Hindistan’ı bildiniz. Hemen altında Sri Lanka var, hani gözyaşı şeklinde olan. Oradan da 750 kilometre güneybatıya uçarsanız, alın size Maldivler.
1200 adadan oluşuyor.
Öyle bakir ki 100 tanesinde hiç insan yaşamıyor.
Cennet parçası...
Tek mesele... Küresel ısınmadan buzullar erimeye devam ederse, 100 sene içinde hepsinin sular altında kalacak olması...
Hiç gitmedim.
Bir gün imkân olursa çok merak ediyorum.
Ama sağ olsun ünlülerimizin paylaşımları sayesinde gidip görmüş, o bembeyaz kumlarda yürümüş, masmavi plajlarda yüzmüş kadar oluyoruz.
Bir arkadaşımın işaret etmesiyle bir davaya odaklandım.
Geçen hafta duruşması yapıldı. O kadar ilginç ki...
Bir taraf öbürünü şarkısını ve sonra da ismini çalmakla suçluyor.
The Beatles’tan John Lennon’un trajik şekilde öldürülmesi gibi: Asıl John Lennon benim!
Bu davada da Gökçe Kırgız adında bir kadın var. Daha doğrusu iki tane Gökçe Kırgız var.
İlki orijinali. Yani doğma-büyüme Gökçe Kırgız.
Şu anda 32 yaşında.
2006’da, daha lise öğrencisiyken “Kalbime Gömerim O Zaman” adlı bir şarkı yapıyor.
◊ Reklamcı babanız Hulusi Derici’ye en benzettiğiniz yönünüz: Argo mu, PR vizyonu mu?
- Ben minyatür bir Hulusi Derici’yim. PR vizyonu da, argo da, hazır cevap olmam da onun DNA’sından. Ama bunların hiçbiri umurumda değil.
Ben Hulusi’nin asıl merhametini almışım, o yeter.
◊ Bir sürü dizi ve filmde rol aldınız ama hep kendinizi canlandırdınız: İrem Derici’yi oynamak kolay mı, zor mu?
- İrem Derici 34 senedir gerçek hayatında da inanılmaz gerçek olduğu için zor olmuyor. Hatta şu an kendimden 3. tekil şahıs olarak bahsettiğim için kendime sinir oldum (Gülüyor). Senaristler de benim jargonumu çok iyi bildikleri için her şey çok yerinde ve tadında geçti bugüne kadar.
◊ Okuduğunuz okullardan Mimar Sinan Piyano mu daha şamatalıydı, Bilgi Sosyoloji mi?
- Bilgi Sosyoloji daha şamataydı çünkü ayıla bayıla girdiğim bir bölüm olmadı. Babamın yönlendirmesiyle ite kaka bitirdim. Ama MSÜ Devlet Konservatuvarı’nı aşkla bitirdim. O sene yüzlerce kişi arasından sadece beş kişi mezun olduk ve aralarında en yüksek puanı ben aldım. Bana Durkheim’le değil, Mozart’la gelin kardeşim.
Ebru Şancı, özel hayatıyla ilgili dobra dobra konuştuğu çok ilginç bir röportaj verdi Behlül Aydın’a.
Her satırından mutlu bir birlikteliğin ayrıntıları ve samimiyet akıyor.
Futbolcu eşi Alpaslan Öztürk’ün milli takıma seçilince yaptığı zıplamalı sevinç gösterisinin videosunu anlatıyor mesela:
“Kızdığı zaman çok kızar. Sevindiğinde de çocuk gibidir. Çok duygusal bir insan. Yengeç burcu. Her şeyi en uçta yaşıyor. İzleyince gözlerim doldu. O kadar iyi biliyorum ki nasıl emek verdiğini... Hiçbir zaman ‘Onu aldılar, beni almadılar’ demedi. Hep ‘Allah bana ne zaman nasip ederse o zaman olacak’ dedi. Nasip bugüneymiş...”
