Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen

Gazeteci Sami Kohen’i anlatan bir yazı için yola koyulduğumuzda, “mesleğe ne zaman başladığı” sorusu bizi 1930’lu yılların sonunda Şişhane’deki bir evin salonuna kadar götürür. Kohen ailesinin evi aynı zamanda bir gazetenin yazıişleri gibidir. Henüz kısa pantolonlu olduğu, ortaokula başladığı yıllar... Ancak 13 yaşında ilk yayını bir şiirdir. Daha sonra onu 70 yılı aşkın gazetecilik hayatında dünya tarihinde iz bırakan pek çok olayın tanığı olarak görürüz.

Haberin Devamı

KOHEN ailesinin oturduğu, İstanbul Şişhane’de Müellif Sokak’taki Çinili Apartman’ın birinci katındaki daire, aynı zamanda evin reisi Albert Kohen’in sahibi ve yayın yönetmeni olduğu, iki haftada bir çıkan “La Boz de Türkiye” (Türkiye’nin Sesi) dergisinin merkezi de sayılırdı. Bu, birinci ve ikinci sayfalarının Türkçe, diğer sayfalarının bir kısmının Ladino (Yahudi İspanyolcası) bir kısmının ise Fransızca yayımlandığı, abonelik sistemiyle yürüyen bir dergiydi. O dönemde İstanbul’daki Musevi cemaati içinde her üç dil de kullanılıyordu. Dergi, o tarihlerde Türkiye’de toplam nüfusu 80-90 bin aralığında (Bugün 15 bin dolayında) tahmin edilen Musevi cemaatine seslenen tek yayın organıydı.

Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen


İlk sahibi Türkiye’den Uruguay’a göç edince, dergiyi fiilen yazıişleri müdürlüğünü yürüten, yazıların çoğunu yazan Albert Kohen devralmıştı. Ancak bu geçiş sırasında derginin “La Boz de Oriente” olan adı değişmişti. Çünkü Albert Kohen devir işlemleri nedeniyle gerekli izin için Ankara’ya Matbuat Umum Müdürlüğü’ne gittiğinde, “La Boz de Oriente, Şark’ın Sesi, Doğu’nun Sesi anlamına geliyor. Türkiye Şark memleketi değildir. Niye La Boz de Oriente” uyarısıyla karşılaşmıştı. Albert Kohen de “O zaman -La Boz de Türkiye- yani -Türkiye’nin Sesi- yapalım gazetenin adını” demişti.

Haberin Devamı

Baba Kohen, aslında bankacıydı. İstanbul’daki Selanik Bankası’nın muhaberat bölümünün başındaydı. Dergiyi büyük ölçüde fahri bir uğraş olarak yayımlıyordu. Derginin Karaköy’de küçük bir bürosu bulunmakla birlikte, ana merkezi gerçekte Şişhane’deki evleriydi. Tahrir heyeti, yani yazıişleri kurulu da her pazartesi akşamı düzenli bir şekilde bu evin salonundaki masanın etrafında toplanırdı.

Aralarında şair-avukat Avram Nom, gazeteci Marsel Şalom, tarih profesörü Abraham Galante gibi isimlerin de dahil olduğu tahrir heyetinin sonradan düzenli müdavimlerinden biri de evin küçük çocuğu Sami Kohen olacaktı.

Sami Kohen’i anlatan bir yazı için yola koyulduğumuzda, “mesleğe ne zaman başladığı” sorusu bizi işte Şişhane’deki bu evin salonuna kadar götürüyor. Kendisinin 1928 doğumlu olduğunu, babasının da gazeteyi 1938 yılında devraldığını hesaba katarsak, onun evde gazetecilik ortamını teneffüs etmeye başlaması da bu dönem olmalıdır. Yani henüz kısa pantolonlu olduğu, ilkokul sonu, ortaokula başladığı yıllar...

13 YAŞINDA MATBAAYA GİTMEYE BAŞLADI

Haberin Devamı

Tahrir heyetindekiler masada toplandıklarında, orada bir köşede durup bakardım arada bir. Bunun bir etkisi oldu benim üzerimde. Ben de yazabilir miyim, onlar gibi yapabilir miyim diye düşünmeye başladım” diye anlatıyor, geçenlerde yayımlanan “Ver Elini Dünya, 70 Yıllık Gazetecilik Serüveni” başlıklı nehir söyleşi kitabında Sami Kohen.

Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen

Ama ilk yayını bir haber değil, bir şiirdi. Ortaokul öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştı. Kendisi de şair olan tahrir heyetinden Avram Nom, bir şiirini beğenerek dergide yayımlamaya karar verdi. Şiir 1 Şubat 1941 tarihli nüshasında çıktı derginin. Henüz 13 yaşındaydı. 15-16 yaşlarından itibaren dergide yazıları çıkmaya başladı.

Haberin Devamı

Bu arada, 13-14 yaşlarından itibaren babası yazıları dizdirmek üzere Babıâli’deki Hüsnütabiat Matbaası’na gittiğinde kendisine eşlik etmeye başladı. Daha sonra 16-17 yaşlarına geldiğinde, babası yerine yine Babıâli’deki İlancılık Şirketi’ne giderek, gazeteye gelen ilanları almak görevi de ona düşecekti.

Bu yönleriyle baktığımızda henüz Musevi Lisesi’nde öğrenciyken, bir derginin yazıişlerinden, matbaada basımına ve ilanına kadar her yönü hakkında yaşına göre oldukça bilgi sahibiydi Sami Kohen.

VARLIK VERGİSİ KOHEN AİLESİNİ SARSIYOR

Derginin yayın hayatı sürerken İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz koşulları bütün ağırlığıyla Türkiye’nin de üzerine çöktü. Hitler’in ordusu Avrupa’nın önemli bir bölümünü işgal ederken, “La Boz de Türkiye” kıta Avrupa’sında yayın hayatını sürdüren tek Musevi gazetesiydi. Böyle de olsa Türkiye’de tek parti döneminin azınlıklara yönelen ayrımcı uygulamaları Kohen ailesini de birçok yönden sarsmaya başladı.

Haberin Devamı

Önce 1942 yılında büyük ağırlıkla azınlıkları hedef alan Varlık Vergisi sorunu... Dar bir kadronun önemli ölçüde amatörce bir çabayla çıkardığı, kendi yağıyla kavrulan  cemaat dergisine astronomik bir vergi kondu. Bu vergiyi ödemeyenler Erzurum Aşkale’de çalışma kampına gönderiliyordu. Sami Kohen, “Bizim için konan verginin tamamını hatırlamıyorum. Yalnız babam şöyle dedi: ‘Benim bu parayı ödemem için beş sene çalışmam lazım. Tan gazetesine bile bu kadar vergi koymamışlar’. Büyük bir sıkıntı oldu.”

Albert Kohen’in bu vergiyi ödeyebilmek için yıllarca maaşlarından biriktirdiği tasarruflarını Maliye’ye aktarması yetmedi, ayrıca çalıştığı bankadan kredi almak zorunda da kaldı. Kohen, o günleri şöyle hatırlıyor:

Haberin Devamı

Babam bankanın çalışanı olduğu için böyle bir imkâna sahipti, borçlandı ve borcunu ödedi. Yoksa belki de Aşkale’ye gitmesi gerekecekti. Nitekim yakın dostlarımızdan, akrabalarımızdan bu hale düşenler oldu. Ben çok gençtim. Tabiatıyla bu durum beni çok rahatsız etti. Biz ki bu kadar milliyetçi bir hava içinde büyüdük. Bu gazete ki Erzincan depreminde Yahudi diyasporasına ‘yardım edin’ çağrısı yapmıştı. Böyle bir vazife yapan, bir hizmet üstlenen gazeteye siz geliyorsunuz ve onu yıkacak bir vergi koyuyorsunuz. Babam tahammül edemedi tabii. Neticede vergiyi ödedik ama bu arada olan oldu.”

Aileyi sarsan ikinci üzücü olay büyük ablası Mari’nin kocası tüccar Vitali Yanni’nin askerliğini yapmış olduğu halde yeniden askere alınması, ayrıca yine Varlık Vergisi nedeniyle bütün servetini kaybetmesiydi. Eniştesi, ikinci askerlik dönüşü ailesiyle İsrail’e göç etti.

