Torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı heyecanla bekliyorum
73 yaşındayım. İki kız evladım ve iki de kız torunum var. Kızlarım genç kız olunca onlar kadar ben de heyecanlanmıştım.
Bizim zamanımızda bu tür öğretiler, gizli kapaklı, genellikle annelerin göreviydi. Anneler bu görevi yerine getirirken, kızları bir suç işlemiş duygusu vererek yerine getirirdi. Ve bu suçluluk duygusu, kirlenmiştik duygusu kızlarına geçerdi.
Ben kızlarıma, bana yapılanı yapmadım. Onları korkutmadan, aylar önce bu değişime hazırladım.
Gün geldiğinde onlara sarılıp öptüm ve olayı tüm aile üyeleriyle mutlu bir şekilde paylaştık.
Bunda utanılacak bir şey yok. Dünya nüfusunun yarısı kadın ve bu olay her saniye her bir köşede yaşanıyor. Tıpkı su içmek, yemek yemek, nefes almak gibi doğal.
Şimdi torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı, tıpkı kızlarımda olduğu gibi heyecanla bekliyorum.
Oyuncu Ceyda Düvenci, 2.7 milyon takipçisiyle kızının “genç kızlığa adım attığını” paylaştı.
2.7 milyon takipçi... Buna bir de alıntı yapan haber sitelerini falan katarsanız ezcümle bütün Türkiye, Melisa’nın regl olduğunu biliyor.
Bilmeyenler için hemen kısa bir parantez açalım: Melisa, Düvenci’nin ikinci evliliğinden olan kızı.
Doğum sırasında beyin kanaması geçirdiği için serebral palsi hastalığıyla mücadele ediyor. Amerika’da özel tedavi ve eğitim gördü.
Düvenci ise bu süreçte kahramanlaştı. Hem kızıyla birlikte bu hastalığa karşı verdiği mücadeleyi hem de bu hastalıktan mustarip başka çocuklar için gösterdiği çabaları takip ettik yıllarca.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı, bu konuda bir kitap bile hazırladı. Böyle ağır travma geçiren ailelerin psikolojisine aşinayım. Kız kardeşim kalbi delik doğmuştu.
Yıllarımız onu hayatta tutmak için açık kalp ameliyatları, kateterlerle hastane kapılarında geçti.
Annemin bir lafı hiç aklımdan çıkmaz: “
Robert de Niro ünlü restoranı Nobu’yu İstanbul’da açacakmış mayıs ortasında. Neyse ki Bodrum’dan tecrübeliler.
Çünkü dünyaca ünlü ne yeme-içme markaları, restoran zincirleri geldi Türkiye’ye. Birçoğu tutunamayıp bir sezonun sonunda kapatıp gitti. Kavrayamadıkları şey şuydu bence: Bizde restorana, kafeye gitmek sadece yemek yemek, karnını doyurmak değildir. Aynı şekilde servis de sadece servis değildir.
Bizde servis, aynı zamanda hizmet almaktır, hoş tutulmaktır, iyi hissettirilmek, hatta şımartılmaktır.
Eğer o adama/kadına alıştığı şekilde ismiyle hitap edemezsen bitti o iş. İlle de lüks yerleri düşünmeyin.
Daha mütevazı yerlerde de durum aynı. Orada da insan tanınsın, hali vakti sorulsun, özel bir tercihi varsa, bilinsin, hatırlansın istiyor.
Türk erkeğine flört ettiği birinin yanında sipariş alırken “Her zamankinden mi olsun efendim?” cümlesinin kurulması, önüne koyacağınız her yemekten daha lezzetli, her aperatiften daha iştah açıcı, emin olun.
Bunda yadırganacak bir şey de yok. Filmlerde görüyoruz ya, Batı’da insanlar bara gidiyor, barmene eşiyle sorunlarından patronuyla meselelerine kadar her şeyini anlatıyor...
Yani aslında barmene bir nevi terapist muamelesi yapıyor. Bunu da öyle düşünün. Masaja, rahatlamaya gider gibi gidiyoruz mekâna.
◊ Uzun yıllar sahne sanatçılığından sonra albümler yaptınız. Sahne sanatçılığı mı, albüm sanatçılığı mı?
