Kavala’nın tutukluluğunda üçüncü yıla girildi

Dün Osman Kavala’nın tutuklanmasının ikinci yıldönümüydü. Böylelikle Silivri 1 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tek kişilik hücresindeki konaklamasında üçüncü yılından gün almış oluyor Kavala.

Haberin Devamı

Kendisinin başına gelenler, bize 2019 Türkiye’sinde soruşturma ve yargılama süreçlerinde yaşanan yaygın sorunlardan kesitler sunuyor. Aslında karşımızda tek bir dava üzerinden sistemin bütününe hâkim olan problemli yargı pratiklerini, bunlara yol açan zihniyet kalıplarını ve sonuçta vatandaşların maruz kaldıkları hak ihlallerini görebilmemizi mümkün kılan örnek bir vaka var.

Hangisiyle başlasak ki... Örneğin, Kavala hakkındaki iddianamenin, kendisi tutuklandıktan yaklaşık 16 ay sonra 19 Şubat 2019 tarihinde sonuçlanmış olmasıyla başlayabiliriz. Burada sanığın iddianame hazırlanmadan bu kadar uzun bir süre tutuklu kalabilmiş olması başlı başına bir hak ihlali olarak görülmelidir. Üstelik, iddianame hazırlanana kadar delillere erişimin engellenmesi, kendisi ve avukatlarının çok uzun bir süre neyle suçlanıldığını bilememeleri yaşanan ihlali daha da ağırlaştırıyor.

Haberin Devamı

Kavala’nın yargılaması 24 Haziran 2019 tarihinde başlamıştır. Bir başka anlatımla, Kavala hâkim karşısına tutuklandıktan tam 605 gün sonra çıkabilmiştir.

Kavala’nın durumuna bakınca, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün geçen 31 Mayıs tarihinde Habertürk’e genel bir çerçevede yaptığı “Tutukluluk gerçekten bir tedbir. Tutuklu olan kişi yargılama sonucu beraat da edebilir. Tutuklamayla alakalı bu tedbirin ölçülülük ve zorunluluk ilkesi içerisinde gerçekleşmesi söz konusu. Bizdeki uygulamalarda haklı eleştirilerdeki gibi yıllar süren dosyalar savcılığın önünde. Tutukluluk süresinin uzun olması, kişinin neyle suçlandığını bilmemesi, mahkeme önüne çıkmaması, tedbir olması gereken tutuklamanın adeta cezalandırma gibi olması vicdanların kabul edebileceği bir şey değil. Bu makul süre olmalı...” şeklindeki açıklamasında dile getirdiği eleştirilere katılmamak mümkün değil.

*

İddianameye gelirsek, öncelikle metnin mantığı içinde ciddi bir çelişkiye dikkat çekmemiz gerekiyor. Şöyle ki, metnin giriş bölümünde Arap Baharı’nın “Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden çıktığı” vurgulanıyor, bu hadise “Eşi görülmemiş bir halk hareketi” olarak nitelendirilerek yüceltiliyor. Gelgelelim iddianamenin daha sonraki bölümünde “Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarında George Soros’un önemli bir aktör olduğu” ileri sürülüyor. Yani, savcılık makamı bu kez Arap Baharı’nın ihraç edildiği tezini ortaya atıyor.

Haberin Devamı

Demokrasi talebiyle ilgili birinci önerme doğruysa, Arap Baharı’nı Soros ile ilişkilendiren ikinci önermenin doğru olmaması gerekir. Yok Soros faktörüyle ilgili ikinci önerme doğruysa, bu durumda mantık olarak iddianamenin giriş bölümünün geçersiz olduğunu kabullenmemiz gerekir. Bu yönüyle iddianame kendi içinde bir tutarlılık sorunuyla maluldür.

*

Kanımızca Kavala ile ilgili ana suçlamanın delillendirilememiş olması iddianamenin bir diğer zayıf noktasıdır. Ana suçlama, ‘1 numaralı sanık’ olarak kendisinin “Gezi kalkışmasının organizatörlüğünü ve finansörlüğünü yaptığı” iddiasıdır. Eğer Kavala Gezi’nin organizatörü ise bu organizasyonu nasıl planladığı ve nasıl icraya geçtiğine ilişkin fiillerinin somut delilleriyle gösterilmesi gerekirdi.

Haberin Devamı

Gezi olayları 27 Mayıs 2013 tarihinde başlamıştır. Oysa Kavala hakkında telefon dinlemelerine dayalı delillerin hepsi 30 Mayıs 2013’ten sonraki tarihlere aittir. Bu durumda zaten direnişi nasıl organize ettiği sorusunun yanıtı boşlukta kalmaktadır.

Direniş başladıktan sonra da Kavala’nın protestolara verdiği destek konusundaki kritik bir soru kendisinin şiddet unsuruyla ilgili olup olmadığıdır. Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın mahkemenin Kavala hakkında hak ihlali görmeyen geçen mayıs ayındaki kararına yazdığı muhalefet şerhinde belirttiği gibi, “Barışçıl olmak kaydıyla herkes toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebilir. Burada temel mesele, başvurucunun (Kavala) şiddet içeren eylemlerle ilgisinin somut olgularla gösterilmemesidir”.

*

Haberin Devamı

Ayrıca Kavala iddianamesindeki delillerin bir bölümü inandırıcılık açısından sakattır, hatta bazıları kara mizah konusudur. Kendisinin cep telefonundan çıkan ve Türkiye’deki arı cinslerinin bölgelerini gösteren bir haritanın Türkiye’yi parçalamaya dönük bir harita gibi takdim edilmesini bu çerçevede özellikle sayabiliriz. Soruşturma aşamasında bunun arı cinslerinin haritası olduğu izah edildiği halde, bu harita yine bölücülük suçlamasıyla iddianameye girebilmiş, üstelik Kavala son celsede hâkim tarafından “Telefonunuzdan çıkan, Türkiye’yi bölen harita için ne diyeceksiniz” şeklindeki bir soruya da muhatap olabilmiştir.

Yine Kavala davasındaki çok temel bir mesele başka siyasi soruşturmalarda da karşımıza çıkan ‘eski delillerle yeni soruşturma açmak’ şeklinde özetleyebileceğimiz geçmişe dönük suçlama kalıbıdır. Kavala 2013 yılında toplanmış deliller üzerinden 2017 yılında soruşturmaya uğrayıp tutuklanmıştır.

Haberin Devamı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Arslan da dosyayı inceledikten sonra meselenin bu kısmıyla ilgili olarak şu tespiti yapıyor: “Soruşturma makamları kayda değer yeni bir delil ortayla koymadan aradan dört yılı aşkın bir süre geçtikten sonra tutuklanmasının neden gerekli olduğunu gösterebilmiş değillerdir”.

Türkiye’nin bugün yargı ve temel hak ve özgürlükler alanlarında sahne olduğu sorunlar gelecekte birçok akademik çalışmaya konu olacaktır. Osman Kavala dosyasının bu çalışmalarda bir referans vaka olarak büyük ilgi göreceğini bugünden tahmin etmek hiç zor değildir.

Yazarın Tüm Yazıları