PANDEMİ GÜNLÜĞÜ
Bundan sonra işe gider miyiz, gitmez miyiz?
Hiç mi gitmesek yoksa haftada iki gün gitsek mi daha iyi?
Peki normal ofis mi, yoksa günlük kiralanabilen ofisler mi?
İşletmenin ofis masrafları azalıyor... Evden çalışınca artan masraflar için personele ayrıca destek verilmeli mi?
İşe gidiş yok, dönüş yok, akşam trafiği, öğle tabldotu yok...
Bilgisayarın yanında olduğu sürece ister evden eşofman altıyla, ister tatil köyünden mayoyla katıl toplantıya...
Pandemiye muhteşem başlamıştık. Virüs bize geç gelmişti.
Önümüzde İtalya, İspanya gibi ülkelerin deneyimleri vardı, onlardan ders alıp 2 hafta önceden önlemler alabiliyorduk.
Yabancı haber kanalları Türkiye’ye gelip başarı sırrımızı araştırıyordu.
İnsanlarımız da daha ciddi, bu kadar bıkkın değildi. Evine aldığı suyun damacanasını bile dezenfekte ediyordu.
Sonra bütün tedbirlerimizi birer birer saldık.
Pandemiyi hayatın olağan bir parçası, açıklanan ölüm sayılarını akşam haberleri olarak algılamaya başladık.
Taziye benim, doğum günü senin, düğün benim, dernek senin gezdik dolaştık.
Bütün uyarılara rağmen sokaklara çıktık, alışverişe, tatile gittik, kalabalık ortamlara girdik.
“Bir kadın ve bir adam sonsuza kadar beraber kalmak istemeyebilir. Aldatma konusunun Türkiye’de bu kadar büyütülüp drama haline getirilmesi çok sinirimi bozuyor.
Bir erkek bir kadına gidip ‘Benim canım başka kadınları çekiyor, biz bunu nasıl hallederiz’ dese Türkiye’de kaç kadın ‘Gerçekten mi, ne bileyim ben şimdi’ şeklinde konuşabilir?
Konuşamadığı zaman işte aldatma, arkadan iş çevirme oluyor. (Kızımın babasıyla) berjerde oturuyoruz. Birden ‘Bir şey mi oldu, sen beni
aldatıyor musun?’ diye
sordum, ‘Evet’ dedi.
Oturup konuştuk ve boşandık. Şimdi çok tatlıyız. Dürüstçe davrandı. Konuşmak tatlı bir şey, iletişim çok önemli” diye anlatıyor Esra Dermancıoğlu.
Semt turuna Bahariye’nin bitip artık Moda’nın sınırlarına girdiğiniz eski McDonald’s havuzundan başlıyoruz. Havuz artık yok. Civardaki okullardan arkadaşlarını karga tulumba havuza atan liseliler de... 1980-81’de semtin ilk patates-sosis tavacısı bugün Beylerbeyi Profiterol. O zamanlar çok havalı bir şeydi. Daha McDonald’s’ın gelmesine beş sene vardı...
Dolaşmaya barlar sokağından başlamak iyi fikir değilmiş: Kadife Sokak’ın başında Rexx Sineması’nın etrafı inşaat panelleriyle çevrili hali karşılıyor sizi. Sokağın içinde de hasar büyük. Solda Teachers Pub kapalı. Sağda Kadife Bar kapalı. Smokes Cafe ve Hera açık ama Buddha Sahne ile Barmy gitmiş. Hakeza Agapia Meyhanesi ve Bahane Kültür de kapalı.
Açık kalanlar sokağın sonuna doğru sağlı sollu devam ediyor: İncir Pub, Lâl, Aksi, Brox Burger, Punch, Virane Bahçe... Ama her birinde bir masa, bir ya da iki kişi.. Nerede sokağın pandemi öncesi canlı hali... Birinden çıkıp diğerine geçen insanlar, müzik sesleri...
Karşı sokak sol, sağ da benzer halde. Yavaş pişim lokantalar Suvi ile Go Slow, En Moda ve yılların Hard Rock Cafe’si açık. Ama yan komşusu Belfast Irish Pub gitmiş. Belfast’ınki duyduğum en ilginç hikâyelerden. Ruhsatı gece mekânı göründüğü için pandemide kapanmış. Gidip Moda Burnu’nda Belfast diye yeni bir yer açmışlar. Fakat ikinci dalga önlemlere o da dayanamamış. Yani bir pandemide iki kere batmış.
Fakat aşağı doğru inip Moda Caddesi’ne kavuşunca işin rengi birden değişiyor. Semtin bir ucu Moda Burnu’ysa, diğer ucu burası. Çarşı tarafından, Bahariye’den ve Caferağa’dan gelenler burada kavuşuyor.
Yan yana Fil, Ayı, Bob, Who gibi mekânlar, bir çaprazda Kropka kahve-kafe, diğer çaprazda Selfish balıkçısı.
◊ KEREM HAKLI ÇÜNKÜ: Dünyanın en kalabalık ülkelerinden olmadığımız halde, vaka sayısında üçüncü sıradayız, Hindistan’la falan yarışıyoruz.
◊ KEREM HAKSIZ ÇÜNKÜ: Ne kadar haklı bir gerekçeyle olursa olsun, bir sanatçının çıkıp kendisini sevenlere böyle demesi kabul edilemez.
◊ KEREM HAKLI ÇÜNKÜ: ABD’de yetişmiş. İnsanların kelimelere, tümevarımlara, egoya daha az takıldığı, niyete ve işe bakılan bir ortamda büyümüş.
◊ KEREM HAKSIZ ÇÜNKÜ: Amerika onun “ortamı” da Türkiye değil mi? Bizim de hassasiyetlerimiz var. Burada olduğu sürece buranın kurallarıyla “oynayacak”.
Elif Ünal’ın hazırladığı hangi ünlünün Instagram’da ne kadar takipçisi var haberi iki açıdan ilginçti.
Birincisi, Hande Erçel’in artık açık ara ülkenin en çok takip edilen figürü olduğunu göstermesi bakımından. 21 milyon kişi takip ediyormuş.
Hadise ile Demet Akalın arasındaki takipçi polemiğini hatırlarsınız. Onları falan artık ikiye katlamış durumda.
İkincisi de hepsini yan yana görmenin kıyaslama imkânı vermesi.
Verilerin gerçek ve organik olduğunu varsayıyoruz tabii.
Öyle bakınca şaşırtıcı olanlar var.
Erkeklerde 17 milyonla Burak Özçivit önde.
Ama Kıvanç Tatlıtuğ ile aralarında bu kadar fark olduğunu görmek ilginç mesela: 3.4 milyon.
Miss World 2000 Dünya Güzeli: Priyanka Chopra. Kariyerine Hint film endüstrisi Bollywood’dan sonra, şimdi Hollywood’da devam ediyor. Hayatını anlattığı “Unfinished” (Bitmemiş) kitabı için Kelebek’ten Barbaros Tapan’a röportaj verdi.
Bence bizi ve bizim ünlülerimizi de ilgilendiren çok ilginç bir şey söylemiş: “Hollywood’a geçen çok fazla Bollywood yıldızı yok, çünkü buna ihtiyaçları yok. Hint film endüstrisi dünyanın en büyüklerinden biri. Hint oyuncu, başka bir şey yapma ihtiyacı hissetmiyor.”
Neden?
Hindistan’ın nüfusu zaten dünyanın beşte biri diye mi?
Yani “Bize yeter de artar” mı diyorlar? Hiç de değil.
***
Gezegen üzerinde kendi içinde kendi dünyası, kendi değerleri, kendi temaları, müzikleri, dansları, mimikleri olan toplumlar var.
◊ İşletmeciliğe Galata Kulesi ile başlıyorsunuz... Avantajlı bir başlangıç mı dezavantajlı bir başlangıç mı?
- Avantajlı bir başlangıç tabii, tam bir hayat okuluydu.
◊ Ticari hayatta: Mantık mı içgüdü mü?
- Mantıklıyımdır aslında. Ama içgüdülerime çok güvenirim. Şimdiye kadar da beni çok çok az yanılttılar. O yüzden içgüdü.
◊ Bir şeyi gece planlamak mı sabah planlamak mı?
- Güne iyi başlayabilmek için geceden planlamak.
◊
Can Yaman’ın İtalyancasının da etkisiyle İtalya’da estirdiği rüzgâr malum. Havaalanlarında kalabalık hayran karşılamaları, otelinin önünde izdihamlar, ülkenin en popüler sunucularından Diletta Leotta ile aşk, katıldığı televizyon programlarında yüzde 24’lere varan izlenme rekorları...
Fakat “çizme”nin çiftesi pek oldu.
İtalyanlar, Can’ın intikamını yine bir dizi oyuncusu olan Michele Morrone ile alıyor.
Bu kez de Türk kadınları ardı ardına bu İtalyan oyuncuya olan hayranlıklarını açıklamaya başladı.
İlk sürpriz, şarkıcı İrem Derici’den gelmişti birkaç ay önce. “Aşkım maske tak, daha boy boy çocuklarımız olacak” diye yorum yazmıştı Morrone’nin paylaşımına.
Semtin adı Yeniköy. Ama en taze mekânlarından biri Eski Yer. Bu tatlı karşıtlığın hikâyesiyse ta Bodrum’a kadar uzanıyor.
Yalıkavak’taki Balıkçı Sait ününe ün katıp artık Yalıkavak Marina’ya taşınmaya karar verince çalışanlardan bazıları yeni yere gitmek istemiyor.
Beş ortak “Biz burada kalalım” diyerek emektar restoranı devralıyor ve kendileri işletmeye başlıyorlar. Adını da ‘Eski Yer’ koyuyorlar.
Demek dükkân uğurlu ki onların da işleri iyi gidiyor; gel zaman git zaman İstanbul’a şube açmaya karar veriyorlar.
Yeniköy’deki Yelken Balıkçısı’nı devralıyorlar. Bodrum’da tanındıkları için müşteri çok, işler gayet iyi ama pandemi patlıyor.
Artık yüzde 50 kapasiteyle çalışabildikleri için restoran üç katlı olmasına rağmen yer bulmak daha zor.
“Herkes aynı anda oturup birkaç saat sonra aynı anda kalktığı için çok zorlanıyoruz” diyor serviste çalışanlar.
Ekranın insanı olduğundan uzun, normaldeki halinden daha güzel ya da yakışıklı yansıtabildiği malum.
Nice yerli yabancı artisti gerçek hayatta görüp de “Bu muymuş?” diye şaşırmışlığım var.
Ama bunun tam tersi de geçerli.
Bazı insanlar var ki, onların yaydığı ışığı ne kamera tam kaydedebiliyor ne de ekran tam yansıtabiliyor. Örnek mi?
Türkan Şoray.
Yakından sadece tek bir kere, bir röportaj için gördüm. Öyle bakmışım ki kadına, gazete o fotoğrafı kullanıp “Yazarımız hayranlığını gizleyemedi” diye yazmıştı altına.
Bambaşka bir şey.
Vaka sayısı 30 bin.
Benzer nüfusta olduğumuz Almanya’nın iki katı.
Demek ki normalleşmeyi becerememişiz.
Hiç kimse ağlayıp sızlanmasın.
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk: “Ramazanda kapalıyız.”
Kurallar çok net: Bunu beceren toplumlara özgürlük, bizim gibi başaramayan toplumlara karantina...
Akıllanana, aklımızı başımıza devşirene kadar da böyle devam edecek.
Bir organınızı bağışlasaydınız, hangisi olurdu?
Kalbimi vermezdim.
Alana yazık, hep bu sızılarla yaşamak.
Beynimi de vermezdim.
Alana yazık; hep bu kafa karışıklığıyla yaşamak.
Ama göz bambaşka bir şey.
Düşünsenize, sizi ışık geçirmeyen o karanlığa koyduklarında bile gözleriniz bir başkasının bedeninde görmeye devam edecek.
Sanki birine kamera takmışsınız da...
◊ 6 yaşında Bern, Cenevre, New York, Paris’te sergiler... “Harika çocuk” olmanın nesi daha zor: Yüksek beklenti mi, akranlarından farklı yaşamak mı?
- Herkes tersini zanneder ama merak etmeyin ben çocukluğumu doya doya yaşadım...
