden” bir takım muhalifler kalıyor, “anlat anlat heyecanlı oluyor” klişesine hep birlikte alışılıyor.
Şunu unutmamak gerekir; Türkiye’de saygı gösterilen bir “sandık” söz konusudur. Esasında geçmişimize dair, zaten kuvvetler birliği dışında bir tecrübemiz hiç yoktur. Selçuklu’dan Osmanlı’ya tüm sultanlarımızın iradesi “mutlak” olmuştur. Hani Abdülhamid bir ara kerhen yetki paylaşımı yapmışsa da, ilk fırsatta 33 yıllık “istibdat”ına geri dönmüştür. İttihat Terakki’nin ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da aynı anlayış egemendir. Çok partili hayat esnasında yaşanan 1960, 1971, 1980 ve sonrası müdahaleler kuvvetler ayrılığının kağıt üzerinde olduğunu gösterir.
2000’li yıllara gelindiğinde ilk defa “acaba mı” denmeye başlanmıştır. Ama “anlaşılmaz olmayan” sebeplerle kısa zamanda “yerleşik nizam” tek elden yönetilmenin “bahtiyarlığına” halkımızı kavuşturmuştur. Halen “sandık” mevcudiyetini koruyor. An itibari ile hiçbir tartışmayı karşılıklı beslenmek ve fayda üretmek için yapmıyoruz. Bizi yönetenlerin veya yönetmeye aday olanların halkın özlemlerini görmesi ve gereği için çaba göstermesi gerekiyor. Yoksa, içten içe çürüyen, heyecanını kaybeden, mutsuz, umutsuz bir topluma dönüşeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları