Kadın kadının kurdudur” ya da “Kadın kadının düşmanıdır” erkeklerin dillerinden düşürmediği, sık başvurduğu bir söylem.
Kadın cinsinin rakibinin de yine kendi cinsinden biri olabileceği önermesi aslında alttan alta, “Size aslında biz değil, kendi kendiniz zarar veriyorsunuz” mesajı gibi.
Çünkü erkekleri aklıyor: Oh ne güzel. Kadının toplumda yaşadığı eşitsizliklerden, eksikliklerden yine kadınlar sorumlu...
Peki aynı söylemi bir kadın için başka bir kadın kullandığında ne olur?
Gelin, ete kemiğe büründürelim:
◊ Işın Karaca, müzik sektörüne gireceğini açıklayan Merve Boluğur’a sosyal medyada “Çünkü müzik piyasasında bir sen eksiktin güzel kız” yorumunu yaptı.
◊ Boluğur buna cevap olarak Karaca’yı dış görünüşü ve kilolarıyla vurdu, “Benim zayıf olmamı kıskanıyor” dedi.
Dört kafadar ortaktan Deniz Yoldaç “Ankara Siyasal mezunuyum. Kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları hep iç içe olduğumuz konulardı. Mottomuz da bu yüzden ‘İnsana saygılı, kadına saygılı, hayvana saygılı’” diyor Limonita’yı anlatırken.
Ama sonra siyasi tonu hafifleyip reklamcı tarafı ön plana çıkıyor:
“Bu yüzden kendimize ‘vegan kasap’ dedik, ‘vegan shop’ da diyebilirdik. Ama bütün bu kavramlar tartışılsın istedik. Amacımıza da ulaştık galiba. ‘Orası kasap değil manav’ dediler. En çok onda eğlendik. Nasıl mercimek köftesi, cevizli sucuk diyebiliyoruz, 100 sene sonra kasabın da anlamı değişir mi? Acaba torunlarımız ‘Büyükannelerimiz, büyükbabalarımız zamanında gerçek hayvanları kesip yiyorlarmış’ der mi? Böyle bir zihin jimnastiği herkese faydalı.”
Bugüne kadar beslenmeyle, veganlıkla, hayvanseverlikle, çevrecilikle ilgili kafanızda hangi kalıp, hangi önyargı varsa altüst etmeye niyetliler.
Bu ezber bozan hareketleri de kendileriyle kafa bularak paylaşıyorlar kitlelerle. Mesela vegan kasabın açılışında, pancar kesip alınlarına sürmüşler.
Limonita, Moda’da küçücük bir dükkân. Beş kişi zor sığar. “İlgi nasıl?” diye soruyorum, asıl trafik sipariş üzerinden dönüyormuş. Deniz Hanım “Dükkânda ürün kalmadı” diyor. En çok sucuk ve tantuni gidiyormuş.
Torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı heyecanla bekliyorum
73 yaşındayım. İki kız evladım ve iki de kız torunum var. Kızlarım genç kız olunca onlar kadar ben de heyecanlanmıştım.
Bizim zamanımızda bu tür öğretiler, gizli kapaklı, genellikle annelerin göreviydi. Anneler bu görevi yerine getirirken, kızları bir suç işlemiş duygusu vererek yerine getirirdi. Ve bu suçluluk duygusu, kirlenmiştik duygusu kızlarına geçerdi.
Ben kızlarıma, bana yapılanı yapmadım. Onları korkutmadan, aylar önce bu değişime hazırladım.
Gün geldiğinde onlara sarılıp öptüm ve olayı tüm aile üyeleriyle mutlu bir şekilde paylaştık.
Bunda utanılacak bir şey yok. Dünya nüfusunun yarısı kadın ve bu olay her saniye her bir köşede yaşanıyor. Tıpkı su içmek, yemek yemek, nefes almak gibi doğal.
Şimdi torunlarımın bu büyük güne atacakları adımı, tıpkı kızlarımda olduğu gibi heyecanla bekliyorum.
Oyuncu Ceyda Düvenci, 2.7 milyon takipçisiyle kızının “genç kızlığa adım attığını” paylaştı.