Bütün mahalle arkadaşlarımla hâlâ görüşürüm. Her gece dizim kanayarak eve dönerdim, tecrit edilmiş bir harika çocuk değildim.
Resim yapmak da doğuştan beri var olan rutin ve keyifli bir olay. Kendimi hatırladığımdan beri dünyaca meşhurum, dolayısıyla şöhret de beni hiç kötü etkilemedi.
◊ Sorbonne’da master yaparken aktörlük eğitimi de alıyorsunuz, tenis dereceleriniz de var. Şimdi bakınca: İştah mı, doyumsuzluk mu?
- İştah! Dünyayı fethetmeiştahı o...
Arama, mesaj at” hareketi, Afterwork adlı bir dijital içerik ajansındaki gençlerin çektiği viral videoyla aldı yürüyor.
Manifesto gibi.
“Eğer çok zor durumda değilsen” diyorlar; “Arama, mesaj at...”
“Sesini duymak istemiyor olabilirim...
O an konuşmaya müsait olmayabilirim...
İstediğimiz an cevap vermek istiyoruz...
Dakikalarca meşgul edilmek istemiyoruz...
Bundan 10-12 yıl önce Karaköy’de dükkân bulamazdınız. İstanbul’un ‘Soho’su olarak şehrin yükselen semtiydi. Buraya taşınan sanat mekânları, sanatçılar, ilginç dükkânlar, plakçılar, gözlükçüler, dövmeciler, Unter gibi yeni nesil kafeler ve Gaspar gibi yeni nesil restoranlar, Mânâ gibi yeni nesil meyhaneler...
Hızla eğlence bölgesi haline de geliyordu semt. İlk sallanmalar Tamirane’de başlamıştı; sonra Raw Clup, Madeo, Mitte, Zelda Zonc, Suma diye devam etti. Bunların çoğunun içinde özel salonlar...
Ama bütün bu yığışmadan dolayı kiralar o kadar arttı ki kimse iş yapamaz, onlar yapsa biz gidemez hale geldik. Fiyatlar Boğaz’la yarışmaya, buranın asıl kitlesini aşmaya, herkes dükkânını devredecek birilerini aramaya başladı. Hızlı yükselişin bedeli hızlı düşüş oldu. Üstüne turistlerin çekilmesi... Ve şimdi pandemi.
Karaköy’ü arşınlamaya Galata Köprüsü’nden başlıyoruz. Neyse ki köprüaltında pek kayıp yok. Dersaadet, Orfoz, Altın Balık hepsi yan yana, tabelaları yakmışlar. Ama her birinde bir, bilemedin iki masa. Arapça ve eski Doğu Bloku dillerini konuşuyorlar.
Acaba bir salaşlık markası olarak Akın Balık ne durumda? Küçücük bir kış bahçesine sığışmış ama yerinde. Pandemide paket servise de başladı, biliyorsunuz.
FİYATLAR ARTMIŞ
Vapur iskelesinin karşısına yan yana sıralanmış Olimpiyat, Odessa, Afrodit gibi sahil meyhaneleri de yerli yerinde. Balık-ekmek 18, kalamar tava 50 lira. Sanki son bir yılda fiyatları bir tık arttırmışlar.
İlkokulda tebeşir tozu adlı şehir efsanesine fena inanıyordum.
Okuldan kaytarmak isteyen öğrenciler tebeşirin tozunu suda eritip içiyormuş, “mahsusçuktan” ateşleri çıkıyormuş, anneleri de okula göndermiyormuş...
Okuldan aşırıp n’olur n’olmaz diye çantamda tebeşir bulundurmuşluğum var bir dönem.
Hatta bir keresinde denemiştim bile ama tozu içtiğimle kaldım.
Ateşim hiç yükselmedi tabii, marş marş okula.
Yıllar yıllar sonra... Microsoft’un kurucusu Bill Gates ve zengin arkadaşları, “SCOPex” adında bir projeye kaynak sağlıyor. Stratosfere tebeşir tozu püskürtecekler.
Hesap şu: O hafif toz parçacıkları orada asılı kalacak, böylece güneş ışınlarının bir kısmını tutarak küresel ısınmayı azaltacak.
