Rehberde, Instagram'ın yayın sıralamasının nasıl çalıştığına değinilerek, platformun farklı içerikleri kullanıcıların ilgi alanlarıyla eşleştirmek için nasıl bir yol izlediğine ve içerik oluşturucuların gönderilerini doğru hedef kitleye, daha hızlı nasıl ulaştırabileceğine dair bilgiler paylaşıldı. Elbette sadece bu talimatlara uyarak başarılı olmak mümkün değil. Her mecrada olduğu gibi, Intagram’da da kullanıcıların daha etkili bir profil sahibi olabilmesi için mecranın tüm sistemleriyle uyumlu, stratejik bir yol izlemesi gerekiyor.
Aramalar konusuna gelirsek, öncelikle buradaki çalışma prensibinin oldukça basit olduğunu söyleyebiliriz. Instagram, en ilgili içeriği karşınıza çıkarmak için arama alanına girdiğiniz anahtar kelimeleri kullanır ve uygun eşleşmeleri yapar. Elbette bu işin yüzeysel kısmı. Aslında arka planda daha farklı dinamikler söz konusu… Bir aramayla ilgili eşleşmeleri sağlarken Instagram üç temel şeye bakıyor. İlki, girdiğiniz metin. Instagram, bunun aramalar için "açık ara farkla" en önemli unsur olduğunu söylüyor. Rehberde, "Yazdıklarınızı ilgili kullanıcı adları, biyografiler, başlıklar, hashtag'ler ve yerlerle eşleştirmeye çalışıyoruz" ifadesi de dikkat çekiyor. İkinci temel faktör, uygulamadaki etkinliğiniz. Temel metin eşleştirmesine ek olarak Instagram, takip ettiğiniz hesaplar, görüntülediğiniz gönderiler ve belirli kişilerle nasıl etkileşim kurduğunuz dahil olmak üzere, geçmişteki uygulama içi etkinliklerinize göre arama sonuçlarınızı sıralıyor. Sistem, takip ettiğiniz, geçmişte ziyaret ettiğiniz profilleri ve hashtag'leri, daha önce hiç etkileşime geçmediğiniz içeriklerden ve profillerden daha sık karşınıza çıkarıyor. Bu da daha çok ilgi duyacağınız şeyleri bulmanıza yardımcı olmak ve keşif sürecinizi kolaylaştırmak için avantaj sağlıyor. Üçüncü sırada ise aramaların popülaritesi yer alıyor. Instagram, görüntülediğiniz sonuçları sıralarken sorgunuz için eşleşmelerin popülerliğini de hesaba katıyor. Bunu etkileyebilecek unsurlar da belirli bir hesabın, hashtag'in veya yerin gördüğü tıklama, beğeni, paylaşım ve takip sayısını içeriyor. Bu sebeple, önceki etkinliğiniz, keşfi en üst düzeye çıkarmada göz önünde bulundurulması gereken başka bir unsur olarak rol oynuyor. Zaman içinde varlığınızı oluşturmak ve düzenli etkinliği sürdürmek, uygulamadaki keşif potansiyelinizi artırmanıza ve profilinizin daha geniş bir sorgu yelpazesinde görünmesini sağlamanıza yardımcı olabilir. Ayrıca, öneri yönergelerine aykırı olan tüm hesapların, gönderilerin veya hashtag'lerin arama sonuçlarında daha alt sıralarda yer alacağını da belirtelim.
Spam gönderen veya yönergeleri ihlal eden hesaplar, arama sonuçlarında daha alt sıralarda görülüyor. Bu da kapsamlı bir filtreleme sistemiyle mümkün oluyor. Ayrıca, hassas konuların aranmasını ek güvenlik önlemleriyle dengeleyerek zararlı olabilecek içerikler sınırlandırılıyor ve kullanıcıların keşfetme ihtimali çok daha düşük oluyor. Kısa süre önce bu konuda güzel bir örnek karşımıza çıkmıştı. Instagram'ın COVID-19 komplo teorileri yayınlayan profillere daha düşük sıralama verdiğini görürken, zaman zaman platformun siyasi konular veya çatışmalarla ilgili içeriğin arama varlığını azalttığı da görmüştük.