- Sahne... Orada aldığın enerji bir başka.
◊ Bir geceliğine, sahne tatminini en zirvede yaşayan bu isimlerden hangisi olmak isterdiniz: Ajda mı, Sezen mi?- Ajda Aksu...
◊ Hayatınızdaki iki önemli insandan hangisini kızdırmak daha eğlencelidir: Nükhet Duru mu, Murathan Mungan mı?
- Her ikisini de kızdırmak istemem. Hele Murathan’ı. Zaten yıllardır görmüyorum. Kızgın herhalde bana.
◊ Popüler gece hayatı markaları yarattınız. My Pavyon mu, Piyasa mı?
- İlk My Payvon olduğu için orası. Çok eğlenceliydi. My Piyasa’da o kadar eğlenmiyordum, daha çok geriliyordum.
◊
Vegan mıyım? Yoo... Tam aksine, et yemeyince doymadığına inananlardanım.
Hatta öyle “etoburum” ki et yerken dişlerimin arasından ballı bir sıvının aktığını hissediyorum.
“Dünyada hiç sebze kalmadı” deseler, belki biraz patates için üzülürüm, biraz havuç için.
Ha bir de karalahana.
Geri kalan sebzeler benim için yeşillikten ibaret. Hatta üstüne “Lütfen çimleri yemeyiniz” tabelası asılmalı.
Ama et yemenin gezegenin su kaynaklarına, atmosferine yük olduğunu biliyorum.
Haliyle yaşam tarzımın, beslenme biçiminin dünyaya daha az zarar verecek
İkisi de hedefe kilitli, yüksek isabetli füze gibi.
İkisi de isimsiz ama adrese teslim.
İkisi de bir erkeğe.
İkisi de canının yandığını saklamıyor.
Hatta giderli sözlerinde bunu ilan ediyor. İkisi de yerin dibine sokma amaçlı.
Alenen.
Reddedilmiş/tercih edilmemiş iki kadının...
Can yanmasından dökülen gerçek sözleri, ciğerden gelen kelimeleri bunlar.
80 milyonluk ülkede sayıların milyonları bulduğu söyleniyor.
Bence asıl çoğunluk, benim gibi teknolojiden zerre anlamayan “başı kesik tavuklar”...
E tamam, madem öyle Telegram’a, Signal’e ya da Bip’e geçelim diyoruz...
Bu sefer de diyorlar ki “Telefon rehberi gibi kişiye özel bilgileri onlar da istiyor.”
Haydaa, dönüyoruz başa.
Zaten ben her şeyin “beleş”inden korkarım.
Kimsenin kimseye çıkarı olmadan bedava hizmet sunacağına inanmıyorum.
Köyde kadınlar tarlaya, ormana, yaylaya gittiklerinde çocuklarını başka kadınlara emanet edermiş, onlar da çocuklara “gerçek annesi gibi” emzirmek dahil her türlü bakımı yaparlarmış.
Süt emen çocuklar da büyüdüklerinde o kadına “anne yarısı” muamelesi yaparlarmış.
Enis Arıkan, Hazal Kaya’nın da sette hasta bir çocuk için süt anneliği yaptığını açıkladı.
Hatta hasta çocuk zaman içinde iyileşmiş.
Hazal Kaya da mutluluktan gözyaşlarına boğulmuş.
Süt anneliği lafını İzmir depremine kadar epeydir duymamıştım.
Çocukluğumun “hayal meyal kavramlar”ı arasında kalmıştı.
İzmirli bir kadın, depremde kendi çocuğu için yeterince sütünün olduğunu, annesiz kalan bebekler ya da korkudan sütü kesilen anneler için süt yollayabileceğini duyurmuştu sosyal medyadan.
◊ Başak burcu olarak hangi özelliğiniz daha yorucu: Detaycılık mı kıskançlık mı?
- Eskiden gerçekten yorucu boyutta detaycı ve programlıydım ama kendimi eğittim. Kıskançlık kısmına gelince... Sevdiklerim beni sevsin isterim yoksa klasik kıskançlardan hiç değilim.
◊ İstanbul’un... Anadolu yakası mı Avrupa yakası mı?
- Avrupa. Çünkü orada doğdum, büyüdüm. Ama Caddebostan Sahili’nin yeri, kalbimde hep bambaşka.