Ciddi ciddi: İlk deneme haziran ayında.
Pandemide bütün sayılar artmıyor neyse ki. Arada mutlu eden sonuçlar da var.
Mesela yoğun bakımdaki hasta aynı hızda artmıyor.
Yani vaka sayıları katlanıyor ama artık daha az kişi yoğun bakımlık oluyor.
Buna sebep olarak 65 yüş üstü yüksek riskli grupta yapılan aşılama gösteriliyor. Bilmem siz de böyle bir şey fark ediyor musunuz:
Aşıyla ilgili böyle başarı sayıları geldikçe...
Aşı karşıtlığını bilemem ama en azından “aşı tereddütçülüğü” hafifledi sanki. Bunları ayırmakta fayda var çünkü ikisi tam aynı şeyler değil bence.
Aşı karşıtları bana daha sistematik, daha kategorik geliyor.
Aşı tereddütçüleriyse karşı olmadığı halde, “Böyle böyle şeyler dolaşıyor, bize chip mi takacaklar” diye bir tereddüte düşenler.
Demet Akalın, bugüne kadar hep desteklediği yeni nesil ünlü popçu Aleyna Tilki’yi eleştirdi.
Kaçırdıysanız çok bir şey kaybetmediniz, hemen özetleyeyim.
Demet dedi ki:
Dünya starı olacaktı, bebe dizisinde oynuyor.
Aleyna dedi ki:
Dünyaca ünlü ekiple çalışıyorum.
Demet dedi ki:
Kızım Hıra bile seyretmiyor.
Kabinlerin Nusr’et’i
Şu anda bütün DJ’ler işsizlikten kırılırken sanki “Kabinlerin Nusr’et’i” gibi... Üzerinde bir DJ’le asla bağdaştıramayacağınız bir Nuri Alço robdöşambrıyla ultra lüks dairesini tanıttığı videosu sosyal medyanın gündeminde. Gelin, kim bu DJ Burak Yeter, yakından tanıyalım.
4105 numaralı daire...
Kapı, girişin hemen ardından salona açılıyor.
Modern çizgileri olan, sade bir dekorasyon:
Oturma grubu, şömine, dev ekran televizyon ve piyano... Boydan boya Boğaz manzarası. Tahminimce Bomonti’deki gökdelenlerden birinin tepesinden bakıyor şehre.
Sonra evin içinde dolaşmaya başlıyoruz. Yatak odası da salonla aynı manzaraya bakıyor ama burada İstanbul’u jakuziden seyredebiliyorsunuz.
Dev bir tuzlu su akvaryumunun olduğu mutfakta ister yemek masasında, ister pişirme tezgâhına eklemlenmiş bar kısmında takılabiliyorsunuz.
Mutfaktan, partiler için tasarlanmış kulüp kısmına geçiyorsunuz. Hem DJ kabini hem de pek az gece mekânında görebileceğiniz büyüklükte bir bar kısmı var.
Dairedeki her şey kişisel parmak iziyle çalışıyor. Mesela büro şeklindeki çalışma odasına yine parmak izinizi okutarak giriyorsunuz.
Masaj, sauna ve kişisel bakım için ayrı bölüm oluşturulmuş. Hamam da burada. Bu anlattığım bölümlerden her biri, orta sınıf bir ailenin salonu kadar. Patlamış mısır makinesinin yanındaki kapı, 10 kişilik sinema salonuna açılıyor.
Dairenin sahibi DJ Burak Yeter. (En azından iddia o). Zaten viral haline gelen videoda evini bize kendisi gezdiriyor.
Üzerinde bir DJ’le asla bağdaştıramayacağınız bir Nuri Alço robdöşambrı...
Şu anda bütün DJ’ler işsizlikten kırılırken sanki “Kabinlerin Nusr’et’i”...
Son olarak yeni bir mail düştü önüme Burak Yeter’le alakalı: SunExpress, Yeter’in 1 yıl boyunca hava yolu partneri olmuş.
Önceki akşam yapılan imza töreninde “kendisiyle birlikte Türk turizminin tanıtımına önemli katkılarda bulunacaklarına inandıklarını” açıkladılar.