2.7 milyon takipçi... Buna bir de alıntı yapan haber sitelerini falan katarsanız ezcümle bütün Türkiye, Melisa’nın regl olduğunu biliyor.
Bilmeyenler için hemen kısa bir parantez açalım: Melisa, Düvenci’nin ikinci evliliğinden olan kızı.
Doğum sırasında beyin kanaması geçirdiği için serebral palsi hastalığıyla mücadele ediyor. Amerika’da özel tedavi ve eğitim gördü.
Düvenci ise bu süreçte kahramanlaştı. Hem kızıyla birlikte bu hastalığa karşı verdiği mücadeleyi hem de bu hastalıktan mustarip başka çocuklar için gösterdiği çabaları takip ettik yıllarca.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı, bu konuda bir kitap bile hazırladı. Böyle ağır travma geçiren ailelerin psikolojisine aşinayım. Kız kardeşim kalbi delik doğmuştu.
Yıllarımız onu hayatta tutmak için açık kalp ameliyatları, kateterlerle hastane kapılarında geçti.
Annemin bir lafı hiç aklımdan çıkmaz: “
Robert de Niro ünlü restoranı Nobu’yu İstanbul’da açacakmış mayıs ortasında. Neyse ki Bodrum’dan tecrübeliler.
Çünkü dünyaca ünlü ne yeme-içme markaları, restoran zincirleri geldi Türkiye’ye. Birçoğu tutunamayıp bir sezonun sonunda kapatıp gitti. Kavrayamadıkları şey şuydu bence: Bizde restorana, kafeye gitmek sadece yemek yemek, karnını doyurmak değildir. Aynı şekilde servis de sadece servis değildir.
Bizde servis, aynı zamanda hizmet almaktır, hoş tutulmaktır, iyi hissettirilmek, hatta şımartılmaktır.
Eğer o adama/kadına alıştığı şekilde ismiyle hitap edemezsen bitti o iş. İlle de lüks yerleri düşünmeyin.
Daha mütevazı yerlerde de durum aynı. Orada da insan tanınsın, hali vakti sorulsun, özel bir tercihi varsa, bilinsin, hatırlansın istiyor.
Türk erkeğine flört ettiği birinin yanında sipariş alırken “Her zamankinden mi olsun efendim?” cümlesinin kurulması, önüne koyacağınız her yemekten daha lezzetli, her aperatiften daha iştah açıcı, emin olun.
Bunda yadırganacak bir şey de yok. Filmlerde görüyoruz ya, Batı’da insanlar bara gidiyor, barmene eşiyle sorunlarından patronuyla meselelerine kadar her şeyini anlatıyor...
Yani aslında barmene bir nevi terapist muamelesi yapıyor. Bunu da öyle düşünün. Masaja, rahatlamaya gider gibi gidiyoruz mekâna.
◊ Uzun yıllar sahne sanatçılığından sonra albümler yaptınız. Sahne sanatçılığı mı, albüm sanatçılığı mı?
- Sahne... Orada aldığın enerji bir başka.
◊ Bir geceliğine, sahne tatminini en zirvede yaşayan bu isimlerden hangisi olmak isterdiniz: Ajda mı, Sezen mi?- Ajda Aksu...
◊ Hayatınızdaki iki önemli insandan hangisini kızdırmak daha eğlencelidir: Nükhet Duru mu, Murathan Mungan mı?
- Her ikisini de kızdırmak istemem. Hele Murathan’ı. Zaten yıllardır görmüyorum. Kızgın herhalde bana.
◊ Popüler gece hayatı markaları yarattınız. My Pavyon mu, Piyasa mı?
- İlk My Payvon olduğu için orası. Çok eğlenceliydi. My Piyasa’da o kadar eğlenmiyordum, daha çok geriliyordum.
◊
Vegan mıyım? Yoo... Tam aksine, et yemeyince doymadığına inananlardanım.
Hatta öyle “etoburum” ki et yerken dişlerimin arasından ballı bir sıvının aktığını hissediyorum.