Rehberde, bazı markaların arama eşleşmelerinde neden alt sıralarda göründüğüne ilişkin de dikkate alınması gereken bazı parametreler var. Kozmetik prosedürleri tanıtan veya tasvir eden, "Mucize tedaviler" gibi abartılı sağlık iddiaları içeren içerikler, bir kişinin kilo vermesine yardımcı olacak bir ürünleri sağlıkla ilgili iddialarla satmaya çalışan, avans kredileri veya "risksiz" yatırımlar gibi yanıltıcı veya aldatıcı iş modellerini tanıtan içerikler, şeffaf giysiler müstehcen veya müstehcen olabilecek içerikler, tütün veya elektronik sigara ürünleri, yetişkinlere yönelik ürünler, maddi değer katmadan büyük ölçüde başka bir kaynaktan yeniden tasarlanan orijinal olmayan içerik, bir yarışmayı veya çekilişi tanıtan içerikler, Instagram tarafından direkt geri plana atılıyor ve arama sonuçlarında eşleşme oranı düşürülüyor.
Instagram, arama sonuçlarının başarısını ve kullanıcıların yeni keşif deneyimini artırmak için çalışmalarını sürdürdüğünü ve önümüzdeki süreçte çok daha iyi sonuçlar alınacağını belirtiyor. Yeri gelmişken şunu da hatırlatmakta fayda var, birçok platform artık kullanıcıları faydalı içeriklere yönlendirmeyi hedefliyor ve arama sonuçlarında da faydalı içeriklerin sıralaması her geçen gün artıyor. Sosyal medya iletişimiyle etki yaratmak isteyen markaların, önümüzdeki günlerde içerik politikalarını buna göre değiştirmesi de kaçınılmaz olacak.
Öncelikle bilmeyenler için NFT’nin ne olduğundan kısaca bahsederek başlayalım. Açılımı Non-Funible Token olan NFT, internet üzerinden satılan dijital eserlerin sertifikalandırılması anlamına geliyor. Yani bir bakıma dijital ortamda sergilenen eserlerin varlığının ve mülkiyetinin tescillenmesi de diyebiliriz. Dijital ortamdaki sahipliği temsil eden NFT’ler sayesinde artık fiziksel varlık söz konusu olmadan da eserler alınabiliyor ve sahiplikleri tescillenebiliyor. Ayrıca, NFT’ler de Bitcoin ve diğer kripto para birimleri gibi, blockchain (blok zinciri) teknolojisini kullanıyor, kripto para birimleri kullanılarak satın alınabiliyor. Satılan ürünler arasında dijital ortamda görüp etkileşime geçebileceğiniz neredeyse her şey mevcut. Örneğin, NBA Top Shot uygulaması aracılığıyla satılan Lebron James’in smaç video NFT’si 77 bin dolara satılırken; Twitter CEO’su Jack Dorsey’in tweet’i 2.9 milyon dolara alıcı bulabiliyor. Türkiye’den de NFT trendine katılanların sayısı her geçen gün artıyor. Ülkemizde sanatçı Tarık Tolunay’ın ‘Fractal İstanbul-Pandemi’ adlı eseri, Türkiye’nin NFT’ye çevrilerek satılan ilk eseri oldu ve hemen ardından çok sayıda sanatçı, içerik üreticisi eserlerini satışa çıkarmaya başladı.
Peki, insanlar dijital ortamda sayısız kopyası olan bir esere neden o kadar para verip satın alıyor? Aslında cevabı basit, sahip olma arzusu! Dijital bir eserin milyonlarca kopyası olsa da içlerinden yalnızca biri kripto teknolojisiyle şifreleniyor, tescilleniyor ve diğerlerinden ayrılıyor. İşte bu noktada da diğerlerinden ayrışan bu eser, insanların sahip olmak istediği bir değere dönüşüyor. Tıpkı müzayedelerde milyonlarca dolara satılan ünlü sanat eserleri gibi.