2020 birçoğumuza hiç yaramadı. Ama belli ki herkese değil. “Yürü ya kulum” dediği zaman sizi kimse tutamıyor.
Adam boş değil
◊ 1982, Trabzon doğumlu. Evin salonundaki piyano haybeye değil.
5 yaşında piyano eğitimine başladı. Londra’da ses mühendisliği üzerine master yaptı.
◊ Yeter, 22 yaşındayken Burn & MTV Dance Heat DJ Contest 2004’ü kazandı.
◊ Dünyadaki ilk solo DJ albümü “For Action” 2005’te yayınlandı.
◊ 2008’de Pioneer ile Amsterdam, İstanbul ve Los Angeles’ta DJ okulları açtı.
◊ 2013’te “Storm” adlı teklisi uluslararası dans listelerinde En İyi 100’e girdi.
◊ 2016’da “Tuesday” teklisi iTunes, Spotify, Shazam, Apple Müzik ve YouTube’da 1 numaraya ulaştı.
Magazin master’ı yapmaya hazır mısınız?
Yasemin Şefkatli ile Mina Ceran...
Biri model, diğeri sosyal medya fenomeni.
Birbirlerine benzerlikleriyle tanınıyorlar, üstelik yakın arkadaşlar.
Bir de aynı tarz, aynı renk kıyafetlerle pozlar veriyorlar, gel de ayır: Hangisi, hangisi?
Hadi çok dikkatli bir gözünüz var diyelim, kim, kimdir seçebildiniz...
Ama Şefkatli ve Ceran’ı tarif etmesi de bilmece gibi:
Yasemin: İdo Tatlıses’in nişanlısı.
Mina: Mahmut Kırmızıgül’ün sevgilisi.
Birlikte çekilmiş bu karenin altına ne bilgi yazacaksınız?
Aşağı yukarı şöyle bir metin çıkıyor ortaya:
“İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo Tatlıses’in nişanlısı Yasemin Şefkatli ile Mahsun Kırmızıgül’ün oğlu Mahmut Kırmızıgül’ün sevgilisi Mina Ceran için sosyal medyada “İkiz gibisiniz” yorumları yapılıyor.” Nüfus dairesinde soyağacı çıkarır gibi...
Yazmasını bırak, ne yazdığını anlamak için bile en az iki kere okumanız gerek. Eskiden kolaymış. Soyadlarını bile söylemeye gerek yoktu.
“Mahsun” deyince, “İbo” deyince herkes kim olduklarını anlıyordu.
İsmini koy, sonra arkasına ne bilgi istiyorsan yaz:
Albüm çıkardı, film yaptı, evlendi, boşandı...
Bu devirde magazincilik de çok zor magazin okuyuculuğu da.
“Prof. Dr.”
Üniversiteler için “fuhuş yuvası” diyen Ebubekir Sofuoğlu hakkında soruşturma başlatıldı.
Girdim, Twitter hesabına falan baktım. Her yerde isminin başına “Prof. Dr.” yazmış. Bence kendisine verilebilecek en güzel ceza, bu unvanlarının geri alınması olur.
Değil mi ya? Madem üniversiteler fuhuş yuvası, sen niye o üniversitelerden aldığın bu unvanları kullanıyorsun ki?
Sakin ol champ, zenginim
Sosyal medyanın yeni sakızı saat koleksiyoneri Hacı Sabancı’nın aldığı 3 milyon 150 bin liralık saat.
Patek Philippe’in 2016’da 40’ıncı yılına özel olarak çıkardığı ve sadece 700 tane üretilen el yapımı saat Türkiye’de başka kimsede yokmuş.
Sabancı’nın bu pahalı oyuncağına şaşıranlara da ben şaşırıyorum.
Hatırlarsınız, pandemi ilk başladığında açık havada bisiklet sürerken fotoğraf paylaşmış, bir takipçisi neden evde kalmadığını sorunca da “Sakin ol champ (şampiyon), evdeyim” diye cevap vermişti.
Saatlerle özel ilişkisini de Ciciş Kardeşler’den Esra Ersoy’un çıplak çektiği videodan biliyoruz zaten: “Hacııı canım Cartier çekti...”
Dolayısıyla yeni bir şey yok, sessizce dağılabiliriz.