◊ Deniz-kum-güneş mi orman-ağaç-temiz hava mı?
- Deniz benim için vazgeçilmez. Ama kum olmasın lütfen ya...
◊ Peki, Bodrum mu Çeşme mi?
“Çok sahte hesabım var. Birinde Trabzon’da yaşayan 26 yaşında bir kızım. Kedim de var, adı Fısfıs. Muhabbet ediyorum takipçilerimle.”
Sosyal medya keşfedilmemişken, bu insanlar “çoklu kişilik parçalanması”na benzer afili isimli hastalıklarla anılırdı.
Bugün ülkenin en medyatik pop starlarından biri tarafından demeç olarak çok rahat verilebiliyor.
Bilimkurgu filmi sanki. Sosyal medyada herkesin alternatif kişilikleri var.
Senin kaç?
- Benim dört abi, ancak idare edebiliyorum. Sonra kendi kendimi layklıyorum falan, rezil oluyorum...
Daha geçen hafta, çok uzun zamandır tanıdığım bir arkadaşım da benzer bir şeyden bahsetti.
Murat Dalkılıç’ın kendi kendine ettiğini dışarıdan gözlemleyip üzülmemek zor.
Canı yanan bir ergen gibi davranıyor. Delirip delirip yaptığı şeyler “cool” havasına şuna buna değil, artık doğrudan sosyal çevresine, kişisel ilişkilerine, önemli dostluklarına zarar veriyor.
En son yılbaşı programına eski sevgisi Hande Erçel ile Kerem Bürsin’i çıkardı diye Acun Ilıcalı’yla köprüleri attı, sosyal medyada takibi bıraktı. O ve başka birçok insanı.
Bir nevi erken girilmiş 40 yaş bunalımı yaşıyor gibi. Yeteneklerinizin ve fiziki kuvvetinizin zirvesinin artık geride kaldığını hissedersiniz.
Üstelik ömrünüzün önemli bir kısmı da geçmiştir...
“Bir erkek gücünü kaybedince, kadınların saygısını yitirir” gibi açıklamalar yapmaya başladı. Bu söylediklerinden 37 yaşındaki Dalkılıç’ın aslında hangi kafada olduğunu anlıyoruz biraz...
◊ Gücünü kaybetmiş...
◊
4 Eylül 2019; Harbiye Açıkhava Sahnesi.
Protokol ünlüden geçilmiyor: Murat Boz, Murat Dalkılıç, Fettah Can, Acun llıcalı, Aslı Enver, Zeynep Bastık, Büşra Pekin...
İlk Habiye Açıkhava konserinde Oğuzhan Koç’u yalnız yalnız bırakmamışlar.
Oğuzhan Koç tek tek isimlerini sayarak “önemli misafirlerine” teşekkür ediyor.
Teşekkür etmek için saydığı isimler arasında o sırada sevgili olduğu Yağmur Tanrısevsin ve ilişki yaşadığı ortaya çıkan Demet Özdemir de var.
Herkesle birlikte bu iki yakın arkadaşın da isimlerini sayıyor. Hatta Yağmur Tanrısevsin’in adını söylerken elini kalbine götürüyor.
O sırada henüz “Demet-Oğuzhan” ilişkisine dair ortada fol yok, yumurta yok.
Çünkü bu işin bir aritmetiği var ve karşımızdaki Demet Özdemir.
Bu işlerin sihirbazı.
O bir şeye tam olarak “var” demediği sürece biz ne vardır diyebiliriz ne de yoktur.
Onlarca bölüm Can Yaman’la aşkı var mı yok mu diye koca memleketi (sadece memleketi mi, o sıra Can Yaman hayranı İtalyanlar, İspanyollar çeşitli dünya milletlerini) kanırtmış bir kadından bahsediyoruz.
Hatta hatırlarsınız, bir ara Can Yaman “libido” falan diye ego patlaması laflar ediyordu... O sırada Demet Özdemir’in de adı geçecek gibi oldu, hemen bir ulak gönderip tek bir cümleyle Can’ı sustalıya çevirdiği rivayet edilir.
Öyle bir susma ve susturma ustası.
Peki şimdi neden konuşulmasına izin veriyor olabilir?