Sanat tarihi açısından değerlendirdiğimizde, bir eserin önemi kendinden öncekilere benzemeyen ama kendinden sonrakilere benzeyen özellikte olmasıyla ölçülür. Mesela eserdeki bir teknik o güne kadar kullanılmamış ama kendinden sonra çok kullanılmışsa bu onun ne kadar etkili olduğunu gösterir. Haliyle sanata yeni bir yaklaşım ve bakış açısı kazandıran bu eserler de doğal olarak arzu nesnelerine dönüşür. NFT’nin de aynı mantıkla dijital bir sahiplik dürtüsünü tetiklediğini söyleyebiliriz. İşte tam da bu noktada ateşli tartışmalar yaşanıyor. Bir grup, tescillenen hiçbir dijital eserin sanat değeri taşıyamayacağını düşünüyor, diğer bir grup ise diğerlerinden ayrışan, fiziki varlıklarından bağımsız ürünlerin de dijital sanat eserleri olarak literatüre geçebileceğini savunuyor. Muhtemelen bu kripto sanat tartışmaları uzun süre daha gündemdeki yerini koruyacak ama küçük bir hatırlatma yapayım; NFT pazarı şimdiden çılgın bir dijital müzayede platformuna dönüşmüş durumda.
Son olarak birkaç küçük tavsiye… NFT dünyasına yeni adım attıysanız alışveriş yaparken dikkat etmeniz gereken birkaç nokta var. Öncelikle ürünü / eseri hangi pazarlardan satın alacağınıza, saklamak için ne tür bir dijital cüzdan gerektiğine ve satışı tamamlamak için ne tür bir kripto para birimine ihtiyacınız olduğuna karar vermeniz gerekiyor. Ürün satış sürecinde de farklı platformlar üzerinden satış yapılabildiği için her platformun kendine has bazı özellikleri ve talimatları olduğunu bilmek gerekiyor. İçeriğinizi bir platforma yükledikten sonra, onu NFT'ye çevirmek için belli talimatları uygulamalısınız. Ardından da ürününüzü tanıtıp fiyatlandırmalısınız. Çok zor işlemler değil ama alışveriş yaparken iyi bir araştırma yapmanın ve güvenilir kaynaklar seçmenin önemli olduğunu bir kere daha hatırlatmış olalım.
Dijital dünyadan yeni gündemlerle, yeni haberlerle görüşmek üzere…
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan, farklı kültürlerin senteziyle zengin bir kültür mirasına sahip olan bu topraklarda insanlarımız nezaketiyle, hoşgörüsüyle, misafirperverliği ile tanınır. Microsoft’un araştırmasına göre bu özelliklerimiz dijital mecralara da yansımış durumda. Şirket’in 30’u aşkın ülkede, 58 binden fazla kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği ‘Dijital Nezaket Endeksi’ sonucunda, Türkiye’deki kullanıcılar nezaketiyle ön plana çıkmış. Konuyla ilgili yorumlarımı paylaşacağım ama öncesinde size bu araştırmayla ilgili birkaç bilgi vermek istiyorum.
Microsoft bu araştırmasında, görüştükleri katılımcılara online mecralarda ne kadar vakit geçirdiklerini, nezaket kurallarına ne kadar uyduklarını, iş iletişimlerinde ve sanal ortamlardaki sohbetlerine ne kadar tacize ve siber zorbalığa maruz kaldıklarını sormuş ve değerlendirmeyi bu sorulara verilen cevaplar üzerinden yapmış. Araştırma sonuçlarına göre son yıllarda kutuplaştırıcı ve bölücü iletişim dili hızla yayılıyor. Nefret söylemlerinde de ciddi bir artış söz konusu. Bu ortamda dijital platformlarda nezaket kurallarına en fazla dikkat eden grup ise 13-17 yaş arası gençlerden oluşuyor. Her 10 kişiden 4’ü siber zorbalığa maruz kaldığını belirtiyor.