‘LA BOZ TÜRKİYE’ KAPANIYOR ‘YENİ İSTANBUL’ YILLARI BAŞLIYOR

Sami Kohen, babasını 1949 yılında kaybetti. Derginin bütün sorumluluğu üstüne kaldı. Henüz 21 yaşındaydı. Hem başyazar hem de patrondu artık. Bir dizi yenilik yaptı bu yayına daha dinamik bir kimlik verebilmek için. Önce adını “Türkiye’nin Sesi” olarak değiştirdi. Formatını gazete ebadına getirdi, ayrıca haftada bir yayımlamaya başladı. Ancak ciddi bir şekilde zorlandı. Bir noktadan sonra ilanlar da iyice yetersiz kalmaya başladı ve Sami Kohen baba yadigârı derginin yayın hayatına bir yıl sonra son vermek zorunda kaldı.

Ama gazetecilikten kopmak yoktu. Hedefi, bir günlük gazetede dış haberler servisinde çalışmak, mümkünse bir de yabancı gazete ya da derginin Türkiye muhabirliğini üstlenmekti. Hem Fransızca hem de İngilizce bilmesi büyük bir avantajdı.

Önce Anadolu Ajansı’na başvurdu. Sınavın çok iyi geçmesine karşılık kazananlar listesinde adını göremedi. O sınavda “Gayrimüslimler burada çalışamaz” şeklindeki görünmeyen bir duvara takıldığını yıllar sonra ajansın bir yöneticisinden öğrenecekti.

Ve 1950 yılı ekim ayında Habip Edip Törehan’ın çıkarttığı Yeni İstanbul gazetesine girdi. Gazeteye girişinin öyküsü çok renkli. Çünkü Sami Kohen iş başvurusunda bulunmak yerine, Ortadoğu’daki gelişmeleri anlatan bir yazı kaleme alıp gazetenin genel yayın müdürüne posta ile göndermek yolunu seçti. Pek ümidi de yoktu. Bir sabah Yeni İstanbul’u alıp okurken kendi yazısıyla karşılaştı, müthiş bir sevinç duydu.

Bunun üzerine iki-üç yazı daha yolladı. O yazılar da yayımlandı. Derken gazetenin başyazarı Mustafa Nermi’nin sekreterinden bir mektup aldı. Gazetenin merkezine görüşmeye davet ediliyordu. Nermi ile tanışmasını gazetenin patronu Habip Edip Törehan ile görüşmesi izledi. Gazetede yalnızca dünya haberlerine ayrılmış bir bölüm açmak isteyen Törehan, Kohen’i bir aylık ücretsiz deneme dönemi için Yeni İstanbul’da başlattı. Akşamları 19.00 ile 02.00 arasındaki bu mesai Kohen’in gündüz Gazetecilik Enstitüsü’ndeki derslerine devam edebilmesini de mümkün kıldı.

BABAMIN İSMİNİ REDDİ MİRAS YAPAMAM

Mesaisi beğenilince bir ay sonra tam kadrolu olarak Yeni İstanbul’da çalışmaya başladı. İmzalı yazılarıyla kısa zamanda dikkat çekti. Bir gün patronu Törehan kendisini yanına çağırdı. Hiç beklemediği bir öneriyle karşılaştı. Törehan, Kohen isminin yadırganabileceğini belirterek şöyle dedi:

İstikbal için çok şey vaat ediyorsun. Kendine uygun müstear bir isim bul. Bu isim altında meşhur olursun.”

Kohen, şu yanıtı verdi kendisine:

Ne demek istediğinizi anladım. Kusura bakmayın, bu benim aile ismim. Pederimden kalma bir miras. Ben reddi miras yapamam...”

Törehan, söze girdi “Dur evladım, biz burada konuşuyoruz. Israr ediyorsan sen yine devam et aynı isimle. Bunu unut...