İnsan onlarla birlikte seviniyor.
Karı-koca birlikte atlattıkları zor günlerden bahsediyor Şancı:
“Alpaslan, 6 ay top oynayamadı. Televizyondan arkadaşlarının maçını izleyip çocuklarının gazını çıkarıyordu. 1 sene boyunca 1 lira bile kazanmadı. Arkasında durmam gerekiyordu. En ümidi kestiği zaman bile ‘Sen yaparsın, sende yetenek var’ dedim...”
Sultanahmet’in en şenlikli sokağı İncili Çavuş. Atmeydanı’nda Ayasofya’ya sırtınızı verin, sağ çaprazınızda Yerebatan Sarnıcı kalıyor. Sarnıcın hemen yanından girilen sokak. Yol boyunca tepenizden rengârenk avizeler sarkıyor; sağlı sollu kafeler, barlar... Normalde bu mevsimde gürültücü İspanyol gençleri çoktan doldurmuş olurdu buraları. Şimdi şamatacı İspanyollar yerine korona kol geziyor sokaklarda. Üstelik ramazanın birinci günü.
Garsonlar, şefler, müdürler, ellerinde telefon, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı ramazan tedbirlerini takip ediyor. Ohh... Neyse ki şimdilik tam kapanma yok. En azından paket servise devam edebilecekler.
Ne salgınlar, ne vebalar, ne koleralar gördü bu meydan. Bunu da atlatır elbette.
Kendi bölümündeki avizeleri limon kasalarını boyayarak yapan Fuego Kafe’de soluklanmaya karar veriyoruz.
“Americano biraz uzun sürer. Kahve makinesinin ısınması lazım. Malum, müşteri az, bu makine de çok elektrik yakıyor. Kapatıp tasarruf yapıyorum” diyor işletmeci Heybet Bey. 10 senedir bu sokakta. Şimdiye kadar hiç böyle bir dönem yaşamadığını anlatıyor: “Kısıtlamalar gelir, sonra gevşer. Bizim asıl korkumuz uçuşların iptali. Rus turist çekilirse asıl o zaman biteriz” diyor.
ÖNERECEĞİM AMA UTANIYORUM...
Hakikaten de yürüdükçe fark ediyorsunuz: Eğer koca sokakta 10 masa doluysa bunun 8’i Rus. Yalnız fiyatlar uçmuş, her şey çok pahalı. Pizzalar 46-54, iskender 65 lira. Sadece Fuego’da değil, bütün Sultanahmet’te durum böyle. Herhalde dövizin delirmesiyle ilgili.
PANDEMİ GÜNLÜĞÜ
◊ Önce e-devlet’te kendinize bir e-nabız hesabı oluşturuyorsunuz. Uygulamayı telefonunuza da indiriyorsunuz.
◊ Uygulama size evde aşı olma hakkınızın olup olmadığını, aşıyı hastanede mi aile hekiminde mi tercih edeceğinizi soruyor.
◊ Bunları ve randevu tarihini/saatini ayarlıyorsunuz ve BioNTech mi Sinovac mı, hangi aşıyı tercih ettiğinizi belirtiyorsunuz.
◊ Ben BioNTech seçtim ama nedenini sormayın. Hiçbir tıbbi gerekçem yok. Çok yoruldum anlamadığım bu konuda izahat vermekten.
◊ Benim hastanem Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ydi.
Geç kalmıştım ama sorun çıkarmadan yardımcı oldular.
◊ Bir form doldurup imzalıyorsunuz.
PANDEMİ GÜNLÜĞÜ
Bundan sonra işe gider miyiz, gitmez miyiz?
Hiç mi gitmesek yoksa haftada iki gün gitsek mi daha iyi?
Peki normal ofis mi, yoksa günlük kiralanabilen ofisler mi?
İşletmenin ofis masrafları azalıyor... Evden çalışınca artan masraflar için personele ayrıca destek verilmeli mi?
İşe gidiş yok, dönüş yok, akşam trafiği, öğle tabldotu yok...