Bu kişilerin %66’sı maruz kaldıkları zorbalığa sebep olan kişileri engellediğini söylüyor. Ancak büyük bir bölümü de çoğu zaman zorbalığa uğradığının, karşısında bir saldırgan olduğunun bile farkında değil. Çünkü bu konuda internet kullanıcılarını bilgilendiren bir eğitim mekanizması mevcut değil. Dijital şiddet çoğu zaman normalleştiriliyor, sanal dünyanın bir gerçeği olarak kabul ediliyor. Son bir yılda, dijital platformlarda nezaket kurallarına en çok uyan ülkeler arasında 5. sırada yer alan Türkiye’de, kullanıcıların %68’i, trolleme, cinsel içerikli mesaj alma, tehdit, aşağılanma gibi rahatsız edici dijital tecrübeler yaşadığını belirtiyor. Sosyal medyada, kullanıcıları rahatsız eden söylemlerin, saldırıların çoğunlukla kimliği belirsiz anonim kişilerden gelmesi de dikkat çekiyor. Her 8 yetişkinden 1’i, iş yerinde yöneticisi, çalışma arkadaşı ya da müşterisi tarafından siber zorbalığa maruz kaldığı halde, %60’lık bir kesim yaşadıklarını yetkililere bildirmiyor. Özellikle iş dünyasında, çalışanların %38’i bu kötü muamelenin hem çevrimiçi hem de fiziksel iş ortamında gerçekleştiğini dile getiriyor.
Peki, işin aslı ne, biz bu araştırmadan ne anlamalıyız? Bana sorarsanız dijital dünyadaki iletişim kontrolsüz şekilde dönüşüyor. Neye dönüştüğü ise aşikar; dijital iletişim gerçek dünyada kendini var edememiş, baskılanmış, dışlanmış, sorunlarıyla baş başa bırakılmış, yalnızlaşmış, haksızlığa uğramış, ötekileştirilmiş, aşağılanmış, önemsenmemiş, dikkate alınmamış, anlaşılamamış kitlelerin, hayattan intikam alma süreçlerinin parçası haline geliyor, intikam aracına dönüşüyor. Sadece intikam da değil, aynı zamanda bir yargı aracına da dönüşüyor. Aramızda sosyal medya platformlarını kullanıp bu durumu gözlemlemeyen, deneyimlemeyen var mı? Hiç sanmıyorum. Hepimiz bu dönüşüme katkı sunuyoruz; çoğu zaman farkında bile olmadan, pasif gözlemciler olarak. Linç kültürü giderek yaygınlaşıyor ve bizi biz yapan değerleri hızla unutuyoruz. Böyle bir ortamda, 38 ülke arasında 5. olmak bana sorarsanız gurur duyulacak bir şey değil. Çünkü baktığımızda, bahsettiğim yozlaşmanın küresel çapta olduğunu rahatlıkla görüyoruz. Bu sebeple, 5. olmak, kötünün iyisi olmaktan başka bir şey değildir bana göre.
Son bir şey; bu araştırmalar kadına şiddet, kadın cinayetleri, hayvan hakları, cinsel istismar, hak ve özgürlükler gibi konular üzerinden yapılsaydı, bırakın 5. olmayı listeye bile giremezdik muhtemelen. İşte bu yüzden diyorum ki, olmaz olsun böyle dijital nezaket!
Dijital dünyadaki gelişmeleri yakından takip edenlerin ve bu dünyaya dair içgörülere ve istatistiklere hakim olmak isteyenlerin en güvendiği kaynaklarından biridir We Are Social raporları. Öyle ki hazırlanan sunumlarda ve strateji planlarında muhakkak bu raporlardaki verilere yer verilir, referans gösterilir. Haliyle 2021 yılı raporları da heyecanla bekleniyordu. Ben de bekleyenlerden biri olarak duyurulduğu gibi raporu indirip inceledim ve her zamanki gibi önce Türkiye istatistiklerinden başladım.
Raporda ilk dikkatimi çeken, internet kullanım oranına ve internette geçirilen süreye göre internet hızının en düşük olduğu ülkeler arasında yer almamız oldu. Ülkemizde internet kullanımının ortalamanın üzerinde olduğunu ve günlük 8 saate yaklaştığını görüyoruz. Geçtiğimiz yılın istatistiklerinden yaklaşık 30 dakika, bir önceki yılın verilerinden de 45 dakika daha fazla internette vakit geçiriyoruz. Ancak buna rağmen internet hızında 34.79 Mbps ile dünya ortalamasının altında kalıyoruz. Hele ki gelişmiş ülkelerin çok çok altında kalıyoruz.
