- Erdoğan mı, İmamoğlu mu?
- Erdoğan mı, Mansur Yavaş mı?
Uzatmayalım, her bir aday adayının oy potansiyelini, Erdoğan’la birebir kıyaslamışlar... Anket bu.
Erdoğan mı, Akşener mi?
Erdoğan mı, Muharrem İnce mi? vs.
- En az oy kime çıkmış?
Kılıçdaroğlu’na.
Hazret, sonuncu. Ama şampiyon. Her gün şampiyon.
Vallaha hiç korkmuyordu.
Dünyada kalleşlik bitse, yenisini icat edecek kadar savaş kültürü’ne sahipti...
Avrupalı abileri gururla seyrediyordu.
***
Şunlar ne anlama gelir, Yunan’a sorup bir şeyler öğrensek mi acaba?
İnsan, vicdan, izan, merhamet.... Ne demek?
Bunlar, sınırdaki dikenli tellerde kaldı.
Demode oldu!
Ne demek bu?
İki Cumhurbaşkanı adayı daha demek.
Mevcut adayları da sayarsanız, şimdiden 10-15 aday eder.
Ciddiyetsizlik böyle başlar.
***
Gördüğünüz her parti başkanına lider derseniz olacağı buydu.
Böyle yapa yapa genel başkanlık makamını belki yüceltmek istediniz ama liderlik kavramını zedelediniz.
***
Ama daha mühimi...
Yunanistan’ın arkasındaki
AB kumaşının kalitesiyle, bir kere daha teşerrüf ettik.
- Hangi müzakere?
- Hangi diyalog?
- Hangi diplomasi?
Avrupalıymış...
Bizim köyde böyle insanlara selam bile verilmez.
Erken olsa bile diyebiliriz.
Oy sayımı, burada para etmez.
Sayısal değil, siyasal ağırlık rol oynuyor.
Her sözüne şüpheyle bakılan değil, ne söyleyeceği merak edilen siyasetçi tipi artık öne fırlıyor.
*
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını sordular.
Akşener ne dedi:
Bence sakıncası yok / Henüz vakit erken
“Ortak karar alınırsa, adaylıktan kaçamayacağını” söylemişti CHP Lideri.
Bunu söyleyeli kaç gün oldu,
3 - 5 - 7... Bilmem kaç gün?
Demek ki aday olacabileceğine dair bir ışık belirmiştir.
Çok güzel.
***
Ne beklerdiniz?
Millet İttifakı partileri, derhal CHP Genel Merkezi’ne başvurarak,
Salgının azgın gidişini belki o durdurabilir.
En azından yavaşlatabilir.
Yani Türkiye, aslında bir avantaj yakalamıştır.
Tam da zamanında...
Tam da baharla birlikte.
Ve tam da kararlı bir tavır koymaya hazırlanırken...
***
30 gün çok mühim bir süre.
Dünyada kirlenmedik tek yer orası kalmıştı, orayı da becerecekler.
Ve gözden kaçanlar
Mutad görevlerinin başına döndüler yine ABD ve Rusya.
İnsanları, kurumları, devletleri birbirlerine düşürüp kırdırırlar ama ABD-Rusya Çatışması’na hiç girmezler. Mış gibi yapıp dururlar.
***
Bunlara süper devlet diyorlar ama süperlikleri sadece sana bana karşı işliyor. Birbirlerine süperlik tasladıklarını hiç görmedik.
Bildiğiniz bir yerde var mı
Amerikan-Rus çatışması?
- Başkanlığa ister aday ol, ister olma... İster çatı ol, ister kapı-pencere.
Ne halin varsa gör ama beni kandırma. Aday olmayacağın halde mış gibi yapma. Gücüme gidiyor.
- Çünkü ben aptal değilim.
***
Bunu belki de yüzbinlerce insan adına söylüyorum.
Tekrarlayayım:
- Aptal değilim.
Değilim.
T.C. Cumhurbaşkanı için:
- Diktatör demiş.
Adama niye kızayım?
Dönüp bana dese ki:
- Sizin muhalefet lideriniz söylüyor onun bir diktatör olduğunu... Git ona kız.
***
Haklı.
İtalyan Başbakanı’nı sorgulayacak halimiz yok. Bilgisi, zekası, dağarcığı, kapasitesi ne kadarcıksa o işte...
Nasıl hesap ettiler bilmem ama isterse 20 milyon kişi dökülsün yollara...
İsterse şehir boşalsın.
Bu şehirde bizim derdimiz kalabalıklar değil.
Kuralsızlıklar.
*
Bize hayatı zindan eden odur.
- Disiplinsiz şehir.
Nüfusu 20 milyon da olsa, 10 milyona da düşse fark etmez. Biz, birbirimizin hakkına, hukukuna saygı göstermeyi,
Siyasetin her türlüsüne eyvallah...
Ama yalan söylemeyin. Yalvarırım.
*
Bir bildiri üzerinde bu kadar çeşitli felsefe yapılır mı?
- İnce siyaset...
“Seçimi kazanacağına inansaydı, darbeye niye kalkışsın?”
Kimden bahsediyor bu arkadaş? Hiç belli değil. Ama güzel konuşuyor, sesinin tonu da iyi. Epey dinleyeni var.
- Yahu bırak, yalancının biri.
Hem de daha heyecanlısını.
Buradan anlaşılıyor ki,
imza bir şey ifade etmiyor.
Yol açıkken
Bugün, hemen bugün...
Parlamenter Sistem’e dönsek.
Ve pazar günü de hemen seçim yapsak, hemen.
Ne olur? Hiç.
Bunu bir türlü aklım almıyor.
***
Aklımın almadığı başka
şeyler de var:
- Montrö ile Kanal İstanbul arasında bağlantı kurmak,
Gezi Parkı’ndaki Topçu Kışlası’yla 3’üncü köprüyü birleştirmeye benzer.
***
Niye gece yarısı?
E yüzde 100’ün Cumhurbaşkanı lafını nereden çıkarıyorsunuz? Keşke ama mümkün mü? Seçilecek olan zat, ülkenin tamamına kollarını açsa da, bilin ki yarısı boş kalacaktır. Gelmiş geçmiş en şirin, en sevimli Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i bile ülkenin yüzde 100’ü benimseyemedi.
Bilmiyorum, 16 milyon İstanbullu, İmamoğlu’yla sahiden kucaklaşıyor mu? Doğru söyleyin bana.
Eşkal
2007’de Abdullah Gül seçilirken, slogan şuydu:
- Müslüman bir Cumhurbaşkanı.
Bugün böyle bir slogana ihtiyaç kalmadı. Çünkü adayların hepsi muhafazakâr hatta mukaddesatçı insanlar..
Milliyetçilikleri de caba.
Peki, bu ne demek?
Zannedersiniz ki dünyanın en kolay mesleği.
Cumhurbaşkanı olmayı kim istemez diyerek makamı şereflendirecekler mi yoksa kendileri mi şerefyâb olacak, belli değil.
Ama normal insanlarla haddini bilmeyen insanların birbirine karıştığı muhakkak.
Bir Abdullah Gül olamadılar.
7 yıldır vakur bir şekilde kenarda bekliyor. Daha da kaç yıl bekleyebilir?
Tevazu bambaşka şey arkadaşlar.
*
Bu arada
Bundan sonrasına artık erken seçim değil, olsa olsa erkenleştirilmiş seçim diyebilirsiniz.
Deyin...
***
Bana sorsanız, adına seçim bile demem.
Çünkü seçim bir yarıştır. Bazen liyakat yarışır, bazen kadrolar ve liderler yarışır, bazen projeler yarışır, bazen siyasi tercihler... vs.
Bu böyle değil ki...
Erdoğan’ı oradan indirecek bir adam aranıyor. Hepsi bu.
Kim bu adam?
bu kadar sürekli ve süratli değiştiğini hiç görmemiştim. Tam da benim olmadığım günlere denk geldi.
Ne yapalım?
Arkada kalanlar, orada kalsın.
Biz önümüze bakalım.
Bütün mesele:
- Hangisinden başlamalı?
***
Bence kolayından başlamalı.
Püf noktası
Televizyonda dinledim.
Prof. İbrahim Kaboğlu, YSK’nın aldığı iptal kararı için “gerekçesiyle birlikte açıklanmalıydı” dedi ve anayasa maddesini işaret etti.
Bu çok iyi oldu.
Zira şimdiye kadar gerekçesi “bilâhare açıklanmak üzere” alınmış yüzlerce yargı kararını hatırlattı bize.
Ve avantaj
Gelelim esas gündeme.
Kağıt üzerinde de olsa, CHP, en az 130 bin oy avansla çıkıyor yola. Fena mı?
Sadece SP ve DSP (Küçük partileri saymıyorum) sadece bu ikisi, en az 130 bin oyluk bir jest yapıyor CHP’ye.
SP... 103 bin.
DSP... 31 bin.
Evet, marttaki rakamlar böyle.
Tabii, bu oylar cepte keklik değil. Zaten bu sebeple kağıt üzerinde diyorum. Ama şurası muhakkak ki, bu 130 bin oy, şimdi markaj altındadır... Avantaj.
***
Biraz açalım.
DSP, “kanunsuz bulduğu” kararı protesto için, aday çıkarmıyor ve bu defa seçime girmiyor. (kim ne karışır)
SP ise “aynı kanunsuz kararı” herhalde protesto etmiyor ki, o aday çıkarıyor ve seçime giriyor. (kim ne karşır)
Burayı tekrarlıyorum, dikkat:
- Biri protesto ediyor, öbürü protesto etmiyor.
- Yani, biri seçime girmiyor, öbürü giriyor.
Ama ikisi de CHP’ye yarıyor...
Görüyor musunuz, demokrasi nelere kadir.
***
Öbür taraftan da:
- CHP’nin başvurusu ne oldu?
İstanbul ilçelerinde de seçimin tekrarını istemişti ya...
Derken.... karar açıklandı: Ret.
Zaten hiç ‘çete’ye başvuru’ yapılır mıydı yahu? Orasını tam anlayabilmiş değildik.