Şehrin kalbi romanın kalbi

“İstanbul’un Hayaletleri”, kalbinde şehri taşıyan, hızlı ve sürükleyici bir macera romanı. Kuyumculuğun kalbi Çuhacı Han’dan Şerefiye Sarnıcı’na, Valens Su Kemeri’nden Çatladıkapı’daki Bizans’ın efsanevi sarayı Bukoleon’a birçok eşsiz mekânda geçen olaylarla örülü. Tarihi gizemle buluşturmayı seven yazar Yonca Eldener yeni romanını Sayım Çınar’a anlattı.

Haberin Devamı

◊ “İstanbul’un Hayaletleri” gizem, macera ve İstanbul’u birleştiren, temposu yüksek bir roman. Kitabı yazma kararını nasıl aldınız, yazım aşaması ne kadar sürdü, buradan başlayalım.

- Üç yılda tamamlandı. Başka bir fikir üzerinde çalışıyordum ve okumalara başlamıştım. Bir gün bana kuruluşundan bugüne İstanbul’un tarihini anlatan bir kitap hediye geldi ve akşam yatmadan önce kitabın kapağını kaldırdım. Kaldırış o kaldırış. İstanbul’a öyle bir daldım ki, çalışıyor olduğum fikri kenara koyup “İstanbul’un Hayaletleri”ni yazdım.

◊ İstanbul göç alan, her gün değişen bir şehir. Bu yoğun insan trafiğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Edebiyatınıza nasıl bir etkisi oldu? Şehrin hayaletleri deyince aklınıza ne geliyor?

- Şehrin hayaletleri deyince aklıma etrafımızda olan ama bakmadan geçtiğimiz, toplumun en alttakileri ve gelir düzeyine bakmaksızın tüm kimliğini gizleyen kesimler geliyor. Böyle bakınca İstanbul’un kalbinde onlarca hayalet geziyor. Son dönemde en gözüme çarpanlar yabancı göçmenler. Gençler gruplar halinde geziyor ve turistlerin arasına karışıyorlar. İşporta tezgâhı açan, hatta dükkân açanlara rastlıyorum. Kentin içinde küçük gettolar oluşmuş durumda. İstanbul’a başka kentlerden göçenler konusu ise onlarca yıllık bir olgu. Böyle bir devinimden her türlü sanatsal yapıtın çıkması doğal. Ben de bir yazar olarak üç imparatorluğun başkentinde, binbir milleti ve her kesimden insanı bir arada görmekten büyük heyecan duyuyorum.

Haberin Devamı

Şehrin kalbi  romanın kalbi


İSTANBUL’UN TÜNELLERİ İLGİMİ ÇEKTİ

◊ Her kitabınızda tarihi mekanları, mitleri kullanıyorsunuz. Bu kitapta hangi tarihsel mekanlardan ve hikayelerden faydalandınız?

- Kuyumculuğun kalbi Çuhacı Han’dan Şerefiye Sarnıcı’na, Valens Su Kemeri’nden Çatladıkapı’daki Bizans’ın efsanevi sarayı Bukoleon’a birçok eşsiz mekânda geçen olayları anlatıyorum. Ancak romanda sadece yüzeydeki yapıları değil, su tünellerini ve sarnıçları da içine alan bir dehliz turuna çıkıyoruz. Antik tüneller ve sarnıçlarla ilgili efsane çok. Bu tünellerin Kınalıada’ya çıktığından içindeki hazinelere kadar onlarca şehir efsanesi var. Bu efsaneleri romanıma katmaktan büyük keyif aldım.

◊ Kitap bir parti sahnesiyle açılıyor. Her gün İstanbul’un gizli köşelerinde tuhaf buluşmalar olduğunu biliyoruz. Kitabın ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?