Bilgisayarın yanında olduğu sürece ister evden eşofman altıyla, ister tatil köyünden mayoyla katıl toplantıya...
Pandemiye muhteşem başlamıştık. Virüs bize geç gelmişti.
Önümüzde İtalya, İspanya gibi ülkelerin deneyimleri vardı, onlardan ders alıp 2 hafta önceden önlemler alabiliyorduk.
Yabancı haber kanalları Türkiye’ye gelip başarı sırrımızı araştırıyordu.
İnsanlarımız da daha ciddi, bu kadar bıkkın değildi. Evine aldığı suyun damacanasını bile dezenfekte ediyordu.
Sonra bütün tedbirlerimizi birer birer saldık.
Pandemiyi hayatın olağan bir parçası, açıklanan ölüm sayılarını akşam haberleri olarak algılamaya başladık.
Taziye benim, doğum günü senin, düğün benim, dernek senin gezdik dolaştık.
Bütün uyarılara rağmen sokaklara çıktık, alışverişe, tatile gittik, kalabalık ortamlara girdik.
◊ Hangisi daha gurur verici: Bir siyasi liderin “Bu halkın Seda Sayan’ı neden sevdiğini anladığımız gün, seçimi kazanacağız” demesi mi, üst üste en güvenilen yüz seçilmeniz mi?
- Üst üste en güvenilir isim seçilmem. Ağır bir yük aslında. Güvenilir erkek değil, güvenilir kadın değil, sanatçı değil, siyasetçi değil... En güvenilir yüz. Hem gurur verici hem iyi bir ego yani...
◊ Hayatınız film olsa nerede başlardı: Kadırga’da mı, assolist olarak ilk sahneye çıktığınız Stardust Kulübü’nde mi?
- Kesinlikle Kadırga’da. Çünkü ben Eyüpsultan’da doğdum ama çocukluğumun ve genç kızlığımın büyük bölümü Kadırga’da geçti.
◊ Altı kaynana sahibi oldunuz, gelin-kaynanaların yarıştığı bir programı sunuyorsunuz, şimdi oğlunuz Oğulcan’ın da bir ilişkisi var. Kaynana olmak mı, gelin olmak mı?
- Artık kaynana olmak. Ama benden çok iyi bir kaynana olur, ona inanıyorum.
“Bir kadın ve bir adam sonsuza kadar beraber kalmak istemeyebilir. Aldatma konusunun Türkiye’de bu kadar büyütülüp drama haline getirilmesi çok sinirimi bozuyor.
Bir erkek bir kadına gidip ‘Benim canım başka kadınları çekiyor, biz bunu nasıl hallederiz’ dese Türkiye’de kaç kadın ‘Gerçekten mi, ne bileyim ben şimdi’ şeklinde konuşabilir?
Konuşamadığı zaman işte aldatma, arkadan iş çevirme oluyor. (Kızımın babasıyla) berjerde oturuyoruz. Birden ‘Bir şey mi oldu, sen beni
aldatıyor musun?’ diye
sordum, ‘Evet’ dedi.
Oturup konuştuk ve boşandık. Şimdi çok tatlıyız. Dürüstçe davrandı. Konuşmak tatlı bir şey, iletişim çok önemli” diye anlatıyor Esra Dermancıoğlu.
Semt turuna Bahariye’nin bitip artık Moda’nın sınırlarına girdiğiniz eski McDonald’s havuzundan başlıyoruz. Havuz artık yok. Civardaki okullardan arkadaşlarını karga tulumba havuza atan liseliler de... 1980-81’de semtin ilk patates-sosis tavacısı bugün Beylerbeyi Profiterol. O zamanlar çok havalı bir şeydi. Daha McDonald’s’ın gelmesine beş sene vardı...