◊ Mimarlık okudun... Yatay mimari mi, dikey mimari?
- Tabii ki yatay. Hem yükseklik korkum olduğu için hem de “yedi tepeli” şehrimizin daha fazla canına kıyılmaması için.
◊ Yatay futbol mu, dikey futbol mu?
- İflah olmaz bir Barcelona taraftarı olarak yatay futbol demem lazım ama Xavi ve Iniesta gidince o futbolun incelikleri ortadan kalktı. Sürekli “tiki taka”yla hayat geçmiyor, dolayısıyla: Dikey futbol.
◊ Klasik soru: Pele mi, Maradona mı?
- Açık ara Maradona. Çünkü sahada ve hayatta belirsizliğin, kaotizmin, estetiğin, zarafetin, insan bedeninin oyunla kuracağı ilişkinin en uç noktasının temsilcisi. Ayrıca oyunculuk sonrasında da macerası, bize sundukları bitmedi. Pele’nin öyküsü zirveye ulaşıncaya kadardı, Maradona’nınsa ölüme kadar sürdü, belki gelecekte de sürecek. Hakkında en çok film çekilen efsanelerden biri Maradona. Belgesel ya da kurgusal birçok yapıma ilham kaynağı olmuş.
Serdar Ortaç bütün program boyunca omuzlarının düşmemesi, dik durup sağlıklı görüntü vermek için çok çabaladı.
Biliyorsunuz, zor bir hastalıkla mücadele ediyor. Üstelik bu mücadele, hayatının en parasız dönemine denk geldi. Borç içinde.
Haftada bir şarkı yumurtlayan altın tavuk, yıllardır kurudu.
Özel hayatı da parlak değil.
Bazı ilişkiler yaşıyor görünüyor ama tam olarak ne olduğunu ne kendisi anlayabiliyor ne bize anlatabiliyor.
Yine de gecenin en azimlilerinden biriydi.
Enerjikti. Sadece kendi alanını değil, bütün stüdyoyu iyi kullanıyordu.
Performanslarını bazen ayakta, bazen yerlere çömelerek sergiledi. Koltuğuna çakılmadı yani. Oturduğu zamanlardaysa dediğim gibi:
Demek yılın son günü yazı yazıyoruz, yılın ilk gününde okunacak.
Bir yıl sonrasına mektup gibi. Siz ne koyardınız mektubunuza?
Yeni yıl kararları mı, 2020’den çıkardığınız dersler mi, umut mu, dilek mi?
Atın atın, biraz ondan biraz bundan. Bol olsun çeşit.
Başka ne eklemek gerekir? Dilenememiş özürler? Kesin.
Hakkımızın yendiği, yanlış anlaşıldığımız, pişmanlıklar falan da oldu ama daha güzel şeyler var önce koyacak.
Tuhaf değil mi? Hem enkaz hem de salgın bize bir derin nefes alabilmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı tekrar. O yüzden teşekkürleri koymak lazım mektuba alıp verdiğimiz her sağlıklı soluk için.
Geçirdiği ikinci zayıflama ameliyatından sonra kilo vermesi durdurulamıyor.
Kendi deyişiyle, böyle giderse yazı göremeyecek.
Operasyonları yapan doktorlarını “Söylemezsem Olmaz” adlı programına çıkardı.
İlk mide küçültme ameliyatını yapan doktor, “Biz sizi revizyon ameliyatına uygun bulmamıştık. Bu tip ameliyatlardan sonra ikinci ameliyatlar deneniyor. Ama belli şartları var. Hastanın ilk ameliyattan sonra kurallara uyması, birtakım ilaçlar kullanması gerekiyor. Yoksa ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor.”İlk doktorun söylediklerinden biraz Serengil’in zaten zor bir ikinci ameliyata girdiği anlaşılıyor.
İkinci ameliyatı yapan da “Yiyeceklerin mideden bağırsağa hızlı geçişi sonucu hasta ağrı, kusma gibi birtakım şikayetler yaşayabiliyor. Siz de sabahları böyle bir şey yaşıyorsunuz. Bu, ameliyatın doğasında var. Ama geçici bir süre yaşanıyor. 8 ayı atlattık. Size haftanın 2-3 günü hastanede serum ve vitamin takviyesi yapacağız. Geri dönüşüm ameliyatı zor ama ağır bir ameliyat değil. 2-3 ay daha sabrederseniz düzelecek.”