- Romanın açılışında kahramanımız çok sınırlı sayıda davetlinin alındığı bir yeraltı partisinde. Gelenler iki saat öncesine kadar partinin yerini bilmiyor. İlk sahne, partinin verildiği yer olan Bizans’ın Büyük Sarayı’nın bugün yeraltında kalan bölümünde başlıyor. Paris’teki yer altı mezarlarında verilen yasak bir maskeli balodan ilham aldım. Kitaplarımı her zaman bir yazarın notu bölümüyle bitiririm. Gerçek mekanları ve tarihi bilgileri kullandığım için romandaki kurgu olan noktaları özellikle açıklarım. Çünkü okuyucu yazdığım her şeyi gerçekten yaşanmış kabul edebiliyor. Ya da tam tersi kurgu sandığı bir olayın gerçek olduğunu bilemez.

Haberin Devamı

Şehrin kalbi  romanın kalbi

HER BİNANIN ALTI KAFE OLMADAN DA ŞEHRİ SEVEBİLMELİYİZ

◊ Göbeklitepe’yi kurgu romanının merkezine alan belki de ilk yazarsınız. Türk okuyucusu kendi dilindeki yazarların gizem hikayelerini ne kadar okuyor?
- Evet, Göbeklitepe’yi Türkiye’de bir romanda ilk ben yazdım. Ahmet Ümit gibi yazarlar bu önyargıyı kırarak bize yol açtı bence. Bu tarz bir roman yazmak aslında iki roman yazmaya bedel. Bir insan hikayesi yazıyorsunuz, bir de araştırma yapması çok meşakkatli bir arka plan yaratıyorsunuz. Bu nedenle bu türün yazarları çok kolay çıkmıyor. Kitapların kalitesi artığı sürece okur Türk yazarları tercih eder.

◊ Romanı yazarken ne gibi okumalar ve seyahatler yaptınız, hikâyenin entelektüel altyapısını kurarken nasıl bir çalışma yürüttünüz?
- Kitabın arka planında Leonardo da Vinci ve Mimar Sinan yer alıyor. Romanda “İstanbul’da Rönesans başlatmak mümkün mü? sorusu soruluyor ve Rönesans’ı yaratan şartları oluşturmak ve büyük ustalar yetiştirmek için Kapalıçarşı’ya gözünü diken bir Türk zengini anlatılıyor. Ben aynı dönemde yaşadıkları için, da Vinci ve Mimar Sinan’ı aldım. Tabii yaratıcılık deyince Kapalıçarşı’nın mücevher ustalarını da anlatmak şarttı. Çuhacı Han’da tecrübelerini paylaşan mücevher ustalarına teşekkür borçluyum.
◊ Peki İstanbullular İstanbul’un zenginliklerinin ne kadar farkında?
- Çok farkında değil. Şehrin zenginliklerine artan bir ilgi var ancak eski mahallelerin ilgi çekmesi için illa soylulaştırılması gerekiyor. Her binanın altı kafe olmadan da şehri sevebilmeliyiz. Balat’ta bazı duvarlar selfie çekmek için dekor haline getirilmiş. Bunu hiç sahici bulmuyorum.

Haberin Devamı

SAVAŞ ÖZBEY’İN HABER İÇİN SOKAKTA YATMASI İLGİMİ ÇEKTİ

◊ Savaş Özbey’in evsizleri konu edinen yazı dizisinin ilham kaynaklarınızdan oldu...

- Romanımda evsizler olmazsa olmazdı. Bu nedenle işe şehrin bu en korunaksız ve kırılgan kesimi hakkında yapılan araştırmaları okuyarak başlamak istedim. O esnada Savaş Özbey’in dosyası dikkatimi çekti. Dosya çok güzeldi, gerçekten sokaklarda yatarak ve evsizlerin arasına karışarak yazılmıştı. Roman ilerledikçe bir gazetecinin yazı dizisi hazırlamak için sokaklarda uyuması fikri de çok hoşuma gitti ve buna yer verdim.

 

Yazarın Tüm Yazıları