Bir fanustan başka fanusa

SADECE çevresine değil, ülke insanına da zamansız ölümlerin bir acısını yaşatan Mustafa Koç, Türkiye’nin en zengin ailesinin çocuğu olarak değil “iş dünyasının gönlü zengini” olarak toprağa verildi.

Haberin Devamı

Ebedi yolculuğuna nasıl uğurlandığını görebilseydi, bu kadar çok sevilmesine belki kendi de şaşıracaktı.

İnsan yaşarken bilemez. Tıpkı ölümün sırlarını bilemediği, varlık ile yokluğun iç içe olmasına akıl erdiremediği gibi.


* * *


Herhalde Mustafa Koç’un cenazesine katılabilenler veya haberini televizyonlardan izleyenler kendilerine pek çok “cevapsız soru” sormuşlardır.
Bu sorgulama hali hayatın garip bir virajıdır. Cenazeden cenazeye sorulur. Cevabı bulunsun bulunmasın, unutulur. Bir kabrin başından ayrıldığın andan itibaren geriye kalan hayatının ilk saniyeleri başlar.
O kabrin başında düşündüklerini unutursun.
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” (İnsanın hafızası unutkanlık ile yaralıdır) lafını herhalde bunun için etmişler.

 

Haberin Devamı

DÖRT-BEŞ GÜN UZUN ÖMÜR MÜ?

 

Babam Dr. Abdullah Duman ölüm döşeğindeydi ve kendisini ameliyata ikna için gelen doktorlara “Ameliyat olmazsam kaç gün yaşarım?” diye sordu. Gelen ekibin başındaki doktor meslektaşı olduğunu bildiği babama “Abi dört veya beş gün” diye cevap verdi.
Babamın yüzüne rahatlamış bir ifade gelmişti. “Dört-beş gün bana yeter” dediğinde biz çevresindekiler ne diyeceğimizi bilememiştik.
Çektiği acıyı uzatmamak için ameliyat olmak istemeyen babam o arada bana döndü ve “Ölümden zerre kadar korkmuyorum” deyip devam etti:
“Seni karşımda nasıl görüyorsam ölümün de yeni bir başlangıç olduğuna öyle inanıyorum.”
Diller döküp bir ameliyatlık azaba daha razı ettik. Çektiği acıya değdi, sekiz sene daha yaşadı. Ancak “karar anında” ettiği o laf aklımdan hiç çıkmadı.


* * *


Erken Cumhuriyet’in sevilen yazarlarından, aydınlarından Enis Behiç Koryürek’i bilir misiniz? Kitaplarını bilmeseniz de “Sen gözlerimde bir renk/Kulaklarımda bir ses/Ve içimde bir nefes/Olarak kalacaksın” diyen bir rast şarkıya güfte olan şiirini hatırlarsınız.
O Enis Behiç hiç inanmadığı halde, arkadaşlarının zoruyla katıldığı bir ruh çağırma seansında 1701 yılında ölen Trabzonlu divan şairi Çedikçi Süleyman Çelebi ile tanışır.
Gelen ruh kendini tanıttığında Enis Behiç “Mevlidi yazan mı?” diye sorar. Ruh “Hayır” deyip anlatır. 1600’lü yıllarda yaşamış Mevlevi dergâhına bağlı bir derviştir. Aruzla yazılı divanı da vardır.

 

Haberin Devamı

RUH DENEN ŞEYİN TARİFİ

 

Enis Behiç seanstan sonra arkadaşı Ruşen Eşref’e mektup yazar. Böyle bir şairin olup olmadığını Beyazıt Kütüphanesi’nden araştırmasını ister. Atatürk’ün yakın çevresinden biri olan ve büyükelçilik de yapan Ruşen Eşref, cevabi mektubunda bilgileri doğrular.
O mektuptan sonra öteki dünya ile pek ilgisi olmayan Enis Behiç’in hayatı değişir.
Çedikçi Süleyman Çelebi’nin ruhu ile defalarca görüşür, onun şiirlerini kaleme alır. Onun söylediklerini “Varidat-ı Süleyman” adını verdiği bir kitapta toplayıp, 1949’da bastırır.
Enis Behiç o seansların birinde “Ruh nedir?” diye sorar.
Süleyman Çelebi de “Merak mı ediyorsun? Yaz öyleyse” deyip aşağıdaki dörtlüğü dikte ettirir.
Arş-ı âlâdan inip âlem-i menhusa geçer,
Arz-ı fanide beni ademde mahpusa geçer,
Öyle bir nur-u hüdadır ki karar eyleyemez,
Eski fanusu kırıp yeni fanusa geçer.


* * *

Haberin Devamı


Süleyman Çelebi’nin dörtlüğünü konuştuğumuz Türkçeye biraz uydurursak, şairin Enis Behiç’e şunu söylediğini görürüz:
“Ruh dediğin gökyüzünün yüksek katından gelip bu uğursuz âleme geçer, fani hayatta insan bedeninde hapsolur. Ancak öyle bir Allah’ın öyle (gizemli) bir nurudur ki o bedende kalmaya karar eyleyemez. Eski bedenden çıkıp yeni bir bedene geçer.”
Dün Mustafa Koç’u uğurlayanlar, kim bilir içlerinden nasıl sorular geçirdiler, onu bilemem ama benim aklımdan Süleyman Çelebi’nin gizemli tarifi geçiyordu.
İçinde bulunduğu fanusta karar eylemeyen Sevgili Mustafa acaba nasıl bir fanusa geçmişti?

Yazarın Tüm Yazıları