İkincinin söylediklerindense “Yaşadıklarınız normal, iki-üç ay daha sabretmeniz gerek” mesajı çıkıyor. En azından bu iyi. Ama bir başka yeni ameliyatın bahsi geçiyor.
İşin tuhafı, hepsini doktorların ağzından onunla aynı anda dinleyip aynı anda öğreniyorsunuz.
İnsanlar empatiyi en kolay sağlık söz konusu, can söz konusu olunca kurabiliyor sanki...
Sanki tıp eğitimi almışım gibi soranlar oluyor: “Aşı hakkında bir sürü iddia dolaşıyor. Sen gazetecisin, bilirsin, aşı olacak mısın? Biz de olalım mı?”
Bunu soranlar da aklı başında, üniversite falan bitirmiş insanlar.
En başından beri aşı yanlısıyım.
“Peki hangisi?” diye soranlara da “Keşke mümkün olsa Çin, Alman, Amerikan üçünü birden olsam” diye cevap veriyorum.
Bu sefer internette elden ele dolaşan aşı karşıtı videolar gönderiyorlar.
Arkadaş günde 250 kişinin ölmesinden daha kötü ne olabilir ki?
Bıktım artık sokağa çıkamamaktan, sevdiklerimle görüşememekten, sosyalleşememekten, pandemi yüzünden işi gücü altüst olan tanıdıklarımın hikâyelerini dinlemekten...
Bu aşı karşıtı cenah, kendi içinde parçalı.
◊ İkisi de çok ses getirdi. Siz olsanız ilk hangi kitabınızı okurdunuz: “Pop Dedik”i mi “100 Şarkıda Memleket Tarihi”ni mi?
- Önce “Pop Dedik” çünkü sonrasında yazdıklarımın ve yazacaklarımın temeli o.
◊ İkisinde de programlar yaptınız: Televizyon mu radyo mu?
- Radyo. O mikrofonun başında insanlara bir şeyler anlatmayı seviyorum. Asla vazgeçemem.
Başka bir büyüsü var.
2 buçuk ayda 22 kilo veren Deniz Seki Instagram canlı yayınında zayıflama sürecini anlatıp, konserlerde kulise koşu bandı istediğini açıkladı.
Çünkü günde 50-75 dakika yürümesi gerekiyormuş.
Yürüsün, yürümekle kulis aşınmaz. Ama organizatörleri kendi aralarında konuşurken düşünsenize:
- Koşu bandını nereden bulacağız şimdi? Satın alsak, başka kimse de kullanmaz, öyle kalacak köşede...
- Acaba benim evdekini mi getirsek? Ama o da eski tip, sığmaz ki bu kapılardan...
Şaka bir yana, Deniz Seki’nin az buz kilo değil verdiği, formunu koruma azmi takdire şayan tabii.
Ama ne bileyim önce yürüyüşünü yapsa, seki seki çaydan geçse, sonra evinde duşunu alsa mis gibi, kulise pırıl pırıl gelse olmaz mı? Bir saç, bir makyaj, hop sahne...
Önüm, arkam, sağım, solum Formula
Trafikte seyreder ya da kaldırımda yürürken karşınıza bir Formula 1 aracı çıkarsa şaşırmayın. Yarın başlayacak yarışlar öncesi bütün İstanbul, Formula 1 fuarına döndü.
Sokaklarda, caddelerde F1 araçları dolaşıyor; Sultanahmet, Bebek gibi semtlerde çekimler yapılıyor, köprüde yapılan tanıtım çekimlerinden bütün Boğaz’da güçlü motorların sesleri yankılanıyor.
İşin çok “Türkiyeli” ve eğlenceli yanları da var. Yapılan çekimlerdeki fotoğraflarda bu muazzam araçları OGS, HGS tabelasının altından geçerken görüyorsunuz.
Honda’nın aracını trafik çekicisine koymuşlar mesela, takım ve teknisyenler de üstünde, halka el sallıyorlar. Altta çekicinin numarası yazıyor: (0545) 652...