“Dünyada hiç sebze kalmadı” deseler, belki biraz patates için üzülürüm, biraz havuç için.
Ha bir de karalahana.
Geri kalan sebzeler benim için yeşillikten ibaret. Hatta üstüne “Lütfen çimleri yemeyiniz” tabelası asılmalı.
Ama et yemenin gezegenin su kaynaklarına, atmosferine yük olduğunu biliyorum.
Haliyle yaşam tarzımın, beslenme biçiminin dünyaya daha az zarar verecek
80 milyonluk ülkede sayıların milyonları bulduğu söyleniyor.
Bence asıl çoğunluk, benim gibi teknolojiden zerre anlamayan “başı kesik tavuklar”...
E tamam, madem öyle Telegram’a, Signal’e ya da Bip’e geçelim diyoruz...
Bu sefer de diyorlar ki “Telefon rehberi gibi kişiye özel bilgileri onlar da istiyor.”
Haydaa, dönüyoruz başa.
Zaten ben her şeyin “beleş”inden korkarım.
Kimsenin kimseye çıkarı olmadan bedava hizmet sunacağına inanmıyorum.
Köyde kadınlar tarlaya, ormana, yaylaya gittiklerinde çocuklarını başka kadınlara emanet edermiş, onlar da çocuklara “gerçek annesi gibi” emzirmek dahil her türlü bakımı yaparlarmış.
Süt emen çocuklar da büyüdüklerinde o kadına “anne yarısı” muamelesi yaparlarmış.
Enis Arıkan, Hazal Kaya’nın da sette hasta bir çocuk için süt anneliği yaptığını açıkladı.
Hatta hasta çocuk zaman içinde iyileşmiş.
Hazal Kaya da mutluluktan gözyaşlarına boğulmuş.
Süt anneliği lafını İzmir depremine kadar epeydir duymamıştım.
Çocukluğumun “hayal meyal kavramlar”ı arasında kalmıştı.
İzmirli bir kadın, depremde kendi çocuğu için yeterince sütünün olduğunu, annesiz kalan bebekler ya da korkudan sütü kesilen anneler için süt yollayabileceğini duyurmuştu sosyal medyadan.
◊ Başak burcu olarak hangi özelliğiniz daha yorucu: Detaycılık mı kıskançlık mı?
- Eskiden gerçekten yorucu boyutta detaycı ve programlıydım ama kendimi eğittim. Kıskançlık kısmına gelince... Sevdiklerim beni sevsin isterim yoksa klasik kıskançlardan hiç değilim.
◊ İstanbul’un... Anadolu yakası mı Avrupa yakası mı?
- Avrupa. Çünkü orada doğdum, büyüdüm. Ama Caddebostan Sahili’nin yeri, kalbimde hep bambaşka.
◊ Deniz-kum-güneş mi orman-ağaç-temiz hava mı?
- Deniz benim için vazgeçilmez. Ama kum olmasın lütfen ya...
◊ Peki, Bodrum mu Çeşme mi?
“Çok sahte hesabım var. Birinde Trabzon’da yaşayan 26 yaşında bir kızım. Kedim de var, adı Fısfıs. Muhabbet ediyorum takipçilerimle.”
Sosyal medya keşfedilmemişken, bu insanlar “çoklu kişilik parçalanması”na benzer afili isimli hastalıklarla anılırdı.
Bugün ülkenin en medyatik pop starlarından biri tarafından demeç olarak çok rahat verilebiliyor.
Bilimkurgu filmi sanki. Sosyal medyada herkesin alternatif kişilikleri var.
Senin kaç?
- Benim dört abi, ancak idare edebiliyorum. Sonra kendi kendimi layklıyorum falan, rezil oluyorum...
Daha geçen hafta, çok uzun zamandır tanıdığım bir arkadaşım da benzer bir şeyden bahsetti.
Murat Dalkılıç’ın kendi kendine ettiğini dışarıdan gözlemleyip üzülmemek zor.
Canı yanan bir ergen gibi davranıyor. Delirip delirip yaptığı şeyler “cool” havasına şuna buna değil, artık doğrudan sosyal çevresine, kişisel ilişkilerine, önemli dostluklarına zarar veriyor.