Dolaşmaya barlar sokağından başlamak iyi fikir değilmiş: Kadife Sokak’ın başında Rexx Sineması’nın etrafı inşaat panelleriyle çevrili hali karşılıyor sizi. Sokağın içinde de hasar büyük. Solda Teachers Pub kapalı. Sağda Kadife Bar kapalı. Smokes Cafe ve Hera açık ama Buddha Sahne ile Barmy gitmiş. Hakeza Agapia Meyhanesi ve Bahane Kültür de kapalı.
Açık kalanlar sokağın sonuna doğru sağlı sollu devam ediyor: İncir Pub, Lâl, Aksi, Brox Burger, Punch, Virane Bahçe... Ama her birinde bir masa, bir ya da iki kişi.. Nerede sokağın pandemi öncesi canlı hali... Birinden çıkıp diğerine geçen insanlar, müzik sesleri...
Karşı sokak sol, sağ da benzer halde. Yavaş pişim lokantalar Suvi ile Go Slow, En Moda ve yılların Hard Rock Cafe’si açık. Ama yan komşusu Belfast Irish Pub gitmiş. Belfast’ınki duyduğum en ilginç hikâyelerden. Ruhsatı gece mekânı göründüğü için pandemide kapanmış. Gidip Moda Burnu’nda Belfast diye yeni bir yer açmışlar. Fakat ikinci dalga önlemlere o da dayanamamış. Yani bir pandemide iki kere batmış.
Fakat aşağı doğru inip Moda Caddesi’ne kavuşunca işin rengi birden değişiyor. Semtin bir ucu Moda Burnu’ysa, diğer ucu burası. Çarşı tarafından, Bahariye’den ve Caferağa’dan gelenler burada kavuşuyor.
Yan yana Fil, Ayı, Bob, Who gibi mekânlar, bir çaprazda Kropka kahve-kafe, diğer çaprazda Selfish balıkçısı.
◊ KEREM HAKLI ÇÜNKÜ: Dünyanın en kalabalık ülkelerinden olmadığımız halde, vaka sayısında üçüncü sıradayız, Hindistan’la falan yarışıyoruz.
◊ KEREM HAKSIZ ÇÜNKÜ: Ne kadar haklı bir gerekçeyle olursa olsun, bir sanatçının çıkıp kendisini sevenlere böyle demesi kabul edilemez.
◊ KEREM HAKLI ÇÜNKÜ: ABD’de yetişmiş. İnsanların kelimelere, tümevarımlara, egoya daha az takıldığı, niyete ve işe bakılan bir ortamda büyümüş.
◊ KEREM HAKSIZ ÇÜNKÜ: Amerika onun “ortamı” da Türkiye değil mi? Bizim de hassasiyetlerimiz var. Burada olduğu sürece buranın kurallarıyla “oynayacak”.
Elif Ünal’ın hazırladığı hangi ünlünün Instagram’da ne kadar takipçisi var haberi iki açıdan ilginçti.
Birincisi, Hande Erçel’in artık açık ara ülkenin en çok takip edilen figürü olduğunu göstermesi bakımından. 21 milyon kişi takip ediyormuş.
Hadise ile Demet Akalın arasındaki takipçi polemiğini hatırlarsınız. Onları falan artık ikiye katlamış durumda.
İkincisi de hepsini yan yana görmenin kıyaslama imkânı vermesi.
Verilerin gerçek ve organik olduğunu varsayıyoruz tabii.
Öyle bakınca şaşırtıcı olanlar var.
Erkeklerde 17 milyonla Burak Özçivit önde.
Ama Kıvanç Tatlıtuğ ile aralarında bu kadar fark olduğunu görmek ilginç mesela: 3.4 milyon.
Miss World 2000 Dünya Güzeli: Priyanka Chopra. Kariyerine Hint film endüstrisi Bollywood’dan sonra, şimdi Hollywood’da devam ediyor. Hayatını anlattığı “Unfinished” (Bitmemiş) kitabı için Kelebek’ten Barbaros Tapan’a röportaj verdi.