Kohen’in Yeni İstanbul’a katılmasından sonra sayfaların bir bölümünün tamamen dış haberlere ayrılmasıyla kendi ifadesiyle Babıâli’de bir çığır açılmış oldu. Kohen, “Benim katılmamla Türk basınında ilk defa bir eleman sadece dış haberlere bakmaya başladı, tek bir kişi için bir ünite kuruldu” diye konuşuyor nehir söyleşiyi yapan Nihal Boztekin’e.

ABDİ İPEKÇİ İLE KURULAN DOSTLUK

Yeni İstanbul yılları Türk basını için önem taşıyacak kuvvetli bir dostluğun kurulmasına da vesile oldu. Bu gazetede çalışanlardan biri de Kohen’den iki ay önce burada işe başlamış olan Abdi İpekçi’ydi. Kısa zamanda kaynaştılar. Kohen, 1952 yılı sonunda askerden döndüğünde Abdi İpekçi, Mithat Perin’in çıkarttığı popüler bir akşam gazetesi olan İstanbul Ekspres’te yazıişleri müdürü unvanıyla çalışmaya başlamıştır. Kohen, Perin’in teklifini kabul ederek İstanbul Ekspres’e, İpekçi’nin yanına geçti. Sonradan çok yakın arkadaş olacağı Halit Kıvanç gazetenin spor yazarıdır. Sabahları 06.30’da gazeteye gittiğinde ilk işi sobayı yakmak olur. Her sabah tekrarlanan bu egzersiz, kaloriferli bir evden gelen Sami Kohen açısından çok yeni bir tecrübedir.

1954 yılı, yalnızca İpekçi ve Kohen’in kariyerleri değil, Türk basın tarihi için bir dönüm noktasıdır. Milliyet’in sahibi Ali Naci Karacan, gazetede bir hamle yapma kararı verdiğinde Abdi İpekçi’ye genel yayın yönetmenliğini önerir. İpekçi Milliyet’te çalışacağı ekibi oluştururken Kohen’e de teklif yaptığında, “Anca beraber kanca beraber” yanıtını alır. Milliyet’e geçen bu ekipte Halit Kıvanç da vardır.

Milliyet, İpekçi’nin yenilikçi hamleleriyle kısa zamanda kendisini prestijli bir gazete olarak kabul ettirir. Bu ekibin dış haberler müdürü ve köşe yazarı olarak en önemli aktörlerinden biri de İpekçi’nin en yakın çalışma arkadaşlarından biri kimliğiyle Sami Kohen’dir.

Günümüzün gelişmiş haberleşme, iletişim imkânları içinde dünyamız küçük bir köye dönüşmüştür. Oysa haberleşme mecralarının yalnızca yabancı ajans, radyo ve gecikmeli gelen yabancı gazete ve dergilerden ibaret olduğu o yıllarda, gazetelerin dış haber servisleri dünyayı Türk kamuoyuna bağlayan birer köprü işlevi görüyordu. Sami Kohen ve başında olduğu servis, işte bu çok önemli köprülerden biriydi.

Sonraki dönemde Milliyet’in dış haberler servisi Türk basınında bir ekol olarak ortaya çıktı. Mehmet Ali Birand, İpekçi’nin tavsiyesiyle yanına yardımcı olarak aldığı ilk gazeteci oldu. Dinçer Güner, Özer Yelçe, Cemre Birand, Murat Bardakçı bu serviste çalışmış isimlerden bazılarıdır.

Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen

DIŞ HABERCİLİĞE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

Kohen’in dış habercilik anlayışına kattığı kayda değer bir unsur, bu alanı yalnızca masa başa bir çeviri uğraşı olarak görmeyip, servisin mensuplarının sahada olması gerektiğine inanması, bunu teşvik etmesidir. Kendisi de her fırsatta sahaya çıkmış, önemli gazetecilik başarılarına imza atmıştır.

Bir kere, Türkiye’nin dış ilişkilerindeki temel sorunlarla ilgili gelişmeleri sahada süreklilik içinde izlemiştir. Örneğin, 1950’li yılların ortalarından itibaren Kıbrıs sorununun bütün aşamalarına tanıklık etmiştir. 1955’te Londra’da yapılan ve Türkiye’yi dönemin dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun temsil ettiği Kıbrıs görüşmeleri bunlardan biridir. Keza 1965 yılında Lefkoşa’ya giderek dönemin “Kıbrıs Cumhuriyeti” Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’tan mülakat alan ilk gazetecidir.

