Mikrografi (mikroskobik fotoğraf) konusunda 33 yılı aşkın süredir çalışma yapan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Can’ın “Yaşam Bilimlerinde A’dan Z’ye Mikroskopi” isimli kitabı hem bilim hem de fotoğraf dünyasında ses getirdi.
MİLİMETRENİN MİLYONDA BİRİ
Mikroskop kullanılarak çok özel tekniklerle çekilen fotoğraflara, kullanılan teknolojiye göre milimetrenin milyonda biri büyüklüğü yansıtılabiliyor. Mikrografi adı verilen mikroskobik fotoğraf konusunda Türkiye’de uzun yıllardır fotoğrafları ile uluslararası alanda ödüller de alan Prof. Dr. Can, “Yaşam Bilimlerinde A’dan Z’ye Mikroskopi” isimli kitabında kendi arşivinden çok sayıda mikrografa da yer verdi.
Hacettepe Üniversitesi ise Mutlu Topaloğlu’nun fotoğraflarıyla hazırladığı dijital bir sergi ile sağlık çalışanlarına ‘saygı’ sundu. corona.hacettepe.edu.tr/sergi/ adresinden online gezilebilen ‘Gizli Düşman’ adlı sergide 67 fotoğraf yer alıyor.
DİJİTAL OLMASININ SEBEBİ KONUSU
Hacettepe Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Foto Film Birimi sorumlusu Mutlu Topaloğlu’yla ‘Sağlık çalışanlarına saygı duruşu’ sloganı ile açılan ‘Gizli Düşman’ sergisini ve fotoğraf tutkusunu konuştuk;
Uluslararası alanda da ilgi çeken ve kısa sürede 40 binin üzerinde üyeye ulaşan PhotoCup uygulamasında, fotoğraflar tıpkı bir spor müsabakalarındaki gibi ikili karşılaşmalara çıkıyor. Karşılaşmalarda en çok oyu alan bir üst tura ve nihayetinde de kupaya ulaşıyor. Fotoğraf tutkunlarını heyecanlandıran PhotoCup’ın yaratıcısı ise fotoğraf dünyasının yakından tanıdığı bir isim “Niko Guido.”
Kendisi, “İstanbul 365 gün” ve “Ben İstanbul” gibi projelerin yanı sıra uluslararası alanda yaptığı “14 Şehir” gibi birçok fotoğraf projesinin de sahibi. Tekrar PhotoCup’a dönersek, uygulama 1 Mayıs 2020’de hayata geçiyor ve bu sürede 40 binin üzerinde üyeye ulaşıyor. Zaman zaman bazı projelerde birlikte çalışma şansı da bulduğum usta fotoğrafçı Niko Guido, uygulamaya haftalık 15 bin fotoğraf yüklendiğini, 8 milyon oy kullanıldığını, her hafta pazar ve çarşamba günleri başlayan iki farklı kupa mücadelesinin verildiğini anlatırken bizi gerçekten heyecanlandırıyor. Bu uygulamanın Türkiye’de ortaya çıktığını ve özgün formatıyla dünyada tek olma özelliği taşıdığını aktaran Niko Guido ile PhotoCup’ın her yönünü konuştuk. Bakın neler anlattı:
Son yıllarda birbirinin aynı fotoğraf karelerin üretilmesini eleştiren Şenol Zümrüt, “Sanatın oluşumunda mimesis(taklit) her zaman mevcuttur, ancak tekrar, arzu edilen bir durum değildir. Benzer çalışmaları üretmek, popüler olanın peşinde yol almak, kaçınılmaz olarak beğeni anlayışının sıradanlaşmasına neden oluyor” diyor.
Fotoğraf camiasının “komutan”ı Şenol Zümrüt’le, bir hobi olarak başladığı ve sonrasında ise aldığı ödüllerle kendini ispatladığı fotoğraf alanındaki tutkusunu konuştuk. İşte anlattıkları:
BELGELEME İLE MACERA BAŞLADI
'Aşk Tesadüfleri Sever’. Yüreklerimizi ısıtırken ‘Yusuf Yusuf’, kahkahalara boğdu hepimizi ‘Köyden İndim Şehire’. Ankara’nın mekânlarını anlattı ‘Siyah Beyaz’. Başkent’in gettosunda dolaştırdı ‘Yolunda A.Ş. Çinçin Hikâyesi”. Geçim sıkıntısı öğretti ‘Düttürü Dünya’. Tüm bu filmlerin ortak özelliği Ankara’da çekilmiş olmaları...
ANKARA FİLMLERİNİ KİTAPLAŞTIRDI
Araştırmacı Uğur Kavas, Ankara’da çekilen veya adında Ankara geçen tüm sinema filmlerini kitaplaştırdı. ‘Ankara’dan Sahneler ve Kaderin Mahkumları’ isimli kitapta filmler, oyuncu ve mekân fotoğrafları, sinopsis, künye bilgileri ile yer alıyor. Az sayıda basılan kitap, Film Yapımcıları Meslek Birliği’nin ‘FİYAB Kültür Yayını’ olarak Kültür Bakanlığı’na, kütüphanelere, belediyelerin kültür müdürlüklerine, yönetmenlere ve üniversitelerin sinema bölümlerine gönderildi.
1925’DEN 2019’A YALNIZCA 46 FİLM
“Başkent maalesef beyaz perdede görünmüyor” sözleriyle sinemada Ankara’nın hak ettiği şekilde görünmediğini dile getiren Kavas’la kitabını ve Ankara’da çekilen filmleri konuştuk: “Kitapta 1925 ve 2019 yılları arasında çekilen 46 film ve 1968-2008 yılları arasında Ankara konulu 47 belgesele ve 17 diziye ulaşabildim. Kitapta, Ankara’da çekilen ilk film olan Merian Cooper ve Ernest Schıedsack’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Çimen-Bir Halkın Yaşam Mücadelesi’ de anlatılıyor. Herhalde başkentinin kendi sinemasında en az göründüğü ülke Türkiye’dir. Ülkenin başkentinin çok daha fazla ön planda olması, şehrin filmlerde plato olarak kullanılması gerekir.
Prof. Dr. Can’ın fotoğrafları, özellikle iki farklı alanda dikkat çekiyor. Ancak mikroskop altında görülebilen, dünyayı estetik bir gözle fotoğraflarına yansıtan Prof. Dr. Can, uçsuz bucaksız maviliklerin altındaki rengârenk hayatı su altı karelerine taşıyor.
ANKARA DENİZLERE YAKIN
Prof. Dr. Alp Can’la görev yaptığı Ankara Üniversitesi’nde “Aquagraph” adını verdiği fotoğraf albümünü incelerken, uzun ve keyifli bir sohbet yaptık. Ankara’da yaşayan bir fotoğraf tutkunu için su altı merakını sorduğumda, “Ankara, denizi olmayan bir şehir belki ama Türkiye’nin tüm denizlerine aynı yakınlıkta. Bir de denizin yanındaki insanlar bazen denizi görmüyor bile. Ormanda yaşamaya başlayınca gözleriniz ağaçları görmez” sözleriyle karşılık verdi. Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli denizlerinde 2 bin 500’ün üzerinde dalış yapan Can’la fotoğraf tutkusunu konuştuk:
FOTOĞRAF HEP VARDI
Türkiye’den kadın manzaraları fotoğraflara yansıdı. Ödül alan fotoğraflar, sergilerle Türkiye’yi dolaşacak.
45 FOTOĞRAF SEÇİLDİ
Geçtiğimiz günlerde Antalya’da toplanan ve benim de arasında olduğum “Hayatın içinden kadın” yarışmasının jüri üyeleri zorlu bir mesaiyle Türkiye’nin dört bir yanından gelen bin 700 fotoğraf arasından seçim yaptı. Yarışmada ilk üç fotoğrafa ödül verildi, 3 fotoğraf mansiyon aldı, 39 fotoğrafsa sergilenmeye layık görüldü.
KADIN FOTOĞRAFLARINI TEŞVİK EDİYORUZ
TAV Havalimanları tarafından işletilen Esenboğa Havalimanı’nda, geçtiğimiz günlerde kapılarını kapatan yine TAV’ın işlettiği İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan insan portreleri yolcuların ilgisine sunuluyor. Sergi 21 Nisan’a kadar ziyaret edilebilecek. Serginin ev sahibi TAV Esenboğa Genel Müdürü Nuray Demirer ise, yolcu trafiği her geçen yıl daha da artan Esenboğa Havalimanı’na TAV Galeri’nin yeni bir soluk getirdiğini, bugüne kadar yaklaşık 150 sergiyi ağırladıklarını anlattı.
KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞİN BULUŞMA NOKTASI
Fotoğraf sanatçısı Mustafa Çankaya, Atatürk Havalimanı’ndan transit geçen binlerce yolcuyu bir yıl boyunca fotoğrafladı. Çankaya, 100 farklı ülkeden 100 farklı insanın portresiyle havalimanının ağırladığı kültürel çeşitliliğini belgelemeyi amaçlayan projenin İstanbul’un dünyada seyahatin ortak geçiş noktası olarak farkını ortaya koyduğunu söyledi. Mustafa Çankaya’yla “100Yüz100Ülke” fotoğraflarını ve projenin hikayesini konuştuk.
BİR FOTOĞRAFÇI İÇİN HAZİNE ORTAM
“14 yıldır Atatürk Havalimanı’nda çalışıyorum ve 2011 yılı itibarıyla profesyonel olarak fotoğraf çekiyorum. Fotoğrafa olan ilgimi çalıştığım ortamın atmosferi ile birleştirmek istedim. Havalimanındaki insan çeşitliliği, farklı kültürlerden yolcular beni bu projeyi başlatmama sebep oldu. Her gün binlerce insan gözümün önünden geçip gidiyordu, hepsi de farklı renkte, dilde ve kültürde. Bir fotoğrafçı için hazine bir ortam. Bunu değerlendirmek istedim ve ‘100countires100faces’ (100yüz100ülke) fikri böylece ortaya çıktı. Proje her yüz için iki kareden oluşuyor. Birincisi yolcunun sadece yüzü, yüz ifadesi. İkincisi ise havalimanındaki o anki hali. Bu şekilde de Havalimanında yolcuların neler yaptığı, nasıl vakit geçirdiklerini belgeliyordum.
Galanın yapıldığı salonun önünde ise Türkiye’deki mayın temizleme çalışmalarından ve bu bölgeden fotoğraflardan oluşan bir sergi yer alıyordu. Karma sergideki fotoğraflara bakarken bir isim dikkatimi çekti; Christian Berger.
BENİ ŞAŞIRTTI
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Christian Berger’in fotoğraf merakını, Yılın Basın Fotoğrafları jürisinde de yer aldığı Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin çalışmalarını da yakından izlemesi ve fotoğraf etkinliklerine olan ilgisinden biliyordum. Ama bir sergide fotoğrafları ile karşılaşmak beni şaşırttı. “Danger Mines” (Tehlikeli Mayın) filminin galasına girmeden ayak üzeri fotoğrafların hikâyesini konuştuk Büyükelçi Berger’le;
Spor Toto Yılın Basın Fotoğrafları 2019’da, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun desteği ile düzenlenen özel bir kategori dikkat çekti: “Misafir-Mülteclik.” Hürriyet Gazetesi’nin foto muhabiri Murat Şaka, “Misafir-Mülteclik” kategorisinde birinciliği kazanırken aynı kategorinin seri dalında da üçüncü oldu. Medyaya çoğu kez yansıyan acı dolu hikâyelerden farklı olarak Şaka’nın ödül alan mülteci fotoğraflarında gülen yüzler ve umut var.
YENİ NESLİN BAŞARILI GÖZLERİNDEN
Aynı kurumda çalışmaktan mutluluk duyduğum genç meslektaşım Murat Şaka, başarılı bir foto muhabiri. Şaka’nın bu yıl ki başarısı aslında mülteci konusundaki ilk ödülü de değil. Türkiye’de yaşayan Afrika kökenli kadınlarla ilgili bir fotoğrafıyla da 2015 yılında Yılın Günlük Yaşam Fotoğrafı ödülünü kazanmıştı. Murat Şaka’yla mülteci gerçeğine bakışını ve ödül alan karelerinin hikâyesini konuştuk.
Ali Rıza Demir’in bir buçuk yıl boyunca fotoğrafladığı Gülsüm ve Hülya’nın hikâyesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “Pullu Kadınlar” arlı sergi ile Ankara’da olacak. Sergi, 25 Nisan’a kadar görülebilecek.
Benim de katıldığım fotoğraf organizasyonlarında zaman zaman bir araya gelme şansı yakaladığım, konusu fotoğraf olan sohbetlerle zamanı hızla akıttığım Ali Rıza Demir’in “Pullu kadınlar” sergisi ve Ankara’da da açılacağı haberi, kendisi ile yeni bir sohbete bahane oldu. Fotoğraflarının ve serginin hikâyesini anlattı.
YÜZME BİLMİYORLAR
“Emekli subayım. Okul hayatımda da meslek hayatımda da her anımda fotoğraf oldu, ne yaptıysam fotoğraf yanında ilerledi. Görev nedeniyle İzmir, İstanbul ve Mersin’de hayatımı geçirdim. 2017 yılında emekli olunca Mersin’e yerleştim. Burada yaşadığım sitenin yakınlarında, bölgedeki herkesin yakından tanıdığı, sahilde balık temizleyen kadın tanıdım. Altmışlı yaşlarındaki Gülsüm Çeyiz ve kırklı yaşlarındaki Hülya Ceviz. Sohbetlerle hayatlarının derinine indikçe onların hikâyelerini fotoğraflarımla anlatmaya karar verdim. Bir buçuk yıl boyunca aralıksız fotoğraflarını çektim. Yüzme bilmeyen ama hayatlarını denizden kazanan iki kadının hikâyesi...