Özellikle pandemi döneminde iş dünyasındaki ve eğitim alanındaki dijital entegrasyon sürecini göz önünde bulundurursak ve dijital dönüşümdeki hızımızdan gururla bahsettiğimizi düşünürsek bu internet hızı ve internet sağlayıcıların ücret politikaları gerçekten çok can sıkıcı. Teknolojiyle, bilişimle, dijital yatırımlarla ülkelerin nasıl kalkınabildiğini son dönemde defalarca farklı örneklerle gördük. Bu sıkıntılı süreci fırsata çevirip eksik kaldığımız noktalarda yeni yatırımlarla güçlenmek, en azından internete erişim oranımızı ve internet hızımızı artıracak altyapı çalışmalarına odaklanmak için daha fazla çalışma yapılabilirdi diye düşünüyorum. Ancak yine kaçan trenlerden birini daha seyretmekle yetiniyoruz.
Her neyse, biz konumuza dönelim… Raporda en çok dikkatimi çeken verilerden biri de internet sitesi içeriği üretimi hakkında oldu. Türkiye şu an tüm dünyada en çok internet sitesi içeriği üretilen diller sıralamasında dördüncü ülke konumunda. İçeriklerin %60.4’ü İngilizce, bu zaten şaşıracağımız bir bilgi değil. İngilizce global bir dil neticede. İkinci sırada %8.5 ile Rusya var. Üçüncü sırada %4.0 ile İspanya var. Türkiye ise %3.7 ile dördüncü sırada. İçerik üretiminde bu kadar üst sıralarda olmamızı genç nüfusun fazla olmasına bağlamak mümkün elbette. Ancak bana göre dijital dünyanın kazanımlarını en çok fark eden ülkelerden biri olmamız da bu sonuçlarda etkili. Özellikle pandemi döneminde küçük işletmelerin, kobilerin dijital dönüşümdeki muazzam çabası göz ardı edilemez. Yeni gelişmeleri takip etmeye ve uygulamaya da çok açığız. E tabii, biraz da mecburiyetten. Herkes ekmeğinin derdinde. Dijital dönüşümmüş, teknolojiymiş, içerik üretmekmiş temelde çok da önemli değil ama bu kaygan zeminde, bu olumsuz koşullarda ayakta kalabilmenin yolu da buradan geçiyorsa mecburen uyum sağlanıyor.
Önümüzdeki günlerde raporun dünya genelindeki araştırmalara dair sunduğu verileri yine sizlerle paylaşacağım. 2021 yılı nasıl geçecek, veriler, istatistikler nelere işaret ediyor hep birlikte değerlendireceğiz. Şimdilik sağlıkla kalın, teknolojiyle kalın…
İşletmeler için sosyal medyanın önemi her geçen gün artıyor. 2021 yılı boyunca, hem küçük hem de büyük işletmeler, sosyal medya platformlarına her zamankinden fazla yatırım yapacak ve hedef kitlesine ulaşmaya çalışacak. Ancak başarılı bir iletişim için sosyal medya ve tasarım trendlerine ayak uydurmak gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Adobe Stock tarafından yayınlanan Yaratıcı Eğilimler 2021 Raporu’na göre bu yıl görsel algımızda köklü değişiklikler yaşanacak ve yeni tasarım trendleri önümüzdeki aylara damga vuracak.
Renklerin gücüne inanın
Dünyaca ünlü ressam ve sanat teorisyeni Wassilly Kandinsky’nin, "Renk, ruhu doğrudan etkileyen bir güçtür" sözüne kulak vermek ve tasarımlarda doğru renklere odaklanmak için en doğru zaman. Elbette her işletmenin bir kurumsal kimliği, renk paleti ve görsel dünyası var; ancak araştırmalar bu yıl sosyal medyada ana akım tasarım trendlere uyum sağlamayan işletmelerin rekabette geride kalabileceğini belirtiyor. Çünkü son bir yıllık süreçte, sosyal medya kullanıcılarının ruhsal değişimleri ve algıları paralellik gösteriyor. Genel olarak bir karamsarlık ve mutsuzluk hakim. Sosyal medya mecralarının kullanım amacı da çoğu zaman eğlenceli içeriklerle etkileşime geçmek. Bu durumu göz önünde bulundurarak eğlence duygusunu yükseltecek canlı ve enerjik renkleri daha fazla kullanmak gerekiyor. Özetle, kurumsal kimliklerinizi boş vermeyin ama tasarım trendlerine ayak uydurmanın alternatif yollarını arayın.