En son yılbaşı programına eski sevgisi Hande Erçel ile Kerem Bürsin’i çıkardı diye Acun Ilıcalı’yla köprüleri attı, sosyal medyada takibi bıraktı. O ve başka birçok insanı.
Bir nevi erken girilmiş 40 yaş bunalımı yaşıyor gibi. Yeteneklerinizin ve fiziki kuvvetinizin zirvesinin artık geride kaldığını hissedersiniz.
Üstelik ömrünüzün önemli bir kısmı da geçmiştir...
“Bir erkek gücünü kaybedince, kadınların saygısını yitirir” gibi açıklamalar yapmaya başladı. Bu söylediklerinden 37 yaşındaki Dalkılıç’ın aslında hangi kafada olduğunu anlıyoruz biraz...
◊ Gücünü kaybetmiş...
◊
4 Eylül 2019; Harbiye Açıkhava Sahnesi.
Protokol ünlüden geçilmiyor: Murat Boz, Murat Dalkılıç, Fettah Can, Acun llıcalı, Aslı Enver, Zeynep Bastık, Büşra Pekin...
İlk Habiye Açıkhava konserinde Oğuzhan Koç’u yalnız yalnız bırakmamışlar.
Oğuzhan Koç tek tek isimlerini sayarak “önemli misafirlerine” teşekkür ediyor.
Teşekkür etmek için saydığı isimler arasında o sırada sevgili olduğu Yağmur Tanrısevsin ve ilişki yaşadığı ortaya çıkan Demet Özdemir de var.
Herkesle birlikte bu iki yakın arkadaşın da isimlerini sayıyor. Hatta Yağmur Tanrısevsin’in adını söylerken elini kalbine götürüyor.
O sırada henüz “Demet-Oğuzhan” ilişkisine dair ortada fol yok, yumurta yok.
Çünkü bu işin bir aritmetiği var ve karşımızdaki Demet Özdemir.
Bu işlerin sihirbazı.
O bir şeye tam olarak “var” demediği sürece biz ne vardır diyebiliriz ne de yoktur.
Onlarca bölüm Can Yaman’la aşkı var mı yok mu diye koca memleketi (sadece memleketi mi, o sıra Can Yaman hayranı İtalyanlar, İspanyollar çeşitli dünya milletlerini) kanırtmış bir kadından bahsediyoruz.
Hatta hatırlarsınız, bir ara Can Yaman “libido” falan diye ego patlaması laflar ediyordu... O sırada Demet Özdemir’in de adı geçecek gibi oldu, hemen bir ulak gönderip tek bir cümleyle Can’ı sustalıya çevirdiği rivayet edilir.
Öyle bir susma ve susturma ustası.
Peki şimdi neden konuşulmasına izin veriyor olabilir?
◊ Mimarlık okudun... Yatay mimari mi, dikey mimari?
- Tabii ki yatay. Hem yükseklik korkum olduğu için hem de “yedi tepeli” şehrimizin daha fazla canına kıyılmaması için.
◊ Yatay futbol mu, dikey futbol mu?
- İflah olmaz bir Barcelona taraftarı olarak yatay futbol demem lazım ama Xavi ve Iniesta gidince o futbolun incelikleri ortadan kalktı. Sürekli “tiki taka”yla hayat geçmiyor, dolayısıyla: Dikey futbol.
◊ Klasik soru: Pele mi, Maradona mı?
- Açık ara Maradona. Çünkü sahada ve hayatta belirsizliğin, kaotizmin, estetiğin, zarafetin, insan bedeninin oyunla kuracağı ilişkinin en uç noktasının temsilcisi. Ayrıca oyunculuk sonrasında da macerası, bize sundukları bitmedi. Pele’nin öyküsü zirveye ulaşıncaya kadardı, Maradona’nınsa ölüme kadar sürdü, belki gelecekte de sürecek. Hakkında en çok film çekilen efsanelerden biri Maradona. Belgesel ya da kurgusal birçok yapıma ilham kaynağı olmuş.