Bence bizi ve bizim ünlülerimizi de ilgilendiren çok ilginç bir şey söylemiş: “Hollywood’a geçen çok fazla Bollywood yıldızı yok, çünkü buna ihtiyaçları yok. Hint film endüstrisi dünyanın en büyüklerinden biri. Hint oyuncu, başka bir şey yapma ihtiyacı hissetmiyor.”
Neden?
Hindistan’ın nüfusu zaten dünyanın beşte biri diye mi?
Yani “Bize yeter de artar” mı diyorlar? Hiç de değil.
***
Gezegen üzerinde kendi içinde kendi dünyası, kendi değerleri, kendi temaları, müzikleri, dansları, mimikleri olan toplumlar var.
◊ İşletmeciliğe Galata Kulesi ile başlıyorsunuz... Avantajlı bir başlangıç mı dezavantajlı bir başlangıç mı?
- Avantajlı bir başlangıç tabii, tam bir hayat okuluydu.
◊ Ticari hayatta: Mantık mı içgüdü mü?
- Mantıklıyımdır aslında. Ama içgüdülerime çok güvenirim. Şimdiye kadar da beni çok çok az yanılttılar. O yüzden içgüdü.
◊ Bir şeyi gece planlamak mı sabah planlamak mı?
- Güne iyi başlayabilmek için geceden planlamak.
◊
Can Yaman’ın İtalyancasının da etkisiyle İtalya’da estirdiği rüzgâr malum. Havaalanlarında kalabalık hayran karşılamaları, otelinin önünde izdihamlar, ülkenin en popüler sunucularından Diletta Leotta ile aşk, katıldığı televizyon programlarında yüzde 24’lere varan izlenme rekorları...
Fakat “çizme”nin çiftesi pek oldu.
İtalyanlar, Can’ın intikamını yine bir dizi oyuncusu olan Michele Morrone ile alıyor.
Bu kez de Türk kadınları ardı ardına bu İtalyan oyuncuya olan hayranlıklarını açıklamaya başladı.
İlk sürpriz, şarkıcı İrem Derici’den gelmişti birkaç ay önce. “Aşkım maske tak, daha boy boy çocuklarımız olacak” diye yorum yazmıştı Morrone’nin paylaşımına.
Semtin adı Yeniköy. Ama en taze mekânlarından biri Eski Yer. Bu tatlı karşıtlığın hikâyesiyse ta Bodrum’a kadar uzanıyor.
Yalıkavak’taki Balıkçı Sait ününe ün katıp artık Yalıkavak Marina’ya taşınmaya karar verince çalışanlardan bazıları yeni yere gitmek istemiyor.
Beş ortak “Biz burada kalalım” diyerek emektar restoranı devralıyor ve kendileri işletmeye başlıyorlar. Adını da ‘Eski Yer’ koyuyorlar.
Demek dükkân uğurlu ki onların da işleri iyi gidiyor; gel zaman git zaman İstanbul’a şube açmaya karar veriyorlar.
Yeniköy’deki Yelken Balıkçısı’nı devralıyorlar. Bodrum’da tanındıkları için müşteri çok, işler gayet iyi ama pandemi patlıyor.
Artık yüzde 50 kapasiteyle çalışabildikleri için restoran üç katlı olmasına rağmen yer bulmak daha zor.
“Herkes aynı anda oturup birkaç saat sonra aynı anda kalktığı için çok zorlanıyoruz” diyor serviste çalışanlar.
Ekranın insanı olduğundan uzun, normaldeki halinden daha güzel ya da yakışıklı yansıtabildiği malum.
Nice yerli yabancı artisti gerçek hayatta görüp de “Bu muymuş?” diye şaşırmışlığım var.
Ama bunun tam tersi de geçerli.
Bazı insanlar var ki, onların yaydığı ışığı ne kamera tam kaydedebiliyor ne de ekran tam yansıtabiliyor. Örnek mi?
Türkan Şoray.
Yakından sadece tek bir kere, bir röportaj için gördüm. Öyle bakmışım ki kadına, gazete o fotoğrafı kullanıp “Yazarımız hayranlığını gizleyemedi” diye yazmıştı altına.
Bambaşka bir şey.
Vaka sayısı 30 bin.
Benzer nüfusta olduğumuz Almanya’nın iki katı.
Demek ki normalleşmeyi becerememişiz.
Hiç kimse ağlayıp sızlanmasın.
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk: “Ramazanda kapalıyız.”
Kurallar çok net: Bunu beceren toplumlara özgürlük, bizim gibi başaramayan toplumlara karantina...
Akıllanana, aklımızı başımıza devşirene kadar da böyle devam edecek.
Bir organınızı bağışlasaydınız, hangisi olurdu?
Kalbimi vermezdim.
Alana yazık, hep bu sızılarla yaşamak.
Beynimi de vermezdim.
Alana yazık; hep bu kafa karışıklığıyla yaşamak.
Ama göz bambaşka bir şey.
Düşünsenize, sizi ışık geçirmeyen o karanlığa koyduklarında bile gözleriniz bir başkasının bedeninde görmeye devam edecek.
Sanki birine kamera takmışsınız da...
ATIŞMALI 10 MADDEDE BODRUM-ÇEŞME 2018 KIYASLAMASI! Az Bodrumlaşsanız hiç fena olmayacak!
Yan komşum Aynur, 35’inden buçuğuna kadar İzmirli. Doğal olarak da “Siz geldiniz de kirlendi dünya” dili ve edebiyatı mezunu. Bir İstanbullu olarak Çeşme-Bodrum kıyaslaması bana düşmez. İkisi de canımız. Ama madem konuyu siz açtınız; Bodrum’u savunmak bana düştü, bu da sizin çuvaldızınız...
1 - İki gözüm, boyozum... Çeşme’nin eski halleri, Alaçatı’nın köy içi zamanları geride kaldı da Bodrum hâlâ Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’u mu? Her şeyin bir bedeli var: Arazilerin, binaların değerleri arttıkça... Ahır olarak kullanılan canım taş evler onarılıp şıkır şıkır oteller oldukça... Yolu olmayan taşlıklara trilyonlar dökülüp muhteşem sahil tesisleri ortaya çıktıkça... İnsana sorarlar: Karşılığında ne verdiniz? Söyleyeyim mi? Şimdi şikâyetçisiniz ama “Hep bana, hep bana” dediniz. Her sene kiraları katladınız, ödeyemeyeni çıkarıp kim olduğuna bakmadan yerine yenisini aldınız. Hayatların butikleşmesi, kalplerin taşlaşması, sohbetlerin tükenmesine gelince... Bu sadece sizin meseleniz değil ki. Bütün memlekette zamanın ruhu.
2 - Ah be benim zarif rüzgârgülüm... Değişiklik iyidir, sıkıntıyı giderir. Alaçatı’yı çok seviyorum ama neden üç günden fazla kalamadığımı anladım: Yeldeğirmeninin kolu gibi hep aynı çemberin içinde dönüyorsun: Sabah kalk. Hemen her otelde tabldot gibi aynı Ege reçelleri, lor üstüne böğürtlen ekşisi, bol bol yeşillik, şansınız varsa Boşnak böreği... Sonra haldır haldır doluş, arabayla, beach’e plaja. Bak bunların saatleri bile belli. Beş mi oldu? Haydi cümbür cemaat happy hour’a. Bırak, kebap seven de tatilinde kebabını yesin. Yoook, ille de rakı-balığa. Yosun gibi denizbörülcesini daya ot sevmeyen adama. Ertesi gün, daha ertesi gün, hadi bir daha, hadi bir daha. Saygı diyorsak karşılıklı olmalı. Çeşme kendisini biraz fazla dayatıyor insana.