Ünlü pilotlar Alexander Albon ve Pierre Gasly deniz kenarına oturmuş, manzaraya karşı tavla atıyor.
Efsane Lewis Hamilton, yayınladığı mesajda Türkçe olarak “Merhaba Türkiye” diyor.
Önemli yollarda trafiğin kapanmasından dolayı homurdananlar da var tabii.
Ama sonuçta bu tanıtım ülke olarak hepimize dönüyor.
Formula 1’in dokuz sene sonra tekrar Türkiye’ye döneceği açıklandıktan sonra bu işin mimarı Vural Ak’la ilk röportajı yapmıştım. Yarışların yapılacağı Tuzla Intercity İstanbul Park’ın patronu.
2-3 milyar kişinin iki hafta boyunca İstanbul’u konuşacağını anlatmıştı. Bir de yarışların daha heyecanlı olması için yağmur yağsın diye dua ettiğini: “Son 10 senede yağmurda tek bir yarış olmadı. Yağmur akla karayı, delikanlıyı ortaya çıkarıyor...”
Duaları kabul olmuş gibi.
Hava durumuna bakıyorum, cumartesi İstanbul’u yağışlı gösteriyor.
Pistlerin hırçın çocuğu
Vural Ak’a yarışlar için favorisini sorduğumda 18 pilotun İstanbul pistinde ilk kez yarışacağını ve gençlerden sürpriz beklediğini söylemişti.
Ama ev sahibi olarak ser verip başka sır vermedi.
İşin uzmanı hiç sayılmam ama kastettiği kişilerden biri “pistlerin hırçın çocuğu” olarak bilinen Max Verstappen olabilir bence.
Formula 1’de yarış kazanan en genç pilot.
Verstappen’le Londra’da tanışmıştık. Lewis Hamilton için “Hâlâ yarışları onun kazandığını görmek biraz can sıkıcı. Biz gençler olarak daha çok çalışmalı ve bunu değiştirmeliyiz. Yaşlanıyor. Bir noktada durmak zorunda kalacak” demişti.
Neyse ki şehirde araba kullanmayı sevmiyor, “hırçın çocuk” hırsını bizden çıkarmayacak.
“İstanbul trafiği bazen Formula 1’den daha tehlikeli olabilir” dediğimde, “Şehirde araba kullanmaktansa yarış pistinde olmayı tercih ederim. Sokakta limitleri geçemezsin. Yüzde yüz araba kullandığımı ancak pistte hissediyorum” cevabını vermişti.
Yolun açık olsun mucize
Türkiye Oscar’lara “en iyi uluslararası film” aday adayı olarak “7. Koğuştaki Mucize” filmini gönderiyor.
Aras Bulut İynemli’nin döktürdüğü yapım çok doğru bir seçim.
Sadece bizi değil, yabancıları da yakalayabilen bir film. Belki de orijinal senaryo Güney Kore’den olduğu içindir.
Futbolcu Neymar’dan tutun, Ronaldo’nun sevgilisi Georgina Rodriguez’e kadar filme bayılıp paylaşan çok.
Ölçü müdür, değil tabii ama bence şansımızı artıran bir durum.
Üşenmedim hesapladım
◊ 18 günde bir yeni dadı Mustafa Sandal’ın eski eşi şarkıcı Emina Jahovic, oğulları Yaman ve Yavuz’a dadı bulamamaktan şikayetçi.
“1.5 yılda tam 30 dadı değiştirdik” demiş. Üşenmedim, hesapladım.
547 günde 30 dadı: Her dadı ortalama 18 gün çalışabilmiş.
Jahovic önceki hafta Hakan Gence’ye verdiği röportajında “Çocuklarımı hayalimdeki erkek neyse öyle yetiştiriyorum” demişti.
Hayalindeki erkek biraz yaramaz/haşarı bir tip mi acaba?
Yastık altında 1 trilyon
Fenomen Murat Övüç, evinden bazı ziynet eşyalarıyla 147 bin dolarının çalındığını iddia ederek polise başvurdu.
Soruşturma sürerken, üşenmedim onu da hesapladım: Dünkü kurla 1 milyon 148 bin 70 lira ediyor. Eski parayla 1 trilyon.
İnsan 1 trilyon parayı neden evinde tutar ki?
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle