Reha Erus

Katolik Kilisesi'nde reformu Papa Françesko değil süper rock star Rahibe Cristina yaptı

19 Haziran 2014
Buenos Aires Başpiskoposu Kardinal Jorge Mario Bergoglio Papa seçilip 'Françesko' adını aldıktan sonra ilk demecinde öncelikle Kilise'deki reformlardan söz etmişti. Değişik bir din adamı portresi çizerken, sıradışılığı ile Katolik dünyasında etkili bir lider olacağı sinyallerini vermiş ve en önemlisi rahiplerle rahibelere seslenerek “Manastırlara kapanmaktansa, saklandığınız yerlerden çıkın inançlılar arasına girin, kendinizi her yerde gösterin Tanrıyı, oğlu Hz. İsa’yı ve Kutsal Ruhu anlatın, sosyalleşin” isteğinde bulunmuştu.

Nitekim kendisi de kokuşmuş papalar doktrininden sıyrılarak medyatik bir süper star haline dönüşmüş, Vatikan tabularını yıkarak, protokolü silerek ve toplumun arasına karışarak bir yıl gibi kısa bir sürede belki dünyanın en etkili ayrıca çok sevilen, sayılan lideri haline gelmişti.

Papa Françesko’nun Kilise'de reformlar yapma çağrısına kardinaller kararsız kalırlarken, kuşkuyla bakarlarken Sicilya Adası'ndan 25 yaşında ki bir Rahibe (Cristina Scuccia) “Madem Papa hazretleri bizim kabuğumuzdan çıkmamızı emretti o zaman bende sesime güvenerek 'The Voice of Italy' (İtalya’nın Sesi) yarışması elemelerine katılmak istiyorum” diyerek bağlı olduğu 'Orsoline' rahibe okulundan gerekli izni istedi. Kopardı da. Daha ilk gün ön eleme jürisinin karısına rahibe kıyafeti ile çıkan ve İngilizce söylediği şarkı 'Oh Maria' ile büyüleyen din kadını anında bir fenomen oldu ve 'Sister Act' filmindeki Woopy Goldberg ile özdeşleşerek 'Yırtık Rahibe' lakabını aldı.



Tam16 hafta boyunca İtalyan ekran severler Rahibe Cristina’yı izleyip koyu taraftarı oldular. Öyle ki RAI televizyonu bu din kadını rock star sayesinde reytingleri altüst etti. İzlenme payı yüzde 62'yi zorladı. Finalde dört şarkıcıydılar. Rahibe Cristina 'Flashdance- What a Feeling'le uzak ara şampiyon oldu.

Yazının Devamını Oku

“Kış Uykusu” Oscar’ı alır mı?

8 Haziran 2014
Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” 67. Cannes Film Festivalinde “Altın Palmiye” ödülünü uzak ara kazandıktan sonra şimdi akılları yoklayan bir soru gündeme düştü: “Türkiye’nin gururu bu yapıt Oscar’ı alır mı?” diye.

2012’de Oscarlarda “En İyi Yabancı Film” dalında aday adayı olarak son 9’a kalan “Bir Zamanlar Anadolu” için bakın yönetmen Nuri Bilge Ceylan hangi yorumu yapmış: “Tahmin yürütmek zor. Çünkü sinema görüşleri çok farklı bir jüri var.”

Avrupa’daki festivallerde jüriler genelde 7 bilemediniz 8 üyeden oluşur. Yarışmaya katılan yapıtlarda 20 sayısını pek geçmez. Jüri başkanı ve üyeleri filmleri toplu halde sinema salonlarında seyircilerle birlikte izlerler buna göre tartışırlar, görüşürler, değerlendirirler ve kararlarını ortak olarak açıklarlar.

“Kış Uykusu” filmi için Cannes Film Festivali jüri başkanının yorumlarını anımsayalım. Avustralyalı yönetmen Jane Campion “Altın Palmiye” ödülü için alınacak kararın daha adil olabilmesi için gizli oylama yapıldığını itiraf etti. Her ne kadar filme hayranlığını ödül Nuri Bilge Ceylan’a verildikten sonra yansıtsa da kullandığı övgü dolu sözler inanılmaz etkileyici ve çarpıcıydı. Sinema dünyasının dikkatini fazlasıyla çektiği kesin.

Türkiye’nin zor günler geçirdiği, olumsuzlukların ardı ardına yaşandığı bir dönemde “Kış Uykusu”nun Cannes zaferi ülkemize ilaç gibi geldi. Şu bir gerçek ki festival filmleri aşırı kült ve sanat ağırlıklı olup genelde seyirci - hasılatta bekleneni alamazlar.

Oscar’larda ülkemizi temsil edecek filmin “Kış Uykusu” olacağı su götürmez. Tekrar Nuri Bilge Ceylan’ın sözlerini hatırlatmakta yarar var. “Sinema görüşleri farklı olabilecek bir jüri var.” Çok haklı ardı ardına başyapıtların mimarı ayrıcalıklı yönetmen. Oscar dünyası bir başka. Ellinin üzerinde ülkenin filmleri önce izlenecek, sonra aday adaylığına hak kazanan 9 film tekrar izlenecek ve sayıları 5’e düşürülecek. Jüri üyeleri filmleri ne sinema, da ne de birlikte izliyorlar. Evlerinde belki içkilerini içerken, belki divana uzanırken video dan seyrediyorlar. Belki o an telefon çalıyor ve ara veriyorlar. Yada sıkılıyorlar, yarım bırakıyorlar sonra bıraktıkları yerden seyre devam ediyorlar. İşte burada Amerikan jürisinin olumsuzluklarından biri ortaya çıkıyor “Kış Uykusu” için. Eser 3 saatten fazla sürüyor. Jüri deyince sayıları beş binin üzerinde. 24 dalda en az beşer film izleyecekler. Zamanlarını nereye kadar harcarlar? Bir de Amerikalı jüri üyeleri aşırı dramatik yapıtlardan pek hoşlanmazlar. Süreç sonrası finalde mutlu sona ulaşmak onları rahatlatır, sevindirir buna göre oy tercihlerini kullanırlar.. Aksiyonu tercih ederler. Akıcılığa prim verirler. Tabii doğal güzelliklerin çekim tarzı onları etkiler. İşte “Kış Uykusu” için bir avantaj. Elbette Avrupa’daki en prestijli festivalde en büyük ödül sahibinin filmini o jüri üyeleri biraz daha özen göstererek izleyecek ve değerlendirecektir. Bunun içinde 22 Şubat 2015’ te ki 87. Oscar tören gününü beklerken 19 yıldan beri bu dev sinema şölenini izleyen bir gazeteci olarak en büyük önerim daha şimdiden özellikle Amerika da ki tanıtımı için kolları sıvamak ve hiçbir masraftan kaçınılmadan dev sponsorlar ve PR şirketleri aracılığı ile etkili bir propagandaya start vermektir.

Bir örnek: 2014 Oscarlarda “En İyi Yabancı Film” in galibi İtalyan “La Grande Bellezza” (Muhteşem Güzellik) geçen yıl Cannes Film Festivalinden eli boş dönünce hemen Oscar’ı hedeflemiş ve hemen Amerika’ya ayak basmış, İtalyan Kültür ve Sanat Bakanlığının madde ve manevi yardımı ile tanıtımını kusursuzca ve sistematik olarak yaparak o heykelciğe ulaşmıştı. Ödüllü “Kış Uykusu” bu nedenle daha şanslı bir konumda yeter ki gerçekten zaferin rehavetiyle kış uykusuna yatılmasın! Çünkü 22 Şubat’a kadar olan zaman çok ama çok değerli.

Yazının Devamını Oku

İZMİR&İZMİR VE DE İZMİR

28 Mayıs 2014
Geçen hafta İtalyan medyasında İzmir’in adı çok yoğun geçti. Maalesef Soma maden faciasını yerinde 26 gazeteciyle izleyen İtalyanlar Soma’yı tarif ederken İzmir’e yakın olduğunu ve söz konusu kazaya ilk tepki mitinglerinin bu laik kette başladığına dikkat çektiler. Soma ile ilgili medya iletişim merkezlerini günlerce İzmir’de kurdular.

İtalyanlar İzmir’e “Smirne” derler ve Levanten açılımından kendilerine yakın hissederler.

Geçen hafta İtalya’da yepyeni bir yolsuzluk skandalı patladı ve “Temiz Eller” adeta tekrar hortladı. Expo 2015 Milano için yapılan ihalelerde Mafya parmağı savcılarca saptandı. Rüşvet ve yolsuzluk kol gezerken organizasyonun başkanı dahil 7 üst düzey yönetici tutuklandı. Başbakan Matteo Renzi dev fuar şöleninin açılışına bir yıldan az bir zaman kala Milano’ya giderek “Hırsızlar durdurulur ama Expo’yu tamamlamak ruhu ülke adına doludizgin sürer” diyerek her şartlarda Milano’nun bunun üstesinden gelebileceğini ve yetiştirileceğinin garantisini hükümet adına verdi.

Bilindiği gibi Expo 2015 için Milano finalde İzmir’in üstesinden gelmişti. O tarihte anımsıyorum dönemin Başbakanı Romano Prodi İzmir’i önemli bir oy farkı ile geçtiklerini hatırlatarak “Expo 2015 Milano İtalya’nın gururu olacak” demişti. Ne var ki başta muhalefet ve ana muhalefet lideri Silvio Berlusconi böyle bir dev organizasyonun sorumluluğunu almanın ekonomik açıdan ülkenin belini bükeceğini söylemiş ve “Keşke Expo’yu bizden daha hazır ve yine ekonomik açıdan daha sağlıklı Türkiye’ye bıraksaydık” diyerek İzmir’in kazanmamasına üzüldüğünü açıkça belli etmişti. Bu süre içerisinde İzmir, Expo 2020 için ikinci adaylığında da Abu Dabi’ye karşı havlu atmış belki de bundan sonraki Expo’lar için pes etmişti. Bugün hala Expo 2015 Milano’nun başa bela olduğunu söyleyenler İzmir’i anımsayarak, “Yanlış zamanda yanlış yerde yanlış bir projeyi üstlendik. Henüz şantiyeler işin başında. Rakip İzmir’i bu aşamada anımsamamak elde değil” yorumu yapmaktalar.

Geçtiğimiz hafta İzmir bir başka konu ile ilgili yine gündemdeydi. Artık pehlivan tefrikasına dönüşen ve 32 kişiye mezar olan “Costa Concordia” yolcu gemisinin kaza sonrası yüzdürüldükten sonra hangi tersanede sökülmesi kararı. Halen kaza yeri Giglio Adası’nda yüzdürülmek için yeni teknolojinin denendiği dubalara bağlanan “Costa Concordia”nın sökülmesinde iki tersane finale kaldı. Biri İzmir Aliağa diğeri ise Cenova. Son karar 15 Mayıs’ta verilecekti. Ancak dubalardan biri batınca yolcu gemisinin nerede söküleceği konusu görüşmeleri 15 Haziran tarihine sarktı. İtalyan Çevre Bakanlığı prestij açısından “Costa Concordia”nın İtalya’da sökülmesini istiyor. Ne var ki Cenova tersanesi 80 milyon euro’dan bir euro aşağıya inmiyor. Aliağa’nın teklifi ise kesin. 40 Milyon Euro. Son sözü söyleyecek olan İtalya Sivil Savunma Kurumu Başkanı Franco Gabrielli.

Unvanı İtalya’da cumhurbaşkanının birinci olduğu devlet protokolünde 6. sırada. Kısacası itibarı ve mevkii çok önemli. Kendisi ile Roma’da konuştuk. Her yönden İzmir Aliağa’nın şartlarının daha uygun olduğunu söylüyor. Aradaki iki misli fiyat farkının karar aşamasında göz önünde tutulması gerektiğinin üzerine basıyor. İtalya’daki ekonomik kriz nedeniyle “Costa Concordia”nın uğrayacağı son limanının İzmir Aliağa olması gerektiğini de hissettiriyor ama diğer yandan İtalya’nın denizcilik sektörünün pahalı da olsa sökülme işlemlerinin Cenova’da gerçekleşmesinin şartı ile ilgili büyük bir baskı oluştuğunu da söylemeden edemiyor. Şimdilik 15 Haziran’ı beklemekten başka çare yok ama “Costa Concordia”ya İzmir Aliağa adeta göz kırpıyor.

Yazının Devamını Oku

Sıra dışı bir “First Lady” Agnese Renzi

19 Mayıs 2014
Şu sıralarda İtalya’nın hatta Avrupa’nın en medyatik siyasetçisi şüphesiz genç Başbakan Matteo Renzi.

Floransa Belediye Başkanıyken Merkez Solun başına engel tanımadan rahatlıkla geçen ve Demokrat Parti içerisinde basit bir oylama darbesiyle ile Enrico Letta’yı Başbakanlık koltuğundan eden Matteo Renzi 39 yaşında evli ve üç çocuklu.

Eşi Agnese Landini Renzi yaklaşık 70 gündür İtalya’nın “First Lady” si. Matteo ile izciyken tanışmış. Henüz 15 yaşındaymış, 2 yıl sonra çıkmaya başlamışlar. 1999’un 27 Ağustos’unda da hayatlarını birleştirmişler. Agnese Floransa yakınlarında ki bir banliyöde lise edebiyat öğretmenliğini üstleniyor. Zaten Çağdaş İtalyan edebiyatı uzmanı. İşini çok seviyor. 12 yaşındaki Francesco, 9 yaşındaki Emanuele ve 7 yaşındaki Ester’e kusursuz annelik yapıyor.

Agnese Renzi kocası Matteo Başbakan seçildiğinde uzaktan “First Lady” olmayı tercih etti. Öncelikle öğretmenliği bırakmayı ya da ücretsiz izne çıkmayı ve Roma’ya yerleşmeyi aklına bile getirmedi. Çocuklarıyla Floransa’da kaldı. Arada bir trene atlayıp kocasının yanına gidebileceğini söyledi. Bunu yaparken de 2. mevki kompartımanda seyahat etmeye özen gösterdi. Medya ile arasına büyük mesafe koydu ve “Bana bir şey sormayın. Yanıt alamazsınız” diyerek kestirip attı. Paparazzilere yüz vermedi. Onlardan kaçmadı da. Çocuklarının, kendisinin hatta eşinin giysilerini kuru temizlemeye kendisi götürdü, getirdi görüntülendi.. Evine hizmetçi almadı, aşçıda, şoförde. Her gün kendi otomobiliyle 20 kilometre mesafedeki okuluna gitmeyi sürdürdü.

“Uzaktan First Lady” ye ilk itiraz Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano’dan geldi. Yabancıların resmi ziyaretlerinde ki resepsiyonlara Başbakan Renzi tek başına katılıyordu. Napolitano protokol gereği Agnese’nin de hazır bulunması gerektiğini anlattı. Ama Agnese sadece Papa Francesco’nun kabulünde hazır bulundu o da ailece.

Bunun dışında Floransa’da tiyatroya, sinemaya, operaya gitmeyi sürdürdü. Alış verişlerde kasa kuyruğuna girdi. Öncelik vermek isteyenleri tersledi. Başbakan Renzi’yi dış ülke gezilerine yalnız gönderdi. “Hele bu ders yılı böyle geçsin. Sonrasına bakarız” diyerek Roma yolunu kendi kendine kapattı.

Yazının Devamını Oku

Tanıdığım iki “Aziz” Papa

6 Mayıs 2014
1958 yılında İtalya’ya ilk geldiğimde Katolik dünyasının başında 12. Pius vardı.

Çok geçmeden öldü ve yerine Kardinal Angelo Giuseppe Roncalli “23. Johannes” adını alarak Vatikan’ın başına geçti. Rahmetli annemin rahmetli dayısı Raşit Şaman bana bir mektup yazarak Büyükada karakolunda görevliyken Vatikan’ın Türkiye temsilcisi Başpiskopos Roncalli ile tanıştığını ve elinden likör içtiğini gururla belirttikten sonra, “Türkleri çok sever ve vasat da olsa Türkçe konuşur hatta Türkçe dua ederdi” bilgisini verdi. O dönemde okuduğum Amerikan okuluyla Vatikan’a Papa “23. Johannes”in bizleri kabulüne gittik.

Hepimizi başını okşadığını ve aslında din farkı bulunmadığını yine hepimizin tanrının evlatları olduğumuzu söylediğini hatırlıyorum. Biraz zor hareket ediyor ve de kesik kesik konuşuyordu. Zaten birkaç ay sonra kanser hastalığından öldü. Ama “23. Johannes” 9 yıl Türkiye’de kalmasından ve çok sevilmesinden dolayı “Türk Papa” olarak tanımlandı. İtalyanlar ise onu hep “İyi Kalpli Papa” olarak andı. Mucizesi kanıtlandı ve “Aziz” payesi almaya hak kazandı.

“Demirperde’den gelen Papa” olarak bilinen Polonyalı Kardinal Karol Wojtyla bir tabuyu yıkmış “Papa dediğin İtalyan olur” ezberini bozmuştu. Hakkında çok şey söylendi ve yazıldı. KGB ajanı bile olduğundan şüphe edildi. Uzatmayalım.Aldığı “2.Jean Paul” adıyla ilk resmi gezisini ülkesi Polonya’ya, ikincisini ise Türkiye’ye yaptı. Yıl 1979’du “Milliyet” gazetesinin spor servisinde çalışıyordum. Yeni Papa henüz kimseye röportaj vermemişti. Polonya’da bile. Aklıma Vatikan Konsolosluğu’nda görevli rahmetli Monsenyör Georges Marovitch geldi.

Fikrimi açtım, “Papa asla bu başvuruyu kabul etmez. Ama İstanbul’daki son günün sabah erkenden Polonezköylü Polonyalıları kabul edecek. Aralarına girersen belki olabilir” dedi. Eşime bile söylemeden gece yarısı sevgili foto muhabiri Garbis Özatay ile Harbiye’ye gittik, Monsenyörü bulduk.

Bizi özür dileyerek bahçede yağmur altında bekletti. “Şimdi dua ediyor. Şapelden çıkınca sizi içeriye alacağım. Yanına gidersiniz gerisi sana kalmış” dedi. Garbis Özatay benden daha heyecanlıydı. Kapı camından şapelden çıkışını gördük. Monsenyör Marovitch hemen bizi içeriye aldı. Ben Papa’nın yanına gittim. Kendimi tanıttım ve spor dünyası için bir demeç rica ettim. Birden “Oooo” diye sesini yüksek çıkartarak, “Ben eskiden boks yaptım şimdi gardını al!” dedi ve benim omzuma hafifçe vurdu.

Garbis’te bu tarihi enstantaneyi ölümsüzleştirdi. Papa o demeci yazılı olarak Polonezköylüleri kabulünden sonra bana ulaştırdı. Gazeteye gittim kimseye Papa’nın bana gard aldığına inandıramadım. Ama resimler banyodan çıktıktan sonra birden dünyada üne kavuştum. “Papa’ya gard aldıran muhabir” oldum. O gece eve gittiğimde henüz yürümeyen oğlum Rehacan eşim kapıyı açınca bana doğru koşarak geldi bacaklarıma sarıldı. İki mucize yaratan ve “Aziz” mertebesine çıkacak “2. Jean Paul” galiba mucizelerinin ilk provasını İstanbul’da gerçekleşmişti.

Yazının Devamını Oku

Güle Güle Sayın Büyükelçim

25 Nisan 2014
Tam 32 yıldır Roma’da yaşıyorum. Daha önce de babam diplomat olarak görev yaptığında 9 yılım yine İtalya’da geçmişti. Eder 41 yıl...