3 - Geçti bile, geçmiş olsun ürkek kumrum. Bu faideli çalışmalarınız sonucunda polisin sahnelerden yaka paça sanatçı indirdiğini biliyor muydun? Siz kumrusunuz, Bodrum’da, Mikonos’ta, Ibiza’da yaşayanlar yarasa. Senede bir hafta-10 gün iznimiz var; tabii ki müzik dinleyeceğiz, dans edeceğiz, eğleneceğiz. Bodrum çözümü bulmuş: Eğlence isteyen Barlar Sokağı’na, sukûnet arayan Gümüşlük’e, Akyarlar’a...
4 - Bir dinle kalbimin körfezi, gönlümün saat kulesi... Seyyardan şikâyet ediyor, Alaçatı ruhundan bahsediyorsun ama bu sene gittin mi mesela
Ot Festivali’ne? Stantlarda ottan çok, börek-dolma-köfte üçlemesi vardı. Dışarıdan gelenin uyum sağlamasını, korumasını istiyorsanız,
bozulmaya en önce siz karşı çıkacaksınız.
5 - Benim minik, şirin gevreğim... Bodrum’da da daracık daracık sokaklar
ama kızlara misket yuvarlatacak yer bırakıyorlar. Alaçatı’da sokağın ortasına kadar masa atıyorsunuz; sonra da “Neden geçemiyoruz?” diyorsunuz. Ben de bir gün şöyle bir Alaçatı’ya uyanmak istiyorum: Hâlâ bir köy mü yoksa memleketin ikinci büyük tatil beldesi mi olduğuna karar vermiş... Kimlik ve kafa karışıklığını halletmiş... Artık ufkunu/yönünü belirleyip hiç zaman kaybetmeden bir dünya markası haline gelmiş... “Alaçatı Bodrum değil, Yunan adaları hiç değil” demişsin. Doğru. Dünya markası olmak zor iştir. Çeşme bu haliyle, Türk-Türk’e toplama kampı gibi.
6 - Bakımlı olmak ne zamandır suç? Ona bakarsan sizin de şu tuhaf düğün fotoğrafı âdetiniz var. Gelinliğini kapan, gelinbaşını yaptırıyor, soluğu Alaçatı’da alıyor.
Her sokakta beş çekim... Bekle ki bitsin de geçelim. Sanki ahşap kapının önünde fotoğraf olmazsa bir yastıkta kocamayacak.
7 - E çünkü alternatif yok. Millet kıyameti koparmasa az daha mekânlarda dinlenen müziğe bile alt limit getirecektiniz: Kişi başı 50 lira. Bodrum ucuz mu? Hâşâ... Hatta lükste Çeşme’yi beşe katlar. Ama her şeyin, her bütçeye göre bir segmenti var. Çeşme’de alternatif yok. Nereye giderseniz gidin, o ‘yüksek minimum’u sizden alacaklar.
8 - Asfalyaların atınca çok güzel oluyorsun da...
Rezervasyonda kızacak ne var? Hem tüketiciyi hem işletmeyi koruyan, medeni bir dünya geleneği... Akdenizli rahatlığı iyi güzel ama mesafeleriniz açık, taksileriniz pahalı. İster misin habersiz gidip kapı duvar kalmayı?
9 - Bir kere Çeşme, son bir yılda bu hale gelmedi. Bütün o AVM kılıklı yerler, çakma Ege kasabaları 15 yıl boyunca gözünüzün önünde dikildi. Ama umut fakirin ekmeği tabii. Bodrum Aman Rüya, Mandarin, Edition gibi yatırımları çekerken, siz iç çekerek Çeşme’nin gözyaşlarını silin.
10 - Ben de Bodrum’a bırakayım o zaman son söz hakkımı:
“Bir yenilik, alternatif olarak benle rekabete girdin ama taklitle, kopyacılıkla birbirinin aynısı mekânlar, sokaklar, ortamlar yarattın. Baksana şimdiden yaşlandın, eski bayramlardan falan bahsetmeye başladın. O söylediğin eski günler çoktan geri geldi. Yine benim buraların hâkimi.”