Kohen’in seyir defterinde “ilk”lerin sayısı o kadar çoktur ki. Türkiye için birer bilinmez olan pek çok ülkenin kapısından içeri girerek Türk kamuoyuna anlatmıştır. 1963 yılında gittiği Arnavutluk, 1965 yılında Vietnam, 1971 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, 1985 yılında Kuzey Kore bunlar arasında bazılarıdır.

BEŞİKTAŞ’IN MASÖRÜ KİMLİĞİYLE ARNAVUTLUK’A NASIL SIZDI?

Bütün bunlar içindeki en renkli Sami Kohen klasiği 1963 yılında Arnavutluk’a girmesinin öyküsüdür. O dönemde Enver Hoca’nın liderliğindeki Arnavutluk tüm dünyaya kapılarını kapatmış bir ülkedir. Hiçbir gazetecinin bu ülkeden içeri adım atabilmesi mümkün değildir. Kohen ise Arnavutluk’a gitmeyi kafasına koymuştur. Bunun için Milliyet Spor Müdürü Namık Sevik’in katkısıyla yaratıcı bir formül bulunur. 1963 yılında Balkan Futbol Kupası finallerinde ev sahipliği sırası Arnavutluk’a gelmiştir ve Türkiye’yi Beşiktaş temsil edecektir. Ancak gizli servislerin başvuracağı türde bir organizasyonla Sami Kohen, toplu vizeyle Tiran’a giden Beşiktaş kafilesine takımın masörü olarak dahil edilir. Bu şekilde Beşiktaş takımının içinde gizlenerek Arnavutluk’a sızan Sami Kohen, kulübün masörü kimliğiyle halkın arasına karışır, çok sayıda fotoğraf çeker. Ve sonunda yakayı ele verir. Arnavutluk polisine yakalansa da çektiği fotoğrafları vermez, ülkeden dışarı çıkartır. Sonuç, büyük bir gazetecilik başarısıdır. Özellikle bütün sınırın elektrikli tellerle çevrildiğini gösteren fotoğraflarını Associated Press de satın alır ve bütün dünya basınına haber olur.

Bu arada, dünya tarihinde iz bırakan pek çok olayın ilk elden tanığı olarak görürüz onu. 1967’de Yunanistan’da “Albaylar Darbesi” olduğunda ertesi günü Atina’dadır. Rus tankları 1968 Ağustos ayı sonunda Çekoslovakya’yı işgal ettiğinde, Sami Kohen bir gün sonra Prag sokaklarında karşımıza çıkar. Çekoslovakya’ya girmek üzere önce Viyana’ya gidişi, buradan taksi tutarak bir sınır kapısına gelmesi ve tehlikeli bir ortamda elinde bavuluyla bir tahta köprünün üzerinden yürüyerek karşı tarafa geçişi, filmlere konu olacak bir gazetecilik öyküsüdür.

Ayrıca, Mihail Gorbaçov’un 1 Eylül 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıldığını ilan ederken Moskova’da elinde not defteriyle bu tarihi olaya tanıklık eden yabancı gazetecilerden biri yine Sami Kohen’dir. İmza attığı  ve zamanında büyük yankı yaratan bir başka gazetecilik olayı, 1976 yılında gittiği Washington’da ABD Hazine Bakanlığı belgelerini inceleyerek ünlü Lockheed Skandalı’ndaki rüşvet zincirine Türkiye’nin de karıştığını duyurduğu, gündeme bir bomba gibi düşen 14 Şubat 1976 tarihli manşet haberidir.

DÜNYADA ÖRNEĞİ OLMAYAN BİR ÇİZGİ

Sami Kohen, İpekçi’nin davetiyle 1954 yılında Milliyet’in kapısından içeri adım atmıştır. Kohen’in seyir defterinde sonraki 67 yıl, kesintisiz bir şekilde bugün de sürmekte olan Milliyet yıllarıdır. Kendi ifadesiyle de Sami Kohen Milliyet’tir... Bu, herhalde bugüne dek dünya basınında pek benzeri olmayan bir istikrar çizgisidir.