Yenilikçi yaklaşımlardan korkmayın
Dijital dünyanın kendine has bir dili var. Pop art’lar, lo-fi tasarım öğeleri, ızgaralar her zaman bu dünyanın bir parçası. Ancak bu tasarım ögelerinin bu yıl karşımıza farklı yaklaşımlarla çıktığını göreceğiz. 1970'lerin psikedelik estetiği geri dönüyor! Geniş şekiller, kıvrımlı formlar, hipnotize eden yazı karakterleri artık daha fazla karşımıza çıkacak. Ancak bu kez, kullanılan renk paletleri, doğa ile yeniden bağlantı kurma arzumuzu yansıtan nitelikte olacak. Duygusal tetikleyicilere dikkat
Hedef kitlenin, içeriklerle karşılaştıklarında hızlıca ekranı kaydırıp farklı bir içeriğe geçmemesi için ilk 2 saniyedeki etkileşim her zamankinden önemli olacak. Bu sebeple görsellerde duygusal ve uyarıcı tetikleyicilerin daha fazla kullanılacağı bir döneme giriyoruz. Çıkartmalar, kesikler, gifler… Daha hızlı ve dikkat çekici tüm tasarım ögeleri bu yıl öne çıkacak. Ayrıca, sıra dışı olmak, çarpıcı bir mesaj kullanmak, mesajları belirli ögelerle sembolize etmek de oldukça önemli.
İçerikler zenginleşiyor
Sosyal medyada tek görselli ve mesajını dolaylı yoldan veren tasarımlar geride kalıyor. Artık çok çerçeveli, bilgi bakımından zengin, hedef kitlede faydalı bir şey öğrenme hissi uyandıran, keyif veren tasarımlar daha fazla tercih edilecek. Özellikle de Instagram’da çoklu görsel paylaşımları, carousel seriler ve hikayeleştirilmiş mesajlar daha fazla kullanılacak.
Web siteler hayatımıza girmeden önce birçok marka, birçok şirket, müşterilerini dükkanlarında, mağazalarında ağırlardı. Gelen müşterilerin dikkatini çekmek, konforunu artırmak, aklında kalmak ve yeniden gelmesini sağlamak için de birçok yöntem denerdi. Günümüzde ise bu yöntemler değişti; artık web sitesi iyi olanın kazandığı, rakiplerinin önüne geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. İşte tam da bu sebeple kullanıcı deneyimi araştırmaları ve bu araştırmalar ışığında yapılan tasarımlar her zamankinden fazla önem kazanıyor. O zaman gelin, 2021 yılında öne çıkacak UX trendlerini birlikte ele alalım…
Sesli Arayüzler
Web teknolojilerinin yeni trendlerinden biri sesli arayüzler olacak. Bildiğiniz gibi bizimle konuşan yardım uygulamaları ve akıllı ev cihazları giderek yaygınlaşıyor. Biz bu teknolojilere alıştıkça, markalar için sesli aramaya odaklanmak da önem kazanıyor. Sesli sohbet robotları ve sanal asistanlar, arama yapma, not alma ve benzeri alışkanlıklarımızı değiştiriyor. Ses etkileşimlerinin gelecek yılların en önemli UX trendlerinden biri olması da kaçınılmaz görünüyor.
Karanlık Mod’u Sevdik
Tasarım öğelerinin vurgulanmasına ve öne çıkarılmasına imkan tanıyan ve kullanıcıları yormayan karanlık modlar 2021 yılında ve sonrasında da trend olacak gibi görünüyor. Kötü piksellerin kolaylıkla gizlenmesini de sağlayan karanlık mod, düşük ışık koşullarında kullanıcıların göz yorgunluğunu da azaltıyor. En önemlisi de cihazlardaki pil tasarrufuna yardımcı olması.
Doğru Görseller ve Detaylar
Web sitelerde yer alan görsellerin doğru seçilmesi, kullanıcıların güvenini kazanmak için büyük önem taşıyor. Ayrıca, ürün detaylarını göstermek de kullanıcının ürüne ve markaya olan güven duygusunu pekiştiriyor. Yani kullanıcılar artık rakip siteler arasında bir tercih yapma noktasına geldiğinde, aynı ürünün daha gerçekçi, daha net, daha fazla detayına hakim olabildikleri siteyi tercih edecek diyebiliriz.
Evet dijitalleştik, hem de çok hızlı dijitalleştik. Aylardır birçok ihtiyacımızı karşılayabilmek için, sosyal bir varlık olarak yaşamımızı sürdürebilmek için, moralimizi ve motivasyonumuzu yüksek tutabilmek için bunu yaptık. Belki de yıllarca sürebilecek dijital dönüşümü, pek çok alanda eşik üstüne eşik atlayarak çok kısa bir sürede gerçekleştirdik. İlk zamanlar marifet gibi de övündük bu durumla. Zaman geçtikte anladık ki bizi hayata bağlayan şey teknolojik aletlerimizin kabloları değilmiş, sosyal ağlar değilmiş, market alışverişimizi telefonda yapmamızı sağlayan uygulamalar değilmiş… Bizi hayata bağlayan, bir arada olabilmek, gönlümüzce eğlenebilmek, birbirimize gülümseyebilmekmiş.
Bu hafta sonu kar yağışı başladığında herkesin aklında tek bir soru vardı: “Acaba tutar mı?” O kadar merak ettik ki sık sık pencereden bakıp takip ettik, birbirimize sorduk, hava durumu haberlerine baktık. Ve evet sonunda tuttu! İstanbul’da ve birçok ilimizde, bu sabah uyanıp heyecanla pencereye koşanlar bembeyaz bir manzarayla karşılaştı. Peki sonra ne mi oldu; herkes markete gitmek üzere sıkı sıkı giyinip evden çıktı.
Özellikle de çocuklar! Tabii yolda birazcık da kar topu savaşları yapılmış olabilir. Uzun zaman sonra sokaklarda ilk defa çocukların cıvıltısını, şen kahkahalarını duyduk. Sadece çocukların mı? Haber klişeleri arasında yerini alan “karın keyfini yine çocuklar çıkardı” manşeti bu defa hepimiz için atılmalı; çünkü karın keyfini bu defa sokağa çıkma kısıtlamalarına rağmen hepimiz çıkardık. Sanki salgın bitmiş, dertlerimiz sona ermiş gibi bir süreliğine hepimiz evlerimizden dışarı çıktık ve kendimize beyaz bir sayfa açtık. İşte o beyaz sayfaya da not düşülen tüm hatıralar sosyal medyaya yansıdı. Karlı fotoğraflar içimizi ferahlattı.
Normalde bugün size, ülkemize temsilci atamayan sosyal medya şirketleri için 19 Ocak’ta açıklanması beklenen reklam yasaklarından bahsedecektim ama elim gitmedi açıkçası. İçimiz dışımız yasak oldu. Nasıl olsa birçok kaynaktan karşınıza çıkar haberler. Gelin bugün güzel şeyler konuşalım, güzel şeyler düşünelim, umut edelim, hep birlikte bembeyaz sayfalar açalım. İnanmak zorundayız; her şeyin eskisi gibi olacağına, hatta eskisinden de güzel olacağına inanmak zorundayız.