Siyah-beyaz fotoğraflarıyla dikkat çeken Serkan Çolak’la fotoğraflarını, “Miras bırakıyorum” dediği kitabı “Yolda”yı ve Hindistan’da ödül getiren fotoğraflarının hikâyesini konuştuk.
BİR DERGİ HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ
“2003 yılından bu yana fotoğraflar çekiyorum. Kitaplar, dergiler, yayınlar, insanın üzerinde etkileri ile bazen hayatları değiştirebiliyor. O yıllarda ‘Geniş Açı’ adında sürekli takip ettiğim bir fotoğraf dergisi vardı. O dergi, 2006 yılında 50’nci sayısıyla yayın hayatına son verdi, ama beni fotoğrafa bağladı. O yayınları takip ederken fotoğrafa merak sardım. Kapağında yayınlanan bir fotoğraf o kadar etkiledi ki, benim de fotoğraflarım olsun istedim. Filmli makine aldım, el yordamı ile fotoğraflar ürettim. Kendimi geliştirmeye çalıştım ve bir süre sonra anlatma ihtiyacı ile belgesel fotoğraflar girdi, hayatıma. 2009’dan itibaren de belgesel fotoğraflar üretiyorum.
SOMUT BİR ESER BIRAKMA DUYGUSU
Birçok fotoğraf üretiyoruz. Ama günümüzde sanal dünyanın gürültüsü içerisinde silik birer siluet olarak kalıyor. Herkes için geçerli bu söylediğim. Sanal dünyanın gerçeği. Karelerimiz, internet siteleri, Instagram, Facebook veya benzeri uygulamaların kalabalıkları arasında kalıyor. Bu düşünce, geleceğe daha somut bir eser bırakma duygusunu yarattı bende. Bu şekilde bir fotoğraf kitabı yapmak fikri doğdu. Kitap bir mirastır. Hem kendi aileme hem fotoğraf dünyasına. ‘Yolda’ kitabımın ismi. Son 3 yılı ağırlıklı şekilde, 11 yılda çekilen kareler var kitapta. 6 ay süren hazırlıkların ardından yayına hazır hale geldi. Belgesel fotoğraflarda başkalarının yaşamlarını anlatıp, tanık oldum. Kitapta ise kendi hayatıma dönük işleri yansıtmaya çalıştım. Klasik belgesel fotoğrafları gibi değil, belirgin net işlerden öte belirsiz, daha düşündürücü fotoğrafları toplamaya çalıştım.
KİTAP ÖNCESİ ÖDÜL MOTİVASYON OLDU
Geçtiğimiz aylarda Türkiye’ye İzmir’de bir fotoğraf etkinliği için gelen iki Hint fotoğrafçı fotoğraflarımı görünce, Hindistan’daki Polyphony Photo Festivali’nden bahsedip katılmamı istemişlerdi. O festival 2012 yılında Sinan Kılıç’la birlikte fotoğrafladığımız ‘Reş’ ismini verdiğimiz projeyi gönderdim. ‘Sınırların Ardında’ temalı festivalde fotoğraflarım birinci oldu. Kitabın yayınından önce iyi bir motivasyon oldu benim için. Modern bir şehrin sınırında Mardin’den gelen odun kömürü işçilerinin modern hayattan uzak hayatlarının hikayesiydi, fotoğrafların konusu. Kalküta’da sergilenen projeyi de önümüzdeki aylarda Sinan Kılıç’la birlikte kitaplaştırmak istiyoruz.
Sosyal medyanın popülerliği sayesinde Türkiye’de fotoğraf tutkusunun izinde harikalar yaratan pek çok isim de kendinden söz ettirmeyi başarıyor. Bu isimlerden biri; fotoğraf hikâyelerinin peşinde Anadolu’yu karış karış gezen Gülin Yiğiter’le bu tutkusunu konuştuk. “İnsanları tanımayı seviyorum. Fotoğraf sanki bunun için üretilmiş bir araç gibi. Boynunuzda fotoğraf makinesi varsa kapılar daha sıcak açılıyor” sözleriyle insanlarla kurduğu bağı anlatan Gülin Yiğiter’le belgesel fotoğraflarının hikâyesini konuştuk.
DEKLANŞÖRÜMÜN İZLERİ OLSUN
“Fotoğrafa olan ilgim hep vardı. Ama ailemle gittiğimiz bir Karadeniz turu benim için milat oldu. O gezi için bir fotoğraf makinesi aldım. Ardından sık sık yaptığım doğa yürüyüşleri fotoğraf makinesiyle aramdaki bağı daha da sıkılaştırdı. O süreçte kısa fotoğraf eğitimi de aldım. Bu eğitimle daha farklı alanlarda fotoğraflar çekmeye başladım. Bugün artık hikâyesi olan belgesel fotoğraflar çekiyorum. Şimdi Anadolu’nun her köşesinde deklanşörümün izleri olsun istiyorum. Ülkemin her köşesinde farklı bir ses, farklı bir nefes var. Bunları fotoğraf karelerine aktarmak benim için ayrı bir keyif.
ANADOLU İNSANININ YÜZLERİ VAR
Fotoğraflarımda Anadolu insanının yüzleri var, hayatlarından kesitler anlatıyorum. Bu yüzden belgesel fotoğraflar diyorum. Fotoğrafların hikâyesi olmalı. Bana özel olmalı. Benim dilim olmalı fotoğrafımda. Ama bakıyorum fotoğrafa olan ilgi arttıkça bu işin tüketimi de arttı. Birçok fotoğrafçı birbirinin peşi sıra aynı işleri fotoğraflamaya başladı. Ben bilinmeyen, az bilinen hikâyeleri anlatmayı seviyorum.
Benim de tanıma şansı bulduğum usta “Ara Hoca”, Türkiye’ye “foto muhabiri” tanımını anlatan, öğreten bir isim olması ile tabii ki bizler için çok farklı bir yere sahip. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Foto Muhabiri” dergisinin son sayısını Ara Güler’e ayıran Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, bu kez 34 yıldır aralıksız olarak düzenlediği “Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması”nı gençlere açarak, büyük ustanın adını yaşatma adına önemli bir karar aldı.
SANATÇI DEĞİL FOTO MUHABİRİ
Yeni Asır’dan Hürriyet’e, DHA’dan Anadolu Ajansı’na uzun yıllar foto muhabiri olarak görev yapan, kurucuları arasında yer aldığı ve 5 yıl önce yayın hayatına başlayan Depo Photos Ajansı’nda hem yönetici olan hem de foto muhabirliğine aktif olarak devam eden Tolga Adanalı’yla fotoğraflarının hikâyesini konuştuk.
“Bir şehri, bölgeyi veya yeri havadan gösteren açılar hep bana farklı gelmiştir. Bakış açınızı genişletiyorsunuz, değiştiriyorsunuz ve alternatif yaratıyorsunuz” sözleriyle tutkusunu anlatan Adanalı, 2000’li yılların başında microlight, paramotor gibi hava araçlarıyla çektiği Akdeniz ve Ege sahilleri fotoğraflarıyla çok sayıda ödül de aldı. Ama Tolga Adanalı’yla sohbetimiz Ankara fotoğrafı ile başladı:
O FOTOĞRAF OLAY OLDU
“Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü’ne yeni tayin olmuştum. Akşam ajansta görevliydim. Şehri biraz tanımak için turladım. Kenti görebileceğim yüksek noktalardan biri de Öğretmen Evi’nin çatısıydı. Anıtkabir ve Kocatepe fotoğrafını oradan tele objektifle çektim. Çok görülmeyen bu açı, fotoğraf yayınlanınca olay oldu. Bir televizyonun ana haberinde photoshop’lu iki yapının yanyana getirildiği ve ‘manipülasyon’ yapıldığı iddiası yayınlandı. Yani bu üst açı, hem medyada hem de sosyal medyada tartışmaların odağında yer aldı. Maniplasyon olmadığını kanıtlamak için noter huzurunda ve Türkiye Foto Muhabirleri Derneği yöneticilerinin bilirkişiliğinde aynı kareyi bir kez daha çektim. O yayını yapan anchorman’i, ana haber bülteninde özür dilemiş ve görevinden istifa etmişti.
DRONE’U İLK GETİRENLERDEN
Fotoğraf sevdalısı Ömer Kavuk, hatıraları saklayan mekân, İtfaiye Meydanı’nı fotoğrafladı. Geçtiğimiz aylarda da açtığı “İstenmeyene Değer Biçmek” sergisiyle sunduğu fotoğraflarında İtfaiye Meydanı’nın yüzlerini gelecek nesillere aktardı.
YOLU DÜŞMEYENİN BİLMEDİĞİ HİKAYE
AB Delagasyonu Basın Enformasyon sorumlusu olarak görev yapan Ömer Kavuk’la İtfaiye Meydanı fotoğraflarının hikayesini konuştuk:
“Uzun süre İstanbul’da sürdü hayatım. 2005 yılında ise Birleşmiş Milletler görevim dolayısıyla Ankara’ya geldim. O dönemden başlayarak sık sık İtfaiye Meydanı’na gittim. Bana hep farklı gelen ve içine çeken bir havası vardı. Burası geçmişi olan bir yer, sonuçta Cumhuriyet dönemi öncesinde de orası bir pazar zaten. Osmanlı döneminde de develerle insanların geldiği bir ticaret alanı. Esnafla tanıştım gelişen süreçte. Esnafın hep kentsel dönüşüm kaygısı vardı. Burayı fotoğraflama fikri böyle doğdu. Hem oradakilerin seslerini duyurmak hem de gelecek nesillere böyle bir yerin hikayesini anlatmak fikri ile ortaya çıktı, İtfaiye Meydanı fotoğraflarının serüveni. Bu, Ankara’ nın göbeğinde bilmeyenlerin yolunun düşmediği İtfaiye Meydanı’nın hikayesi.