Bu çizgi aynı zamanda temsil ettiği ilkeler bakımından bugüne en ufak bir yalpalama göstermeden tam bir tutarlılık içinde gelmiştir. Bir dış politika habercisi, yorumcusu olarak karşısındaki hadiselere, durumlara elinde hassas bir teraziyle, tam bir denge içinde, gerçeklere haksızlık yapmamaya azami çabayı göstererek yaklaşmıştır. Bu, hamasetten uzak, sağduyunun, gerçekçiliğin, makul olanın yol göstericiliğinden uzaklaşmayan, pusulası hiç şaşmayan bir çizgidir. Üstelik bu çizgiyi özenle taşıyan bu gazeteci insanlara saygısı, nezaketi, alçakgönüllülüğü, sevecenliği ve herkese yaydığı güven duygusuyla temayüz etmiş özel bir insandır.

Aslında Sami Kohen’den söz ederken onu bir gazeteci ya da yazar olarak anlatmak yeterli değildir. O, Türkiye’de Cumhuriyet dönemi gazeteciliğinde önemli bir müessesedir. Bulunduğu her ortamda gazeteciliğin saygınlığını yükseltmiştir. Bir gazetecinin görevi toplumu bilgilendirmek, ufkunu genişletmekse, yaşadığı topluma karşı bu görevini layıkıyla en iyi şekilde yerine getirmiş, ülkesine değer katmış, Türkiye’yi dünyaya açmıştır. Türkiye Sami Kohen’e müteşekkirdir.

Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen
Sami Kohen, Global İlişkiler Forumu isimli düşünce kuruluşu tarafından kendisine onursal üyelik ödülü töreninin ardından Sedat Ergin ve eski TBMM Başkanı Hikmet Çetin ile birlikte.

İSMET PAŞA KOHEN’İ NASIL MİLLETVEKİLİ ADAYI YAPTI?

SAMİ Kohen’
in yaşam öyküsünde onun kısa süreli siyaset macerasını anlatmadan olmaz. 1961 yılında dönemin CHP lideri İsmet İnönü kendisiyle tanışmak ister. Ziyaretine gittiğinde İsmet Paşa, 15 Ekim 1961’de yapılacak seçim için aday listelerini hazırladıklarını belirterek “Seni de aday yapmak istiyoruz” der. “Aman Paşam, lütfedersiniz fakat ben gazeteciyim” der. “Gazeteci milletvekili olamaz mı” diye sorar İnönü: “Gel milletvekili ol, seçilirsen çok iyi olur.”

Kohen, önce Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’ye danışır. İpekçi olumlu bakar, “Sonra yine dönersin gazeteciliğe” der. Gazetenin o dönemdeki patronu Ercüment Karacan ise soğuk bir şekilde yaklaşır. Kohen, İsmet Paşa’nın teklifini kabul eder.

İstanbul’dan toplam 31 milletvekili seçilecektir. Kohen CHP’nin listesinde 17’nci sıraya konur. Gönlü daha çok gazetecilikte olduğu için karışık duygular içindedir. Sayım sonuçlandığında CHP’nin İstanbul’da çıkarttığı milletvekili sayısı 14’te kalınca, Kohen’in siyaset macerası sona erer. Eve geç saatte gittiğinde sonucu bildirdiği eşi Mirka Kohen, durumu büyük bir sevinçle karşılar, “Sahi mi, şampanya patlatalım” der.

Kohen, Milliyet’e döner ancak siyasetten hemen kopamaz. Renkli bir sürpriz, daha doğrusu emrivaki ile karşılaşır. 1963 yılında Arnavutluk seyahatinden döndüğünde, kendisi yurtdışındayken yapılan belediye seçimlerinde İstanbul’dan CHP Belediye Meclis üyeliğine seçildiğini öğrenir. Gıyabında aday gösterilmiştir. Buna çok içerler, ancak “hayır” da diyemez. Sonuçta belediye meclis toplantılarına seyrek aralıklarla katılarak durumu idare eder.

Yazarın Tüm Yazıları