Tabii çok büyükelçi gördüm, tanıştım. Bir de Vatikan büyükelçileri de var. Hatta bir ara Birleşmiş Milletlere bağlı FAO, Tarım ve Gıda Örgütü içinde büyükelçilerimiz olmuştu. Yani bir dönem Roma’da üç büyükelçimiz vardı aynı anda.Kısacası hepsini toplarsak 35’i geçer benim Roma’da tanıdığım ülkemizin temsilcileri.

Kimisi gerçekten çok değeriydi, kimisi iz bile bırakmadan gitti. Son büyükelçimiz Hakkı Akil’di.

Roma’ya ayak bastığı günden itibaren inanılmaz bir tempo ile Türkiye için olumlu ne gerekiyorsa canla başla gerçekleştirdi. Kendi deyimi ile kuzeydeki Bolzano’dan Sicilya Adası'nın Palermo’suna, Cenova’dan Venedik’e kadar her yere uzandı konferanslar verdi, toplantılara, etkinliklere katıldı. İtalya’nın ileri gelen siyasetçilerini, tarihçilerini, kültür adamlarını tanıdı ve sıkı dostluklar kurdu Türkiye’yi sevdirdi. Elçilikte moda defilesi bile düzenledi. Sinema dünyasına el attı. Bir başka dalda sanat elçimiz ünlü yönetmen Ferzan Özpetek ile Roma’da 'Türk Filmleri Haftası'nı hayata geçirdi. Fotoğraf ve resim sanatçılarımız için sergiler açılmasını teşvik etti. Spora golf oynayarak, İtalyan golfçülerle Antalya’ya bizzat giderek onlarla oynayarak katkı sağladı. Galatasaraylılığını hiç unutmadı. İtalyan medyası kadar Roma’da bulunan bir avuç Türk gazetecisine kucak açtı. Bugüne kadar aklımızın bile ucundan geçmeyen aylık hatta zaman zaman iki hafta da bir bizlere brifingler verdi. Elçilik ekibiyle aramızda köprü görevini gönüllü üstlendi. Basın bültenleri ile bizleri haber açısından besledi. Yine bizleri önemli konuklarının arasına kaynaştırdı. Bunu yaparken harika bir şekilde dengeledi. Sosyal ağa çok önem verdi. Gerek vatandaşlarla gerekse yabancılarla elçilik arasında çok kolay ve yapıcı iletişim kurdurdu. Eşi İnci Hanım zarifliği, her zamanki şıklığı ve hoşgörüsü, yardım severliği ve ev sahipliliği ile elçiliğimize renk kattı “Sefire Hanım” örneği ile başta yabancıların hayranlığını kazandı.

Ve Sayın Büyükelçim Hakkı Akil’in tayini çıktı. Hem de Paris’e. Belki daha önemli ve zor bir misyon için. Biz çok üzüldük kendi adımıza ama görev bu. Veda resepsiyonun da hepimiz duygulandık. Anıları tazeledik ve uğurladık Akil’leri.

“Güle güle Sayın Büyükelçim” derken doğrusu şimdi Paris Temsilcimiz Arzu Çakır Morin’i kıskanmamak elde değil diye düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

Beni ‘selfie’ ile Wenders tanıştırdı

19 Nisan 2014
Geçenlerde bir İtalyan gazetesinde ‘selfie’ ile ilgili bir haber okudum. Son bir yıl içerisinde ‘selfie’ fotoğraf çektirenlerin sayısı, sıkı durun yüzde 64 bin artmış. Ayrıca dünya genelinde günde 35 milyon ‘selfie’ de Instagram’a yüklenmiş. Sanırım bu rakam Oscar ödül töreninde bir mobil cihaz sponsor firmasının isteği üzerine sunucu Ellen DeGeneres’in sahneden inip birçok ünlü oyuncu ile birlikteki ‘selfie’sinden sonra daha da artmıştır. Anında Twitter’a konan o ünlü fotoğraf 20 milyondan daha fazla tıklandı bir ay içerisinde.

Aslında benim ilk ‘selfie’m spontane oluştu. 2008’de 65’inci Venedik Film Festivali’nde jüri başkanlığı yapan Alman yönetmen Wim Wenders ile ünlü “Des Bains” otelinde söyleşi randevum vardı.

O dönemde “Palermo Shooting”i çevirmişti. Jüri başkanı olarak bir yarışma filmini izlemeye gideceğinden ancak 10 dakika ayırabildi bana. Ne var ki birlikte gazete için fotoğrafımızın çekilmesi gerekiyordu. O an etrafımızda kimseyi bulamayınca fotoğraf çektirmek için ani bir hareketle elimdeki küçük makineyi alarak ve “Arkama geç” komutu verdikten sonra objektifi ters çevirip deklanşöre bastı. Ve benim ilk “selfie”m böyle oluştu.

Bugün “selfie” modasına en çok uyanlardan biri, Katolik dünyasının yeni ruhani lideri Papa Francesco. Sen Piyer Meydanı’nda gezdiği papa mobil araçtan sık sık inerek “selfie” fotoğraf çektiriyor inançlılarla.

Zaten Hollywood’da bile moda oldu. Kırmızı halı hangi film festivalinde yapılırsa, ünlüler hayranlarının çağrılarına uyarak yanlarına gidip ‘selfie’yi içtenlikle uyguluyorlar.

Geçenlerde İtalya’nın yeni Başbakanı Matteo Renzi Brüksel’de ilk kez katıldığı AB zirvesinde elindeki iPhone ile bütün liderlerle, hatta Angela Merkel ile bile “selfie” çektirdi.

Yazının Devamını Oku

Papa bir yılda tarih yazdı

3 Nisan 2014
Katolik Kilisesi’ni A’dan Z’ye değiştiren Arjantinli kardinal Bergoglio bir yıl önce Kardinaller Meclisi’nde (Conclave) yapılan seçimlerden Papa Francesco olarak çıkmıştı. Bir yıl boyunca sergilediği sıra dışı hareketler ve aldığı kararlar ile Katolik dünyasını kökten değiştirmesini bildi.

Papa 16’ncı Benedikt’in görevinden istifa edip “Emerit” Papa olarak Vatikan’da kalma kararından sonra Kardinaller Meclisi’nde yapılan seçimlerden sürpriz bir şekilde Papa Francesco olarak çıkan Buenos Aires Başpiskoposu Kardinal Jose Mario Bergoglio, bir yılda Kilise’de değişim rüzgarları estirdi.

Papa seçildikten sonra Sen Piyer Katedrali’nin balkonuna çıkarak kendisini görmeye ve selamlamaya gelen inançlılara, “İyi akşamlar kız ve erkek kardeşlerim” demesi Bergoglio’nun Katoliklerle çabuk kaynaşabileceğinin ilk işareti oldu.

Papa seçildikten hemen sonra bugüne kadar diğer ruhani liderlerce alınmamış “Francesco” adını kendisine yakıştıran ve bunun “Fakirliğin simgesi” olduğunu hatırlatan Bergoglio daha ilk günden sadeliği, alçak gönüllülüğü ve kararlılığı ile gönülleri fethetti.

Peki Papa Francesco bir yılda ne yaptı da Katoliklerin sevdalısı oldu?

Öncelikle şatafata son verdi. Altın ve mücevherlerle kaplı haç yerine bakırdan oluşanını taktı.

Kırmızı ayakkabı yerine “misyonerliğin” simgesi siyah klasik ayakkabı giymeye devam etti.

Seçildikten hemen sonra Vatikan’da kaldığı misyon evine, kendisini seçen kardinallerle aynı otobüsle gitti. Bir gün sonra Santa Maria Maggiore Katedrali'ne Meryem Ana’ya şükranlarını sunmak için resmi araç yerine özel bir otomobile bindi. Ardından Conclave için geldiği Roma’da kaldığı otele bizzat giderek borcunu nakit parayla ödedi.

Diğer dinlere saygı için meydanlarda haç çıkartmadı, inançlıları eliyle selamladı. Papa Mobil ile Sen Piyer Meydanı’nı gezerken sık sık indi ve özellikle çocukları kucağına alarak öptü, kutsadı. Hastaları, engellileri bağrına bastı.

Yazının Devamını Oku