Başkent’in logosunda silueti olan 125 metrelik kulenin tarihinde ilginç bir de fotoğraf hikâyesi var. Drone’ların avuç içine sığabildiği günümüzün aksine Atakule’nin havadan ilk fotoğraflarının çekilmesi oldukça büyük bir cesaret ve emek gerektiriyordu. O fotoğrafların altında mesleğimizin büyük ustalarından Sökmen Baykara’nın imzası var.
Atakule’nin yukarıdan çekilen ilk fotoğraflarının hikâyesini, geçtiğimiz günlerde 82. yaşını kutlayan Sökmen ustamdan sıcacık bir sohbetle dinledim.
Drone yoksa foto muhabiri başının çaresine nasıl bakar?
Buyurun Sökmen Baykara anlatıyor:
AŞAĞIDAN ÇEKİLİYORDU
“Ankara imgesine katkıda bulunan yapılardan biri kesinlikle Atakule’dir. İyi ya şehrin logosunda da var, Ankara’yı anlatan filmde de var, değil mi? İşte o kulenin inşaatı 1987 yılında yükselmeye başladı. İlanlar yayınlanıyor, o dönemde ‘Süper alışveriş merkezi’ falan diye ama işin aslı herkesin gözü kulede. Ben de o dönem Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Fotoğraf Şefiyim. Arkadaşları görevlendirdim, birkaç kez de çekildi. Ama hep aşağıdan. Ben de kızıyorum, ‘Yahu bu koca kule neden birinizde şunun yukarıdan fotoğrafını getirmiyorsunuz’ diye. En sonunda aldım elime makineyi bizzat kendim gittim.
Ankara’dan yola çıkan ve Kars’ta son bulan bu yolculuk güzergahında 4 mevsim farklı güzellikler sunuyor. Bu özel rota fotoğraf yarışmasına konu oldu. Doğu Ekspresi’nde çekilen fotoğraflar geçtiğimiz günlerde sonuçları açıklanan TCDD’nin düzenlediği ‘Tam O ‘An’ Doğu Ekspresi Ulusal Fotoğraf Yarışması’nda değerlendirildi. 440 fotoğrafçının bin 529 fotoğrafla katıldığı yarışmada, Fotoğraf Sanatçısı, AFSAD Başkanı Koray Olşen, UHD Bakanlığı Basın Müşaviri Turan Özyanık ve fotoğraf sanatçıları Tarık Er ile Yavuz Ildız’dan oluşan jüri 6 fotoğrafa ödül verirken 36 fotoğrafı da sergileme için seçti. Yarışmada, Murat Tok birinici, Yücel Çetin İkinci, Özgen Beşli ise üçüncü oldu. Murat Yılmaz, Burak Kaynakoğlu, Ümmü Kandilcioğlu ise mansiyon kazandı. Yarışmanın Ankara’da yapılan ödül törenine Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan da katıldı. Yarışmada ödül alan fotoğrafların yanı sıra sergilemeye değer 36 kare Kars Garı’nda sergilenmeye başladı. Fotoğrafların ikinci durağı ise Ankara Garı olacak.
1. Murat Tok
2. Yücel Çetin
3. Özgen Başli Üçüncü
BİR YILDA 270 BİN KİŞİYİ AĞIRLADI
Kaç yıldır yayınlandığı kalıcılığını ortaya koyduğu gibi bir koleksiyon eseri olduğuna da imza atar. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, 33 yıldır düzenlediği “Yılın Basın Fotoğrafları” yarışmasında ödül alan fotoğrafları ve katılan eserler arasındaki bir seçkiyi 1988 yılından bu yana özel bir yayında topluyor: “Yılın Basın Fotoğrafları Kataloğu”
226 SAYFA 294 KARE
Türk Telekom Yılın Basın Fotoğrafları 2018 kataloğu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. 2017 yılına damga vuran olaylar, fotoğraflar hatta gündem yaratan kareler bu prestij eserinde bir arada sunuluyor. 226 sayfa olarak yayınlanan katalogda Türkiye’nin en prestijli medya ödülleri arasında yer alan organizasyonda ödül alan 8 daldaki 30 fotoğraf ve 3 fotoğraf serisi ile yarışmaya başvuran 3 bin 200’ün üzerinde fotoğraf arasından seçilen 294 kare fotoğraf yer alıyor. Son 10 yıldır her bir yıl farklı bir renk seçiliyor kataloğun kapağında, bu yılın rengi ise sarı.
FOTOĞRAFLARA YENİ HAYATLAR
33 yıldır aralıksız düzenlenen yarışmanın en önemli amaçlarından biri tarihe not düşen kareleri hatıralarda canlı tutmak. Birçok gazetede yayınlandığı anda yalnızca bir günlük hayat süren fotoğraf karelerine yeni ömürler biçebilmek. Hatta bir kısmı gazetelerde bile hak ettiği değeri bulamayan bu fotoğraflar, sergilerle, basılı yayınlarla yeniden sunuluyor. İşte bu organizasyonun basılı yayınları içerisinde en önemli olanı “Yılın Basın Fotoğrafları” kataloğu. Bugün ilk yayınlandığı günden bu yana 30. yılında bir çok fotoğraf tutkunlarının evlerinde, üniversitelerin, saygın kütüphanelerin önemli köşelerinde ve koleksiyonerlerin elinde yıl yıl sıralı şekilde tutuluyor.
İran asıllı Elnaz Farahbakhsh, bu alanda fotoğrafları ile dikkat çeken isimlerden. Geçtiğimiz aylarda Ankara ve İstanbul’daki sergileri ile çalışmalarını gözler önüne seren Elnaz, peyzaj fotoğraflardaki başarısını mesleği mimarlığa bağlıyor.
Elnaz Farahbakhsh’i ile fotoğrafa bakışını, peyzaj fotoğrafçılığını konuştuk:
İRAN’DA MECBURİ DERS
“Çocukluk yıllarımda evdeki fotoğraf makinesi ile çok ilgiliydim. Aile fotoğraflarını de hep ben çekerdim. Babam hep ‘Elnaz güzel fotoğraf çeker’ diyerek bana verirdi, makinayı. Ama asıl fotoğraf konusunda çalışmalarımın temeli 2004 yılında İran’da üniversite eğitimi sırasında atıldı. İran’da Mimarlık bölümünde, fotoğraf mecburi bir ders olarak okutuluyor. Çünkü fotoğraf, bakmayı ve batığınızı okumayı, yorumlamayı bilmeniz gereken bir sanat fotoğraf. Fotoğrafa profesyonel bakışım üniversitedeki bu eğitimle gelişti. İnternet üzerinden paylaşımlara yapılan olumlu dönüşler, alınan ödüllerle fotoğraflarıma olan öz güvenim arttı. Türkiye’ye yüksek lisans için gelip burada kalınca da fotoğraftan asla vazgeçmedim.
PEYZAJ FOTOĞRAFÇILIĞI
Son yıllarımı mimari ve daha çok peyzaj fotoğrafları üzerine harcadım. Bu alanda ihtisaslaşmaya çalışıyorum. İyi bir peyzaj fotoğrafı için temel fotoğrafçılığın yanında sokak fotoğrafçılığı, doğa fotoğrafçılığı, mimarlık, tasarım ve peyzaj ruhunun bilmesi gerekiyor. Bir de oranın kültürünün bilinmesi önemli. Fotoğrafı çekilecek alanın topoğrafik yapısı, bitki türleri, ışığın alandaki etkisinin ve tasarımın öyküsünün öğrenilerek yola çıkılması başarılı bir sonuç için etkili.
ÇÖP KUTUSU BİLE DEĞERLİ
Peyzaj mimarlığı üzerine fotoğraflarda tasarım niteliklerini de ortaya çıkarmak amaçlardan biri. Bu yüzden mutlaka peyzajda kullanılan unsurların kent mobilyası, bitki türü, belki çocuk alanı veya yürüyüş parkuru, hatta bir aydınlatma direği ya da orada kullanılan çöp kutusu bile fotoğrafınıza değer katabilir. Tasarımcı için kullanılan malzemenin yanı sıra o alandaki merdivenin kaç basamak olduğu bile önemli olabiliyor.
‘Emirkan Cörüt’ adını çok duyacaksınız
Bu hafta siz okurlarımızı genç bir yetenekle tanıştıracağım: “Emirkan Cörüt.” Gelecekte adını çok sık duyacağınız bu kardeşimiz, Mimar Sinan Üniversitesi’nde 2’nci sınıf öğrencisi.
Başkanlık görevini yürüttüğüm Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, bu yıl 3’üncü kez “Ara Güler” adına ve öğrenciler arasında düzenlediği fotoğraf yarışma ile “Özendirme Ödülü” veriyor.
Emirkan, geçen yıl henüz 18 yaşındayken bu yarışmada hem Ara Güler Özendirme Ödülü’nü kazandı, hem de yarışmanın “Seri” kategorisinde mansiyon aldı. Emirkan, geçen ay ise Vogue Dergisi’nde Onur Ercoşkun’un seçimiyle “Yeni neslin yaratıcı gücü” başlığı altında fotoğraf alanındaki genç yetenek olarak boy gösterdi.
Üniversiteli gençlerle zaman zaman buluşuyoruz ve her buluşmamızda onlara, “Tembel deklanşöre basar da kurma kolunu çevirmeye üşenirmiş. Yapmayın, üşenmeyin, geç kalmayın” diye küçük bir de öğüt veriyorum. Tam da bu sözlerime yanıt niteliği taşıyan Emirkan’la, fotoğrafı, fotoğrafa olan tutkunu ve hayallerini konuştuk. Şunları anlattı:
KORONAVİRÜS BİZİ DE ETKİLEDİ
“Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nün 2’nci sınıfında eğitimimi sürdürüyorum. Tabii COVID-19 ve uzaktan eğitim her öğrenci gibi bizi de etkiledi. Bazı dersler var ki uzaktan anlatılabilir, ama fotoğraf uygulama ve pratik gerektiren bir bölüm. Örneğin, karanlık oda dersleri gibi... Okulla birlikte aynı anda Middle East Images’e fotoğraf çekiyorum. Farklı dergiler ve çeşitli sivil toplum örgütlerine proje ve hikâyeler çalışıyorum. Atlas Dergisi için kenevirin hikâyesini fotoğrafladım. Yedi ay sürdü, son sayıda okuyabilirsiniz. Kısaca kendimi geliştirebilmek için farklı yelpazelerde fotoğraf çekmeye çalışıyorum.
HAYATIMI FOTOĞRAF ŞEKİLLENDİRDİ
Fotoğraf hayatıma şaşırtıcı tesadüflerle girdi. Yelken yarışlarına olan ilgim sebebi ile fotoğrafa başladım. Yelken izlemek için İstanbul Arnavutköy’de Akıntıburnu’na çok sık gidiyordum. Bu nokta yelkenli yarışlarını takip eden fotoğrafçıların çok ilgi gösterdiği bir yer ve herkesin elinde bir makine vardı. O insanları gördükçe fotoğrafa merak saldım. 15 yaşında dayımın fotoğraf makinesini aldım. Ve deklanşöre basmaya başladım. Yelken yarışlarını fotoğraflayayım derken bir baktım, yaşadığım şehri belgeliyorum, fotoğraflarla anlatmaya çalışıyorum. Kendimi de anlatma aracı fotoğraf, iletişim kurma, belgeleme, tanıklık etme, geleceğe anları aktarma aracı. İlk deklanşöre bastığım anda fotoğraf hayatıma girdi ve hayatımı şekillendirdi. Daha çok gencim elbette. Ama hayatımın kalanını da fotoğrafla yaşamak istiyorum.
ERCAN ARSLAN’LA HAYATIM DEĞİŞTİ
‘Z’ kuşağı olarak şanslıyız, internetten çok şey öğrenebiliyoruz, ama fotoğraf öyle bir şey değil. Söyleşileri, etkinlikleri izlemeye başladım. Canon’un bir söyleşisinde Milliyet Gazetesi Foto Muhabiri Ercan Arslan’la karşılaştım. Bu karşılaşma hayatımda önemli bir dönüm noktası oldu. Bugün basın fotoğrafını, belgesel fotoğrafı seçtiysem, foto muhabirliğini benimsemişsem, sebebi bu karşılaşma. Ercan hocam, bana çok destek oldu, çok şey öğrendim. Fotoğraf çekmek için onunla birçok kez gezdim İstanbul sokaklarını. ‘Ne öğrenebilirsem’ diye çok izledim. Fotoğraf yalnızca daha çok fotoğraf çekerek, hatalar yaparak öğreniliyor.
HAYATIMDAKİ EN BÜYÜK GURUR KAYNAĞI
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin(TFMD) düzenlediği yarışmada kazandığım Ara Güler Özendirme Ödülü, benim hayatımdaki en büyük gurur kaynağı. Ara Güler, yaşadığım şehri en iyi anlatan foto muhabirlerinden biri. Benim gibi bu işe ilgi duyan birçok insana ilham olduğunu düşünüyorum. Onun isminin yaşatıldığı bir yarışmadan ödül almak benim için çok farklı bir duygu. Hele ki böyle bir ödülü TFMD’nin önemli isimlerinden oluşan güçlü jürisi karşısında almak, benim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu. Bu ödülün fotoğrafa daha sıkı sarılmama da büyük bir etki yaptığını söyleyebilirim.”