AYM’nin Balyoz kararı (2): Mahkûmiyetin gerekçesi yeterli ve makul değil

ANAYASA Mahkemesi’nin (AYM) Balyoz davasında verdiği “adil yargılanma hakkı” ile ilgili “ihlal” kararını anlayabilmek için önce bu hükmün dayandığı hukuksal çerçeveye odaklanalım.

Haberin Devamı

Önce bir soru: Adil yargılanma hakkından ne anlamalıyız? AYM’nin gerekçeli kararı, bu noktada öncelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konudaki içtihatlarına atıfla, bu hakkın unsurları arasında A) “Başvurucuların iddialarına yanıt verme” ve B) “Şikâyetlerini incelemekten kaçınmama” yükümlülüklerini de sıralıyor.

* * *

Buradaki tanımlama bizi “mahkemelerin kararlarını gerekçelendirme yükümlülüğüne” götürüyor. “Gerekçeli karar hakkı”, adil bir yargılanmanın ve bunu denetlemenin en önemli gerekliliklerinden biri. Şimdi bunu açalım.
Mahkemelerin kararlarını hangi temele dayandırdıklarını “yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü” var. Ancak açık olması da yetmiyor. İddia ve savunmaların davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla ilgili olan bu hususlara mahkemelerce “makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi” de gerekiyor.
Bitmedi. Verilen yanıtların “dayanaksız olmaması” ve “mantıklı ve tutarlı olması” da gerekiyor.
Peki makul olmanın ölçüsü nereden geçiyor? Mahkemeler, taraflarca gösterilen delillerden bazılarını karara dayanak olarak kabul edip, diğerlerini de reddedebilir. AYM’ye göre, bu husustaki “Gerekçelendirmenin (...) makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekiyor”.
AYM, sonunda gerekçeli kararın işte bütün bu unsurları içermesi gerektiğini vurguluyor. Aksi olursa, bunun bir “hak ihlali” olacağını belirtiyor.

* * *

Haberin Devamı

Gerekçeli kararın sonraki bölümünde, Balyoz sanıklarının dijital delillerin zaman, mekân ve içerik olarak çelişkili ve tutarsız olduğu yolundaki savunmaları ve bu yönde getirdikleri bilirkişi raporlarından muhtelif alıntılar yapılıyor. Dünkü yazımızda bu alıntıları özet olarak aktarmıştık.
AYM, bunun ardından (özel yetkili) mahkemenin, sanıkların yargılama aşamasında sundukları karşı delillere ve bilirkişi raporlarına itibar etmemesini “gerekçeli karar hakkı”nın yukarıda sıraladığımız unsurları açısından değerlendiriyor.
Bu noktada en iyisi karardan –çok özet olarak- bazı alıntılar yapmak:
-“Mahkeme, 2003 yılı sonrası güncelleştirilmiş olarak kabul ettiği belgelerin nasıl olup da CD’lerin yazdırılma tarihlerinden önceki tarihleri gösterdiğini cevaplamamıştır.
-Bir kısım dökümanın oluşturulma tarihinin hangi surette CD’lerin oluşturulduğu tarihten önce üretildiği hususunun, mahkemece şüpheye yer bırakmayacak ve ikna edici bir şekilde açıklanması gerekmektedir. (Yani ‘açıklanmamış’ deniyor.)
-Başvurucular 2003 yılında üretilmiş bir belge 2007 yılına ait bir yazılım ile açıldığında söz konusu belgenin özgün halinin de 2007 yılına ait hale gelmeyeceğini ileri sürmüş ve bilirkişi raporu ve uzman mütalaaları ile sunmuş iseler de derece mahkemeleri bu rapor ve mütalaalar hakkında bir açıklamada bulunmamışlardır.
-Davanın esasını etkileyecek bazı savunma delillerine gerekçeli kararda hiç değinilmemiş, bazı raporlara neden itibar edilmediğine ilişkin bir açıklamaya da yer verilmemiştir.
-Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde dijital veri ve içeriklere dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak nitelendirilemez.”
AYM, bu saptamalardan sonra “Bu sebeple gerekçeli karar hakkı ihlal edilmiştir” diyor.

* * *

Haberin Devamı

Mahkemenin AYM’ye göre “yetersiz gerekçelerle bilirkişi raporlarını göz ardı etmesi” hukuken bir problem daha yaratıyor. Bu, adil yargılanmanın en temel unsurlarından biri olan “silahların eşitliği” ilkesiyle ilgilidir. AYM, iddia makamının tanık ya da bilirkişileri ile sanıkların tanık ve bilirkişilerinin de “eşit muameleye tabi tutulması gerektiğini” vurguluyor.
Ancak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Savcılık makamının getirdiği bilirkişi raporlarına (TÜBİTAK gibi) itibar etmiş, savunmanın bilirkişi raporlarını ise dikkate almamıştır. Mahkeme heyeti, ayrıca sanıkların delillerin sahteliği ile ilgili iddialarını incelemek için (savcılıktan ayrı olarak) bizzat kendisinin (mahkeme) bir bilirkişi heyeti tayin etmesi talebini de reddetmiştir.
AYM, bu konuda şu tespiti yapıyor: “Başvurucuların haklarında yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakları kısıtlanmış, ceza yargılanmasının maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiştir.”
AYM, sonuçta Balyoz davasında mahkeme hem “gerekçeli karar hakkı”, hem de “silahların eşitliği” ilkesine aykırı davrandığından, Anayasa’nın 36’ncı maddesinde güvence altına alınan “adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine” karar vermiştir.
İhlaller yalnızca bu iki başlıktaki sorunlardan kaynaklanmıyor. Mahkemenin bir de “tanıkları dinlemeyerek” yaptığı ihlal var ki, onu da yarınki yazımızda masaya yatıracağız.

Yazarın Tüm Yazıları