WhatsApp kullanıcıları bir süredir uygulamayı açtığında karşılarına çıkan ve kabul etmeleri beklenen bir gizlilik sözleşmesiyle karşılaşıyor. Nereden çıktı bu sözleşme diyenler, bilgilerimi kullanacaklar, bizi ifşa edecekler diyenler, devletin radarına girdik diyenler… Tam bir panik havası oluşmuş durumda. Zaten son birkaç yıldır yaşanan gizlilik ihlalleri sebebiyle kimsenin sosyal medya ve anlık mesajlaşma uygulamalarına güveni kalmamış durumda, özellikle de işin içinde Zuckerberg varsa! Üstüne bir de bu gelişmeler yaşanınca ortalık iyice karıştı haliyle. Bir gurup, “silin kardeşim WhatsApp’ı, mis gibi güvenilir Telegram varken muhtaç değiliz o uygulamaya” diyor, bir grup “olur mu canım, WhatsApp bilgilerinizi Amerika’ya veriyorsa Telegram da Rusya’ya veriyor” diyor. Peki ya yerli uygulamalar diyeceksiniz, orada da “bizim devlet takibe alacak, düşündüklerimden, yazdıklarımdan dolayı fişleneceğim” düşüncesi yerleşmiş durumda. Şu belirsizliğe ve kaos ortamına bakar mısınız? Gerçekten inanılmaz!
Asıl tepki uygulanan çifte standarta
WhatsApp, geçtiğimiz hafta, 4 Ocak tarihinde, gizlilik ilkesini güncelledi ve kullanıcılarına da güncellenen ilkeleri kabul etmeleri için bildirim yolladı. Hesap bilgileri, mesajlar, konum bilgileri gibi birçok verinin Facebook'a ait şirketlerle paylaşılmasını içeren yeni koşulların onayı için de 8 Şubat'a kadar süre verdi. Yani, kabul ettiniz ettiniz, yoksa bir daha kullanamazsınız uygulamayı dediler. Tabii kullanıcılar “ne oluyor arkadaş, nereden çıktı şimdi bu?” diye sormaya başladı. Bunun üzerine şirket yetkilileri Avrupa Bölgesi kullanıcılarının bu güncellemeden etkilenmeyeceğini, bu bölgedeki kullanıcıların verilerinin Facebook şirketleriyle paylaşılmayacağını duyurdu.
WhatsApp'ın sitesinde yer alan bilgilere göre, Avrupa Bölgesi olarak isimlendirilen ülkeler arasında sadece Avrupa Birliği (AB) ülkeleri yer alıyor. Biz bu ülkeler arasında yer almadığımız için de sözleşme şartlarını mecburen kabul etmek durumunda durumunda kalıyoruz. Normal şartlarda bu dayatma bütün Avrupa ülkelerini kapsasa yine tepki verirdik elbette ama işin içinde bir de böyle bir çifte standart olunca insan haklı olarak isyan ediyor. Peki sonra ne oldu? Sonrasında, kullanıcılar Twitter’da hızlı bir şekilde örgütlendi ve #WhatsAppSiliyoruz kampanyası başlattı. Çok kısa bir süre içinde de kampanya işe yaradı ve hem App Store'da hem de Play Store'da Türkiye'de en çok indirilen mesajlaşma uygulaması Telegram Messenger oldu. İkinci sıraya Tesla ve SpaceX'in CEO'su Elon Musk'ın ve Twitter CEO’su Jack Dorsey’in WhatsApp'a karşılık önerdiği "Signal" uygulaması yerleşti. WhatsApp ise üçüncü sıraya geriledi. WhatsApp'ın hemen ardında da Türk mühendisleri tarafından geliştirilen yerli anlık mesajlaşma uygulaması "BiP" yer aldı.
Ne yapmak gerekiyor?
Ben bu konuda gerçekçi olunması gerektiğine inanıyorum. Dijital dünyada herhangi bir uygulamayı, platformu ücretsiz olarak kullanıyorsanız, bilin ki ücreti bizzat varlığınızla ve kişisel verilerinizle ödüyorsunuz. Çünkü dünyadaki en değerli şey bilgi. Hangi uygulamayı kullanırsanız kullanın, bu gerçek değişmeyecek. Bu sebeple benim önerim seçim yapmanız yönünde olacak. Ya gerçeği kabul edin ve bu uygulamaları kullanmayın ya da kullandığınız uygulamalarda paylaştığınız içeriklere, bilgilere dikkat edin.