Serdar Ortaç bütün program boyunca omuzlarının düşmemesi, dik durup sağlıklı görüntü vermek için çok çabaladı.
Biliyorsunuz, zor bir hastalıkla mücadele ediyor. Üstelik bu mücadele, hayatının en parasız dönemine denk geldi. Borç içinde.
Haftada bir şarkı yumurtlayan altın tavuk, yıllardır kurudu.
Özel hayatı da parlak değil.
Bazı ilişkiler yaşıyor görünüyor ama tam olarak ne olduğunu ne kendisi anlayabiliyor ne bize anlatabiliyor.
Yine de gecenin en azimlilerinden biriydi.
Enerjikti. Sadece kendi alanını değil, bütün stüdyoyu iyi kullanıyordu.
Performanslarını bazen ayakta, bazen yerlere çömelerek sergiledi. Koltuğuna çakılmadı yani. Oturduğu zamanlardaysa dediğim gibi:
Demek yılın son günü yazı yazıyoruz, yılın ilk gününde okunacak.
Bir yıl sonrasına mektup gibi. Siz ne koyardınız mektubunuza?
Yeni yıl kararları mı, 2020’den çıkardığınız dersler mi, umut mu, dilek mi?
Atın atın, biraz ondan biraz bundan. Bol olsun çeşit.
Başka ne eklemek gerekir? Dilenememiş özürler? Kesin.
Hakkımızın yendiği, yanlış anlaşıldığımız, pişmanlıklar falan da oldu ama daha güzel şeyler var önce koyacak.
Tuhaf değil mi? Hem enkaz hem de salgın bize bir derin nefes alabilmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı tekrar. O yüzden teşekkürleri koymak lazım mektuba alıp verdiğimiz her sağlıklı soluk için.
Geçirdiği ikinci zayıflama ameliyatından sonra kilo vermesi durdurulamıyor.
Kendi deyişiyle, böyle giderse yazı göremeyecek.
Operasyonları yapan doktorlarını “Söylemezsem Olmaz” adlı programına çıkardı.
İlk mide küçültme ameliyatını yapan doktor, “Biz sizi revizyon ameliyatına uygun bulmamıştık. Bu tip ameliyatlardan sonra ikinci ameliyatlar deneniyor. Ama belli şartları var. Hastanın ilk ameliyattan sonra kurallara uyması, birtakım ilaçlar kullanması gerekiyor. Yoksa ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor.”İlk doktorun söylediklerinden biraz Serengil’in zaten zor bir ikinci ameliyata girdiği anlaşılıyor.
İkinci ameliyatı yapan da “Yiyeceklerin mideden bağırsağa hızlı geçişi sonucu hasta ağrı, kusma gibi birtakım şikayetler yaşayabiliyor. Siz de sabahları böyle bir şey yaşıyorsunuz. Bu, ameliyatın doğasında var. Ama geçici bir süre yaşanıyor. 8 ayı atlattık. Size haftanın 2-3 günü hastanede serum ve vitamin takviyesi yapacağız. Geri dönüşüm ameliyatı zor ama ağır bir ameliyat değil. 2-3 ay daha sabrederseniz düzelecek.”
İkincinin söylediklerindense “Yaşadıklarınız normal, iki-üç ay daha sabretmeniz gerek” mesajı çıkıyor. En azından bu iyi. Ama bir başka yeni ameliyatın bahsi geçiyor.
İşin tuhafı, hepsini doktorların ağzından onunla aynı anda dinleyip aynı anda öğreniyorsunuz.
İnsanlar empatiyi en kolay sağlık söz konusu, can söz konusu olunca kurabiliyor sanki...
Sanki tıp eğitimi almışım gibi soranlar oluyor: “Aşı hakkında bir sürü iddia dolaşıyor. Sen gazetecisin, bilirsin, aşı olacak mısın? Biz de olalım mı?”
Bunu soranlar da aklı başında, üniversite falan bitirmiş insanlar.
En başından beri aşı yanlısıyım.
“Peki hangisi?” diye soranlara da “Keşke mümkün olsa Çin, Alman, Amerikan üçünü birden olsam” diye cevap veriyorum.
Bu sefer internette elden ele dolaşan aşı karşıtı videolar gönderiyorlar.
Arkadaş günde 250 kişinin ölmesinden daha kötü ne olabilir ki?
Bıktım artık sokağa çıkamamaktan, sevdiklerimle görüşememekten, sosyalleşememekten, pandemi yüzünden işi gücü altüst olan tanıdıklarımın hikâyelerini dinlemekten...
Bu aşı karşıtı cenah, kendi içinde parçalı.
Nuri Alço’yu temize çıkaran yankesici
Yalan yok, açıkçası kendi adıma Nuri Alço sallıyor mu diye düşünmüştüm. Nasıl utandım, nasıl utandım: Kamera görüntüleri her şeyi ortaya çıkardı.
Ayşen Gruda’nın 25 Ocak’taki cenazesine katılan Nuri Alço’nun “Tören sırasında 5 bin liram çalındı” açıklaması kafaları karıştırdı.
Çünkü ünlü oyuncu, bundan 2.5 sene önce bu kez de Oya Aydoğan’ın cenazesine katılmış ve yine aynı açıklamayı yapmıştı:
“5 bin liram çalındı.”
Bir insanın soyulması, hele de bunun cenaze gibi özel bir merasimde başına gelmesi çok talihsiz elbette. Ama üst üste iki ünlü cenazesi, aynı vukuat, mağdur yine aynı kişi, çalınan miktar yine aynı...
İster istemez sorular sorulmaya başlandı.
- Hırsızlar niye her seferinde Nuri Alço’yu buluyor?
- Hadi onlar buluyor, Nuri Alço cenazelere niçin üzerinde bu kadar nakitle gidiyor?
- Ve çalınan meblağ, 4 bin 500 değil, 5 bin 500 değil, niçin hep 5 bin?
Bütün kameralar kaydediyor ama kimse görmüyor
Geçen hafta perşembe...
İstanbul, Levent...
Her şey onlarca cep telefonu ve kamera kaydı önünde oluyor.
Sinsi bir el, önündeki adamın cebine uzanıyor ve saniyeler içinde 1500 lirayı çekip alıyor.
Ve o anda kimse bu durumu fark etmiyor.
Tam koordinat verirsek Levent Camisi, saat 13.30 suları...
Cebine el sokulan kişi Selçuk Yöntem.
Oyuncu Tarık Ünlüoğlu’nun cenazesi için gitmiş.
Her ne oluyorsa tabuta el atılan o birkaç saniyelik karmaşada oluyor.
Merasimden sonra soyulduğunu anlayan Yöntem, işin peşini bırakmayacağını söylüyor.
İki bilinmeyenli denkleme banknot paylaşımlı çorap formülü
Bu musibetin ve kamera kayıtlarının tek iyi yanı... İki kere üst üste “Cenazede 5 bin liram çalındı” diyen Nuri Alço’nun üzerindeki...
“Acaba atıyor mu” şüphelerini hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde dağıtmış olması.
Şimdi elimizde çözüm bulmamız gereken iki bilinmeyenli bir denklem var.
◊ X: Nuri Alço dostlarının cenazelerine katılıyor, katılmaya da devam edecek.
◊ Y: Her seferinde cebinde 5 bin lira nakitle gidiyor.
◊ SORU: Bu adamın her seferinde cepçilere çarpılmasını nasıl engelleriz?
Biz iki arkadaş kafa kafaya verdik, bu probleme şöyle bir çözüm bulduk:
Çorap formülü.
Nuri Alço bundan sonra cenazeye giderken parayı çoraba sokacak.
Ama bilek kısmına değil, alt kısmına.
Evet, meblağın miktarı itibarıyla (200’lük olsa en az 25 banknot) biraz kalın bir çözüm.
Yükseklikten dolayı her adımda yükselip yükselip inme, aksama yapabilir ama kabul edin, soyulmaktan iyidir.Bak şimdi aklıma geldi: Aslında banknotları 13 ve 12 olarak iki çoraba paylaştırırsa topallama meselesi de tamam.
Başka önerisi olan?
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle