Ramazan Şimşek

Çocuğunuzu dışarıdaki tehlikelere karşı hazırlayın

10 Nisan 2014
Artan kaçırma olaylarına karşı ailelerin dikkat etmesi gereken noktalar nelerdir?

Son olarak Kars’ta, babasına yemek götürmek için evden çıkan 9 yaşındaki Mert Aydın’ın kaçırılmasının üzerine aileler tedirginleşti. Evlilik ve Çocuk Terapisti Uzman Psikolog Ramazan Şimşek, ailelerin çocuklarını bu gibi olaylardan korumak için yapması gerekenleri sıraladı.

Ülkemizde çocuklar özellikle çocuğu olmayan ailelere para karşılığı satma, dilenmeye ya da ruh sağlığı bozuk kişilerce zarar verme amaçlı kaçırılmaktadır. Çocuk kaçırma olayından sonra devletin güvenlik güçleri olabildiğince hızlı ve koordineli bir refleks vermesi gerekiyor ama ondan daha önemli olan olayların daha az yaşanması için ailelerin alacağı tedbirler.

Çocukların kendini olabildiğince koruması için verilecek eğitimlerin çok erken yaşta başlaması gerekiyor.

    İlk olarak ebeveynler çocukların ben sınırlarına özen göstermeli. Özellikle 3 yaşından sonra izin alınarak öpülmesi, eşya ve oyuncakları için izin istenmesi, odasına girerken kapısının çalınması çocuklara ben sınırlarının öğretilmesi açısından oldukça önemlidir.3 yaşından sonra giyinirken, soyunurken, tuvalette ve banyodayken çocuğunuzun izin almasını sağlayın ki sizin de ben sınırlarınız olduğunu öğrensin.Toplumumuzda çokça gözlenen ısırarak sevmeye asla izin verilememeli. Küçük yaşlarda ısırılarak sevilen çocuklar tacize tepki vermekte zorlanmaktadır. Çünkü çocuklar bunu sevmenin bir türü olarak algılamaktadır.Yabancıların dokunmalarına izin verilmemeli. Sokakta, çarşıda, alışveriş merkezlerinde tanımadığımız kişiler küçük yaştaki çocukları sevmek amaçlı dokunma eğilimindeler. Toplumumuzda çok karşılaştığımız bu durum maalesef birçok aileye göre normal sayılmaktadır. Böyle durumlarda dokunmanın yasak olduğunu söyleyin ki çocuk da bunun normal bir davranış olmadığını öğrensin.Şiddete maruz kalan çocuklar korkmayı ve aynı zamanda tepki vermemeyi öğreniyorlar. Bu yüzden çocuklara asla şiddet uygulanmamalı.Kim olursa olsun ben sınırına müdahale eden kişilere tepki vermesi gerektiğini öğretin.Tanımadığı kişilerin hediye ya da yiyeceklerini kabul etmemesi gerektiğini mutlaka öğretin.Servisle okula giden çocukların iniş ve biniş mesafelerinin eve ve okula çok yakın olmasına dikkat edin.Güvenlik tedbirlerini almadan çocuklarınızı sokağa, parka göndermeyin.5-6 yaşlarından itibaren çocukları korkutmaya özen göstererek kaçırmalara karşı bilinçlendirin. 

Ülkemizde çocuklar özellikle çocuğu olmayan ailelere para karşılığı satma, dilenmeye ya da ruh sağlığı bozuk kişilerce zarar verme amaçlı kaçırılmaktadır. Çocuk kaçırma olayından sonra devletin güvenlik güçleri olabildiğince hızlı ve koordineli bir refleks vermesi gerekiyor ama ondan daha önemli olan olayların daha az yaşanması için ailelerin alacağı tedbirler.

Çocukların kendini olabildiğince koruması için verilecek eğitimlerin çok erken yaşta başlaması gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

İlişkiyi bitiren 10 neden

9 Nisan 2014
Fiziksel ya da psikolojik şiddetin varlığı ilişkiyi en hızlı bitiren etkenlerdendir.

Bazı ilişkiler kıskançlıktan bazıları da maddi sıkıntılardan dolayı zarar görebiliyor. Evlilik ve Çocuk Terapisti Uzman Psikolog Ramazan Şimşek, ilişkiyi bitiren en önemli 10 nedeni sıraladı.

    Aşırı kıskançlık: Kıskançlık bir ilişkinin sosudur. Az olması ilişkinin lezzetini artırır ama fazlası ilişkiyi bozmaya başlar. Kıskançlık içinde bencillik, şüphe, yetersizlik ve güvensizlik duygularını barındırır. Aşırı kıskanç davranan kişi aslında karşı tarafa sürekli “sana güvenmiyorum” mesajı gönderir. Düşük dozda kıskançlık “seni önemsiyorum” gibi algılanırken aşırı dozu önemsenmemek olarak algılanır. Kişinin hareket alanı daralır, duygu ve düşüncelerini rahat ifade edemez ve ilişki kopmaya başlar.Küçümsemek: Kişinin kendini partnerinden üstün gördüğünü belirten ifadelerdir. Küçümseme bir ilişkinin bitmesindeki en büyük belirleyicidir. “Sen anlamazsın, bir işi beceremezsin” gibi ifadelerle başlayan küçümseyici ifadeler benliğin yok sayılmasına neden olur.Duvar örmek: Duygusal alışverişin bitmesi anlamına gelir. Duvar ören çiftler birbirlerine duygusal iletiler göndermez. Paylaşımlar, cinsellik ve konuşmalar gittikçe azalır. Tartışmanın bile gereksiz olduğu düşünülür. Çiftler kendi dünyasını kurar. Araya uzun süren küslükler girer. Bir anlamda ilişkinin hazan mevsimidir.Aldatmak ve yalan söylemek: İlişkiyi bitiren nedenlerin başında gelir. Aldatmak, yalan söylemek özellikle partnerin kişiliği ve ruh sağlığı hakkında olumsuz düşüncelere neden olur. İncinmiş olmanın dışında o kişiyle geleceğe dair hiçbir plan yapmak istemezsiniz.Sorumluluk almamak: İlişki doğası gereği karşılıklı sorumluluk almayı gerektirir. Çiftler birinin sorumluluğu almaması durumunda ilişkinin yükü diğerine ağır gelmeye başlar. Bir kayıkta olduğunuzu düşünün, kayığın ilerlemesi için iki küreğinde eş zamanlı olarak çekilmesi gerekiyor. Çiftlerden biri küreği çekerken diğeri çekmediğin de kayık ilerleyemez ve kendi etrafında dönmeye başlar.Gizli gündemler: İlişkide gizli bir hesap varsa sözler ve eylemler birbiriyle uyuşmaz. Bu sorun ilişkiyi sürekli kısır döngüye sokar. Kavgaların sonu gelmez. Gizli hesapların olması er geç anlaşılır ve ilişkinin temel bağı olan güven sarsılmaya başlar.Dışarıdan müdahale edilmesi: Aile ve arkadaş gurubunun olumsuz etkisi en çok karşılaşılan müdahalelerdir. Aile bireyleri ve değer verilen arkadaşların partnerinize cephe alması, onu reddetmesi ya da hakkında sürekli olumsuz konuşulması sizi ondan soğutmaya başlar. Dışarıdan müdahaleye açık olan ilişkilerde bir türlü “biz” duygusu oluşmaz.Şiddet: Fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddetin varlığı ilişkiyi en hızlı bitiren etkenlerin başında gelmektedir.Mesafe: Çiftlerden birinin okul, askerlik ve iş gibi nedenlerden dolayı ayrı şehir ya da ülkelerde yaşamak durumunda kalması, araya uzun mesafelerin girmesi ilişkiyi bitiren nedenlerden birisidir. Gözden uzak olanın gönülden uzak olması geçerliliği hala sürdürmektedir.Maddi sıkıntılar: Özellikle ilişkinin ilerleyen zamanlarında ortaya çıkan iş kayıpları ve iflas gibi durumlar ilişkinin üzerine kara bulut gibi çöker. İlişki üzerinde yarattığı baskının gitmesi uzun zaman alır. Alışılmış olan dengeleri bozması ve elde edilen kazanımların bir anda bitmesi çiftlerin gelecek planlarını altüst etmesi bakımından önemli bir nedendir.  

Yazının Devamını Oku

Baba olmak için en ideal yaş kaç?

19 Mart 2014
Erkekler 20 yaşında biyolojik olarak baba olmaya hazır oluyorlar ama…

Erkekler baba olmaya hangi yaşta hazır oluyorlar, hangi yaş baba olmak için idealdir? Bu soruların cevabını Evlilik ve Çocuk Terapisti Uzman Psikolog Ramazan Şimşek veriyor.

Erkekler 20 yaşında biyolojik ve nörolojik açıdan baba olmaya hazırdırlar. Bu yaşta beden ve beyin matürasyonunu yani gerekli gelişimini sağlamıştır. Ama psikolojik olarak hazır mı sorusuna verilecek cevap biraz daha karmaşıktır. Aslında her yaş döneminin avantaj ve dezavantajlarına bakmak ideal yaşı bulmada bize yardımcı olabilir.

20-30 yaş “baba olabilirim” dönemi

Bu yaşlar genellikle mesleki hedeflere ulaşma ya da hayallerin peşinden gidildiği bir dönemdir. Enerjinin maddi hedeflere, karşı cinsle ilişkilere ve güç kazanmaya yoğun olarak harcandığı yaşlardır. Kadınları daha derinden tanıma çabası vardır. Bir kısmı evlenme ve çocuk sahibi olma arzusu içindedirler. Enerjik olmaları avantajdır. Kendi kişisel hedeflerine tam ulaşamamış olmaları, çalışma saatlerinin yoğun olması, daha az zaman ayırmaları, aileden destek beklemeleri, çabuk öfkelenmeleri ve kıskançlıkları ilişkilerinde en çok gördüğümüz sorunların başında gelir. 20’li yaşlarda evlenmek ve çocuk edinmek riskli olsa da 30’lara doğru riskler azalmaktadır.

30-40 yaş “artık hazırım” dönemi

Aile ve arkadaşlık ilişkilerinin, işlerin ve kişisel gelişimin daha da oturduğu yaşlardır. Hedeflerin önemli bir kısmına ulaşılmış olur. Sıra eksikliğinin hissedildiği konulara gelmiştir, özellikle de duygusal konularda. Hem biyolojik olarak enerji ve sağlığın korunduğu hem de yaşamla ilgili daha bilinçli olunan bu dönem baba olmak için en ideal dönem olarak görünmektedir.

40-50 yaş “yapmalıyım artık” dönemi

Gençliğin yavaş yavaş elden gittiği ve geç kalındığı düşünülen bir dönemdir. Evlenme ve çocuk sahibi olmada kaygıların yaşandığı bir dönemdir. Çocuğa kaliteli vakit ayırmada enerjinin düştüğü ama sabrın da artığı bir dönemdir. Yaşamla ilgili önemli eksiklikler yoksa bu dönem de ideal bir dönem olarak görünmektedir.

50 ve sonrası “geç oldu ama belki” dönemi

Biyolojik olarak rahatlıkla baba olabileceğiniz bir dönem olmasına rağmen “acaba çocuk sağlıklı olur mu, ben bu çocuğun büyüdüğünü gerebilecek miyim” gibi kaygılı düşüncelerin sarmaladığı bir dönemdir. Çocuk büyürken sağlık risklerinin artması, çocukla kuşak farkının olma ihtimali, enerjinin azalması önemli dezavantajlardır. Önceki dönemlere göre ideal görünmemekle birlikte “neden olmasın” diye düşüneceğimiz bir dönemdir.

İdeal baba yoktur, iyi baba vardır

    Gebelik döneminde anneye destek olan kişi ‘iyi baba’dır.Gocunmadan çocuğun altını değiştiren, yemek yediren, banyo yaptıran ‘iyi baba’dır.Bağırmadan, vurmadan ama anlayışlı ve tutarlı olarak eğiten ‘iyi baba’dır.“Biz babamızdan böyle mi gördük?” demeyen ‘iyi baba’dır.Her fırsatta çocuğuyla oyun oynayan ‘iyi baba’dır.Adil, dürüst, müşfik ve çalışkan olmaya çalışan ‘iyi baba’dır.Sürekli nasihat vermeyen, çocuğunun gözüne bakarak dinleyen, empati kuran ‘iyi baba’dır.Öğrenmesine ve hata yapmasına fırsat veren ‘iyi baba’dır.Gitmeyen, acil durumda her zaman yanında olan ‘iyi baba’dır.Çocuğunun annesine her zaman saygı duyan ve sevendir ‘iyi baba.’ 

Erkekler 20 yaşında biyolojik ve nörolojik açıdan baba olmaya hazırdırlar. Bu yaşta beden ve beyin matürasyonunu yani gerekli gelişimini sağlamıştır. Ama psikolojik olarak hazır mı sorusuna verilecek cevap biraz daha karmaşıktır. Aslında her yaş döneminin avantaj ve dezavantajlarına bakmak ideal yaşı bulmada bize yardımcı olabilir.

Bu yaşlar genellikle mesleki hedeflere ulaşma ya da hayallerin peşinden gidildiği bir dönemdir. Enerjinin maddi hedeflere, karşı cinsle ilişkilere ve güç kazanmaya yoğun olarak harcandığı yaşlardır. Kadınları daha derinden tanıma çabası vardır. Bir kısmı evlenme ve çocuk sahibi olma arzusu içindedirler. Enerjik olmaları avantajdır. Kendi kişisel hedeflerine tam ulaşamamış olmaları, çalışma saatlerinin yoğun olması, daha az zaman ayırmaları, aileden destek beklemeleri, çabuk öfkelenmeleri ve kıskançlıkları ilişkilerinde en çok gördüğümüz sorunların başında gelir. 20’li yaşlarda evlenmek ve çocuk edinmek riskli olsa da 30’lara doğru riskler azalmaktadır.

Aile ve arkadaşlık ilişkilerinin, işlerin ve kişisel gelişimin daha da oturduğu yaşlardır. Hedeflerin önemli bir kısmına ulaşılmış olur. Sıra eksikliğinin hissedildiği konulara gelmiştir, özellikle de duygusal konularda. Hem biyolojik olarak enerji ve sağlığın korunduğu hem de yaşamla ilgili daha bilinçli olunan bu dönem baba olmak için en ideal dönem olarak görünmektedir.

Gençliğin yavaş yavaş elden gittiği ve geç kalındığı düşünülen bir dönemdir. Evlenme ve çocuk sahibi olmada kaygıların yaşandığı bir dönemdir. Çocuğa kaliteli vakit ayırmada enerjinin düştüğü ama sabrın da artığı bir dönemdir. Yaşamla ilgili önemli eksiklikler yoksa bu dönem de ideal bir dönem olarak görünmektedir.

Biyolojik olarak rahatlıkla baba olabileceğiniz bir dönem olmasına rağmen “acaba çocuk sağlıklı olur mu, ben bu çocuğun büyüdüğünü gerebilecek miyim” gibi kaygılı düşüncelerin sarmaladığı bir dönemdir. Çocuk büyürken sağlık risklerinin artması, çocukla kuşak farkının olma ihtimali, enerjinin azalması önemli dezavantajlardır. Önceki dönemlere göre ideal görünmemekle birlikte “neden olmasın” diye düşüneceğimiz bir dönemdir.

Yazının Devamını Oku

Rüyalar ruhsal gelişime katkıda bulunuyor ama…

14 Mart 2014
Çocukların kötü rüyalar görmesi psikolojik bir sorunu mu işaret ediyor?

Evlilik ve Çocuk Terapisti Psikolog Ramazan Şimşek, rüyaların çocukların ruhsal gelişimine katkıda bulunduğunu belirtti. Peki, kötü rüyalar hangi noktada psikolojik bir sorun olarak ele alınmalı?

Normalde çocuklar rüyalardan hoşlanır ve rüyaların psikolojik olarak iyileştirici etkileri bilinmektedir. Çocukların ruhsal gelişimine paralel olarak rüya içerik ve yapıları değişiklik gösterir. 2 yaşından sonra rüya görmeye başlayan çocuklar rahatsız edici rüyaları en çok 2 ve 10 yaşlar arasında görürler.

En sık rastlanan rahatsız edici rüyalar zarar verirci hayvanlar ve kötü insanlar şeklindedir. Beş ya da altı yaşlarında öldürme, yaralanma, uçma, arabada olma ve hayaletlerin olduğu rüyalar vardır. Çocuk zihni özellikle 7 yaşına kadar gerçek olan ile hayal edilen arasındaki farkı bilemediği için rüyalarında gördüklerini gerçek zannederler. Bu nedenle korkuları daha artar ve uyumayı reddedebilirler.

Rahatsız edici uyku sorunları 2 başlık altında değerlendirebiliriz:

Gece terörü

Nadiren görülür. 2 yaşını tamamladıktan sonra görülmeye başlanır. Gece çocuk yatağında ağlar, gözleri donuk bir şekilde bakar, korkmuş bir yüz ifadesi vardır. Genelde çevresini tanımaz, terlemiştir ve nabzı yüksek atar. Genellikle bir kaç dakika sürer ve sonra çocuk tekrar uyur. Sabah uyandığında, çocuk gece olanları hiç hatırlamaz. Genellikle 5-6 yaşlarına doğru azalarak kaybolur. Bunu yaşayan çocuk için psikolojik ve ruhsal açıdan sıkıntılıdır demek yanlış olmaz. Bu tabloya benzer bir durumla karşılaşıldığında uzman desteği alınmalıdır.

Sıkıntılı rüyalar

Çocukların % 30-35’inde olur. 2 yaşını tamamladıktan sonra görülür. Çocuk uyanır, ağlar, bağırır, yardım ister. Gece teröründen farklı olarak sabah hatırlanır. Özellikle çocuğun gündelik yaşantısında yoğun sıkıntı veren bir olaylar olduğunda görülür. Ebeveynler arasındaki yoğun çatışma, çocuğun şiddet görmesi, korku, tuvalet, yeme içme gibi konularda gösterilen aşırı baskı en çok görülen nedenlerdir. Bu tür rüyalar gören çocuklar korkmuş vaziyette uyanır ve genelde anne-babasının yatağına gider, orada uyumaya devam eder. Gece terörü psikolojik bir rahatsızlık iken sıkıntılı rüyalar daha çok gün için yaşanan sıkıntıların rüyaya yansımasıdır.

Kötü rüya yüzünden uyumayı reddeden çocuklar için neler yapılabilir?

    Bu yaşa döneminde çocuklar için güvende olma duygusu ölüm-kalım kadar önemlidir. Ebeveynler çocuklarını güvende hissettirmek için her konuda mutlaka gerçeği söylemelidir. “Böyle yaparsan senin annem olmam, giderim annesiz kalırsın, ayrılsam da kurtulsam” gibi gerçeği ifade etmekten çok tehdit ve kızgınlık içeren bu cümleleri çocuk gerçek gibi algılar ve çok korkar.Özellikle 2 yaşından itibaren aynı saatlerde, aynı yerde, aynı şekilde uykuya geçmelerini sağlamak son derece önemlidir.Hafif düzeyde bir ışık ve dinlendirici bir melodinin olması çocuğu sakinleştirir, uykuya geçişi kolaylaştırır.Uyku öncesi olumlu hikayelerin anlatılması uyku kalitesini de olumlu etkiler.Küçük yaşlardan itibaren tek başına yatırılması uyku gelişimini olumlu etkiler.Gece ağlamaları ya da gece terörü yaşandığında “güvendesin, yanındayım” sözleriyle onu sakinleştirin.Özellikle korktukları bir nesne, canlı, kişi ya da hayali bir varlık varsa bir uzmandan destek alın. Çünkü korkular rüyaları çok etkiler.Anne-baba çocukla ne kadar çok oyun oynarsa uykuya etkisi de o kadar olumlu olmaktadır.

Unutmayın ki anne ve baba arasındaki sevgi, saygı ve paylaşımın olduğu aile ortamı çocuk açısından en huzurlu ortamdır.  

Normalde çocuklar rüyalardan hoşlanır ve rüyaların psikolojik olarak iyileştirici etkileri bilinmektedir. Çocukların ruhsal gelişimine paralel olarak rüya içerik ve yapıları değişiklik gösterir. 2 yaşından sonra rüya görmeye başlayan çocuklar rahatsız edici rüyaları en çok 2 ve 10 yaşlar arasında görürler.

En sık rastlanan rahatsız edici rüyalar zarar verirci hayvanlar ve kötü insanlar şeklindedir. Beş ya da altı yaşlarında öldürme, yaralanma, uçma, arabada olma ve hayaletlerin olduğu rüyalar vardır. Çocuk zihni özellikle 7 yaşına kadar gerçek olan ile hayal edilen arasındaki farkı bilemediği için rüyalarında gördüklerini gerçek zannederler. Bu nedenle korkuları daha artar ve uyumayı reddedebilirler.

Rahatsız edici uyku sorunları 2 başlık altında değerlendirebiliriz:

Nadiren görülür. 2 yaşını tamamladıktan sonra görülmeye başlanır. Gece çocuk yatağında ağlar, gözleri donuk bir şekilde bakar, korkmuş bir yüz ifadesi vardır. Genelde çevresini tanımaz, terlemiştir ve nabzı yüksek atar. Genellikle bir kaç dakika sürer ve sonra çocuk tekrar uyur. Sabah uyandığında, çocuk gece olanları hiç hatırlamaz. Genellikle 5-6 yaşlarına doğru azalarak kaybolur. Bunu yaşayan çocuk için psikolojik ve ruhsal açıdan sıkıntılıdır demek yanlış olmaz. Bu tabloya benzer bir durumla karşılaşıldığında uzman desteği alınmalıdır.

Çocukların % 30-35’inde olur. 2 yaşını tamamladıktan sonra görülür. Çocuk uyanır, ağlar, bağırır, yardım ister. Gece teröründen farklı olarak sabah hatırlanır. Özellikle çocuğun gündelik yaşantısında yoğun sıkıntı veren bir olaylar olduğunda görülür. Ebeveynler arasındaki yoğun çatışma, çocuğun şiddet görmesi, korku, tuvalet, yeme içme gibi konularda gösterilen aşırı baskı en çok görülen nedenlerdir. Bu tür rüyalar gören çocuklar korkmuş vaziyette uyanır ve genelde anne-babasının yatağına gider, orada uyumaya devam eder. Gece terörü psikolojik bir rahatsızlık iken sıkıntılı rüyalar daha çok gün için yaşanan sıkıntıların rüyaya yansımasıdır.

Unutmayın ki anne ve baba arasındaki sevgi, saygı ve paylaşımın olduğu aile ortamı çocuk açısından en huzurlu ortamdır.  

Yazının Devamını Oku

Kim başlattı diye sormayın!

7 Mart 2014
Kardeş kıskançlığına aileler nasıl müdahale etmeli?

Kardeş kıskançlığının doğal bir duygu olduğunu ve mutlaka yaşandığını belirten Çocuk ve Evlilik Terapisti Uzman Psikolog Ramazan Şimşek, ailelerin kardeş kıskançlığına müdahale ederken dikkat etmesi gereken noktaları sıraladı.

Çocuğa annenin geçireceği evreler, hastane süreci, doğum ve sonrası iyice anlatılmalı ki çocuk “kardeşim yüzünden annem zarar görüyor” diye düşünmesin. Yeni doğacak bebeğin odasının birlikte hazırlanması, bazı eşya ya da araçlarının birlikte alınması yeni çocuğu kabul açısından son derece yararlıdır. Doğacak bebeği beklerken abartı ve gösterişten uzak durulmalı.

Doğum şaşkınlığı

Büyük olan çocuk özellikle 0-6 dönemindeyse annenin hastanede geçirdiği süreç son derece kaygılı ve meraklı bir şekilde takip edilir. Bu konuda bilgilendirilen çocuk rahat olur. Doğum sonrası ikinci bir faktör olan çevre işin içine girer. Yeni doğan bebeği tebrik etmeyen yakınlar konu hakkında mutlaka bilgilendirilmeli. “Artık senin pabucun dama atıldı, her şeyin küçüğü daha güzeldir” gibi ifadeler yıkıcı kıskançlığın ilk tohumlarını atar. Yeni doğan bebeğe abartılı davranışlardan mutlaka kaçınılmalı.

Doğum sonrası

Doğum sonrasında eve sık sık misafirlerin gelip gideceği, annenin hem yorgun olacağı hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı anlatılmalıdır. Küçük bir bebeğin emzirme gibi temel ihtiyaçlarının olacağı ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği çocuğa uygun bir dille anlatılmalı.

Çocuklar büyüdükçe kavgalar da artıyor

Çocuklar büyüdükçe paylaşım artacağı gibi çocuklar arasında çatışmalar da hız kazanacaktır. İşte bu dönemde ebeveynlerin asla kullanmaması gereken bazı cümleler devreye giriyor;

    O daha çok küçükSen abisin ya da sen ablasın

Bu cümleler büyük çocuk tarafından “ben sevilmiyorum” gibi algılanıyor ve çocuk büyük olmanın kötü bir şey olduğunu düşünerek bebeksi ya da zarar verici davranışlara yönleniyor.Yeni doğan bebekle birlikte büyük olan çocuğa ayrılan zaman mecburen azalıyor. Bunu telafi etmek için en doğru yol, büyük çocukla daha kaliteli ve doyurucu vakit geçirmektir. Burada babalara daha fazla iş düşmektedir.

Ailelerin dikkat etmesi gereken noktalar

    Her sorunda araya girmeniz ikisi tarafından da diğerinin kayrıldığını düşündürür. Kardeşler arasında olan ufak sataşmalara müdahale etmeyin ki sorunu aralarında çözmeyi öğrensinler. Birbirine zarar verici şekilde kavga ederlerse onları ayırın, “kim başlattı” diye sormayın. Verecekseniz ikisine de ceza verin.Her ne olursa olsun kıyaslama ve karşılaştırma yapmayın. “Seni de onun kadar seviyoruz” cümlesinde bile bir kıyas vardır. Bu konuda daha dikkatli olmaya çalışın.Çocuklar anne ve babaların ses tonlarından bile etkilenir. Ebeveynlerin yeni doğan bebekle aşırı yumuşak ve ince bir ses tonuyla konuşması, büyük olanla daha kalın bir ses tonuyla konuşması çocuklar tarafından çok olumsuz algılanıyor.Büyük olan kıskanmasın diye söylenen ama gerçekçi olmayan ifadelerden kaçının. “Ne kadar yaramaz bu bebek sürekli ağlıyor” gibi inandırıcı olmayan ifadeler kandırılma gibi algılanır.“Bebek” yerine ismini kullanın. “Benim oğlum, kızım” yerine “bizim” kelimesini kullanın.Eğer büyük olan çocukla aynı odada yatıyorsanız doğumla birlikte oda değişimine gitmeyin. Kreşe gitmiyorsa doğumla birlikte kreşe başlatmayın. Biraz zaman geçmesini bekleyin aksi takdirde çocuk istenilmediğini düşünür.Eşya ve oyuncak alımında eşit olmak zordur ama olabildiğince adil olmaya çalışın.Daha önceden yasak olan bazı davranışlara çocuk kıskanıyor diye izin vermeniz, çocuğun daha çok hırçınlaşmasına neden olur. Diyelim ki vurmanın yasak olduğunu söylediniz, kardeşi doğduktan sonra çocuğun vurmasına izin veriyorsanız çocuk bunu algılar ve daha hırçınlaşır. Önceki sağlıklı kurallarınıza mutlaka devam edin.Kullanmıyor diye büyük olanın giysilerini ya da oyuncaklarını küçük olana hemen vermeyin. Müsaade isteyin, vermezse anlayışla kabul edin. İzin almadan verilen eşyalar savaş sebebi olmaktadır. Öfkesini küçük olandan çıkarır.Ne kadar çok birlikte etkinlik yapılırsa, oyun oynanırsa o kadar birbirlerine yaklaşırlar. Paylaşımlarını ve birbirine yardımlarını artırabileceğiniz ortamlar yaratmaya çalışmanız kıskançlık duygularını azaltacağı gibi kardeşlik bağlarını kuvvetlendirecektir.  

Çocuğa annenin geçireceği evreler, hastane süreci, doğum ve sonrası iyice anlatılmalı ki çocuk “kardeşim yüzünden annem zarar görüyor” diye düşünmesin. Yeni doğacak bebeğin odasının birlikte hazırlanması, bazı eşya ya da araçlarının birlikte alınması yeni çocuğu kabul açısından son derece yararlıdır. Doğacak bebeği beklerken abartı ve gösterişten uzak durulmalı.

Büyük olan çocuk özellikle 0-6 dönemindeyse annenin hastanede geçirdiği süreç son derece kaygılı ve meraklı bir şekilde takip edilir. Bu konuda bilgilendirilen çocuk rahat olur. Doğum sonrası ikinci bir faktör olan çevre işin içine girer. Yeni doğan bebeği tebrik etmeyen yakınlar konu hakkında mutlaka bilgilendirilmeli. “Artık senin pabucun dama atıldı, her şeyin küçüğü daha güzeldir” gibi ifadeler yıkıcı kıskançlığın ilk tohumlarını atar. Yeni doğan bebeğe abartılı davranışlardan mutlaka kaçınılmalı.

Doğum sonrasında eve sık sık misafirlerin gelip gideceği, annenin hem yorgun olacağı hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı anlatılmalıdır. Küçük bir bebeğin emzirme gibi temel ihtiyaçlarının olacağı ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği çocuğa uygun bir dille anlatılmalı.

Çocuklar büyüdükçe kavgalar da artıyor

Çocuklar büyüdükçe paylaşım artacağı gibi çocuklar arasında çatışmalar da hız kazanacaktır. İşte bu dönemde ebeveynlerin asla kullanmaması gereken bazı cümleler devreye giriyor;

Bu cümleler büyük çocuk tarafından “ben sevilmiyorum” gibi algılanıyor ve çocuk büyük olmanın kötü bir şey olduğunu düşünerek bebeksi ya da zarar verici davranışlara yönleniyor.

Yazının Devamını Oku

Çocuklar neden yetersizlik duygusu yaşar?

25 Şubat 2014
Mükemmeliyetçi ebeveynler, çocukların öz güvenini zedeliyor.

Kendine güvenmeyen, başarılı olacağına inanmayan çocukların yetersizlik duygusu yaşıyor olabileceğini vurgulayan Çocuk Terapisti Uzmanı Ramazan Şimşek, çocuklarda yetersizlik duygusunun nedenlerini ve bununla baş etme yollarını anlattı.

“Ben bu konuyu öğrenemem, ben bu işi yapamam, kendime güvenmiyorum, ya arkadaşlarım eleştirirse, ya annem-babam beğenmezse…” cümlelerini sık sık duyuyorsanız çocuğunuz büyük olasılıkla yetersizlik duygusu yaşıyordur.

Yetersizlik kaygısının yaşanması genel anlamda güven duygusuyla ilişkilidir. Bu duyguları yaşayan ve bu şekilde düşünen çocukları incelediğimizde en çok karşılaştığımız nedenler şunlardır;

Aşırı kaygılı ebeveyn tutumları

Eğer ebeveynlerden birisi sürekli kötü şeylerin olacağı endişesi yaşıyorsa bu endişe çocuklara da bulaşıyor. Çocuklar bir anlamda negatifi düşünmeyi ebeveynlerinden öğreniyorlar. “Hastalanacak, yeterince büyümeyecek, yeterince başarı olamayacak” ebeveynlerin en çok yaşadığı kaygıların başında geliyor.

Aşırı koruyucu ebeveyn tutumları

Kaygılı ebeveyn tutumlarına paralel olarak gelişen, ilaveten içinde “bağımlığı” da içeren durumdur. Bu tutumda olan anne ve babalar; çocuk üzülmesin, çocuk yorulmasın diye hemen her şeyi onun adına yaparlar. Örneğin 4-5 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala yemeği onlar yedirir, 6-7 yaşına gelmiş olmalarına rağmen ayakkabısını onlar giydirir, elbiselerini onlar çıkarır. Buna benzer yaklaşımlar çocuğun özellikle ince kas becerilerinin geç gelişmesine neden olur. Zaten her şeyi anne-babası yapıyordur, çocuğun yapmasına gerek kalmaz. Çocuk “nasılsa annem ya da babam yapar” deyip kendini geliştirmez. Geliştirmeyen çocuk git gide anne ve babaya bağımlı hale gelir.

Mükemmeliyetçi ebeveyn tutumları

Bu tür ebeveynlerin sloganı “her zaman en iyisi olmasın” cümlesidir. Aslında ebeveynlerin çoğu bu cümleyi açıkça söylemez. Bunu bazen çocuğu başkalarıyla kıyaslayarak, çocuğu aşırı överek ya da yüksek hedefler koyarak dolaylı yoldan yaparlar. Mükemmeliyetçiliğin altında yetersizlik duyguları yatar.

Kusurluluk inancı

Doğuştan ya da sonradan oluşan engel, akademik başarısızlıklar ve yoğun eleştiriler sonrası oluşur. Çocuğun kendisi ya da çevresi sürekli akranlarıyla kıyas yaparak arada olumsuz yönde açık bir fark olduğunu gözlemler. Bunun sonucunda çocuk “kusurlu ve eksik” olduğuna güçlü bir şekilde inanır. Bu inanç oldukça dirençlidir ve yetişkin yaşlarda da devam eder.

Çocukluk depresyonu

Bu ifade her ne kadar tartışmalı olsa da önemli kayıplar sonrası oluşan ruhsal durumu anlatmaya çalışır. Anne ya da baba kaybı, deprem gibi afetler sonrası evini, arkadaşlarını kaybeden çocuk içine kapanmaya başlar. Kayıplar sonrası yaşanan yoğun değersizlik hisleri aynı zamanda yetersizlik hislerine neden olur.

Yetersizlik duygusu ile nasıl baş edilir?

    Çocuğunuza her ne olursa olsun gerçeği ve doğruyu ifade edin. Bu onun size ve kendine güven duymasına yardımcı olur.Çocuğunuza abartılı övgülerde bulunmayın, performansı ve durumu hakkında gerçekçi bir değerlendirme yapın. Böylece neyi doğru ve neyi yanlış yaptığı hakkında bilgisi olsun.Başarılarını, yaptıklarını görün ve tebrik edin.Onun kişiliği ile performansını ayırın. Performansının yüksek olması onu iyi bir insan, düşük olması da kötü bir insan yapmaz.Onu olduğu gibi kabul edin. Sevginize koşul koymayın ve sevginizle tehdit etmeyin. Onun kişiliği her zaman biricik ve tektir.Onun sağlığı, öğrenmesi, korunması hakkında aşırı kaygılıysanız bir uzmandan kaygınızı yönetme konusunda destek alın.Evde yapabileceği işler vermeniz, yardım istemeniz onun yeterlilik duygusunu artırır.Yapabileceği, becerebileceği işleri kendi başına yapmasına müsaade edin ki bu zevki yaşasın. Hataların doğal olduğunu ve her insanın yapabileceğini onunla paylaşın.Yaşadığı her soruna müdahale etmeyin, onun neler yapabileceğini gözleyin, biraz bekleyin ki problem çözme becerilerinin ortaya çıkmasına fırsat verin.Olumlu model olun. Özellikle eşler arası güvene, saygı ve sevgiye dayalı ilişkiler çocukların öz güvenini, yeterlilik duygusunu artırır.Yetersizlik duygusu ile baş etmekte zorlanırsanız bir uzmandan destek alın.

“Ben bu konuyu öğrenemem, ben bu işi yapamam, kendime güvenmiyorum, ya arkadaşlarım eleştirirse, ya annem-babam beğenmezse…” cümlelerini sık sık duyuyorsanız çocuğunuz büyük olasılıkla yetersizlik duygusu yaşıyordur.

Yetersizlik kaygısının yaşanması genel anlamda güven duygusuyla ilişkilidir. Bu duyguları yaşayan ve bu şekilde düşünen çocukları incelediğimizde en çok karşılaştığımız nedenler şunlardır;

Eğer ebeveynlerden birisi sürekli kötü şeylerin olacağı endişesi yaşıyorsa bu endişe çocuklara da bulaşıyor. Çocuklar bir anlamda negatifi düşünmeyi ebeveynlerinden öğreniyorlar. “Hastalanacak, yeterince büyümeyecek, yeterince başarı olamayacak” ebeveynlerin en çok yaşadığı kaygıların başında geliyor.

Kaygılı ebeveyn tutumlarına paralel olarak gelişen, ilaveten içinde “bağımlığı” da içeren durumdur. Bu tutumda olan anne ve babalar; çocuk üzülmesin, çocuk yorulmasın diye hemen her şeyi onun adına yaparlar. Örneğin 4-5 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala yemeği onlar yedirir, 6-7 yaşına gelmiş olmalarına rağmen ayakkabısını onlar giydirir, elbiselerini onlar çıkarır. Buna benzer yaklaşımlar çocuğun özellikle ince kas becerilerinin geç gelişmesine neden olur. Zaten her şeyi anne-babası yapıyordur, çocuğun yapmasına gerek kalmaz. Çocuk “nasılsa annem ya da babam yapar” deyip kendini geliştirmez. Geliştirmeyen çocuk git gide anne ve babaya bağımlı hale gelir.

Bu tür ebeveynlerin sloganı “her zaman en iyisi olmasın” cümlesidir. Aslında ebeveynlerin çoğu bu cümleyi açıkça söylemez. Bunu bazen çocuğu başkalarıyla kıyaslayarak, çocuğu aşırı överek ya da yüksek hedefler koyarak dolaylı yoldan yaparlar. Mükemmeliyetçiliğin altında yetersizlik duyguları yatar.

Doğuştan ya da sonradan oluşan engel, akademik başarısızlıklar ve yoğun eleştiriler sonrası oluşur. Çocuğun kendisi ya da çevresi sürekli akranlarıyla kıyas yaparak arada olumsuz yönde açık bir fark olduğunu gözlemler. Bunun sonucunda çocuk “kusurlu ve eksik” olduğuna güçlü bir şekilde inanır. Bu inanç oldukça dirençlidir ve yetişkin yaşlarda da devam eder.

Bu ifade her ne kadar tartışmalı olsa da önemli kayıplar sonrası oluşan ruhsal durumu anlatmaya çalışır. Anne ya da baba kaybı, deprem gibi afetler sonrası evini, arkadaşlarını kaybeden çocuk içine kapanmaya başlar. Kayıplar sonrası yaşanan yoğun değersizlik hisleri aynı zamanda yetersizlik hislerine neden olur.

Yazının Devamını Oku

Gençler neden hayvanlara zarar veriyor?

12 Şubat 2014
Psikolog Ramazan Şimşek’ten konuyla ilgili önemli açıklamalar…

Üniversite öğrencisi bir gencin evinde beslediği kediyi vahşice öldürmesi ve görüntülerini sosyal medyada paylaşması ile gence tepkiler çığ gibi büyüdü. Bu olayın psikolojik boyutunu inceleyen Psikolog Ramazan Şimşek, konuyla ilgili önemli açıklamalar yaptı.

Vakanın faili olan kişi ve olay değerlendirirken içinde bulunduğu gelişim dönemini de göz önünde bulundurarak açıklamak önemli. Kişi yetişkin ve üniversite öğrencisi, bu durumda açıkça "ruh sağlının bozuk" olduğu söylenebilir. Psikoloji alanında bu davranış "psikopatalojik davranış" yani psikolojik olarak hastalıklı olan bir davranış olarak ifade edilir.

Böyle psikolojik bir durum neden ortaya çıkar?

Bu durumun çeşitli sebepleri vardır;

    Antisosyal kişilik bozukluğu: Kişinin kendine, canlılara, çevresine özellikle de toplumsal ve sosyal kabul gören değerlere zarar verme eğilimi şeklinde ortaya çıkan bozukluktur. Bu kişilerde uyuşturucu madde kullanımı da yaygındır.Davranım bozukluğu: Bu terim daha çok çocuklar için kullanılır ve en bilinen belirtilerinden biri de hayvanlara eziyet ve işkence etmektir. Bunun da altında özellikle şiddete maruz kalan çocuk vardır. Dürtülerini kontrol etmekte çok zorlanırlar.Kötüye kullanılma şeması: Küçük yaşlarda en yakını olan kişilerce özelikle de baba tarafından uygulanan fiziksel ve psikolojik taciz ya da bildiği, tanıdığı biri tarafından cinsel tacize maruz kalma sonrası oluşan bir kişilik örüntüsüdür.Paranoid şizofreni: Son olarak bu tür eğilimlerin görüldüğü bir başka bozukluk da şizofreninin "paranoid" tipidir. Bu alt tipte olan kişilerde şiddet, işkence, vahşet ve öldürme eğilimleri görülür. Ancak bu tipler genellikle bunları hayvanlardan ziyade insanlara uygulama eğilimindedirler.

Tüm bunların altında yatan faktörler nelerdir?

    Kişinin geçmişinde özellikle de baba tarafından şiddet uygulanması,Anne ve babası tarafından sevilmemiş, aşağılanmış ya da dışlanmış olması,Psikolojik, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış olması,Çocukluğunda yoğun "korku" yaşamış ya da "korkutulmuş" biri olması,Çocukluk döneminde güven ve sevgi duygusunun ciddi anlamda sarsılmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu sıkıntılar, bu olayda psikolojik bir savunma mekanizması olan ve “ben çok farklıyım ve marjinalim” şeklinde ortaya çıkmasıdır.

Bireysel olarak kişinin acilen psikoloji ve psikiyatri kliniklerine yönlendirilmesi ve takibinin yapılması gerekir. Ardından hukuki işlemler başlatılmalı ve medya tarafından görüntülerin paylaşılmaması önemlidir. 

Vakanın faili olan kişi ve olay değerlendirirken içinde bulunduğu gelişim dönemini de göz önünde bulundurarak açıklamak önemli. Kişi yetişkin ve üniversite öğrencisi, bu durumda açıkça "ruh sağlının bozuk" olduğu söylenebilir. Psikoloji alanında bu davranış "psikopatalojik davranış" yani psikolojik olarak hastalıklı olan bir davranış olarak ifade edilir.

Bu durumun çeşitli sebepleri vardır;

Bu sıkıntılar, bu olayda psikolojik bir savunma mekanizması olan ve “ben çok farklıyım ve marjinalim” şeklinde ortaya çıkmasıdır.

Bireysel olarak kişinin acilen psikoloji ve psikiyatri kliniklerine yönlendirilmesi ve takibinin yapılması gerekir. Ardından hukuki işlemler başlatılmalı ve medya tarafından görüntülerin paylaşılmaması önemlidir. 

Yazının Devamını Oku

Evli kişileri daha mı çekici buluyorsunuz?

23 Aralık 2013
Dikkat, terk edilme korkusu yaşıyor olabilirsiniz.

Evli veya boşanmış kişileri daha çekici bulmanın temelinde terk edilme korkusunun yattığını belirten Evlilik ve Çocuk Terapisti Psikolog Ramazan Şimşek, bu korkunun nedenlerini sırladı.

Evli erkekler ve kadınları daha mı çekici buluyorsunuz? Boşanmış kişilere karşı ayrı bir ilginiz mi var? Turistlere karşı farklı bir heyecan mı duyuyorsanız? Özellikle işkoliklerin sizi mıknatıs gibi çektiğini fark ettiniz mi? Eğer bu sorulardan sadece birine bile “evet” yanıtını veriyorsanız “terk edilme korkusu” yaşıyor olma ihtimaliniz çok yüksek.

Yaşamın ilk yıllarında anne ve babaya bağlanma çocuk için güven duygusunun temelidir hatta ölüm-kalım meselesidir. Bebekler hayatta kalmak için tamamıyla annelerine muhtaçtır ve eğer bir bebek annesini kaybederse genelde ölür. Bebekler, annelerinden ayrılmayı engelleyecek şekilde davranmaya hazırlıklı doğar. Ebeveyne bağlanma bir şekilde sekteye uğradığında, kopma ya da kopma olasılığı olduğunda çocuğun güven duygusu temelden sarsılır. “Kaygı-üzüntü-öfke” döngüsüne giren çocuk kendini sakinleştiremez ve yoğun bir terk edilme korkusu yaşar.

Terk edilme korkusunun temeli

    Çok küçük bir yaşta ebeveyn kaybının olmasıBir ebeveynin uzun süre hastanede kalmış olmasıKüçük yaşta anne babanın boşanmış olmasıSürekli kavga eden bir anne babaKüçük yaşta yatılı bir okula gitmekAnne babanın aşırı korumacı olmasıÇok soğuk bir ebeveynin olması terk edilme korkusunun temelini oluşturur.

Anne ve babaya bağlanmış olmanın acısını derinden hisseden çocuklar büyüdüklerinde bağlanma duygusuna karşıt tepki olarak bu savunma mekanizmasını geliştirir. “En iyisi hiç bağlanmamak, kimseye güven olmaz” gibi çekirdek inanç geliştirilmesi de bu yüzdendir. Hatta bu korkuyu yaşayanlar karşı cinse bağlanmayı “özgürlüğün elden gitmesi” olarak görürler. “Bekarlık sultanlıktır” deyişi bir anlamda onların mottosudur. Bu söz evlenme/bağlanma korkusuna karşı geliştirilen bir mekanizmadır.

Aslında siz tutarlı bir ilişki yaşamak için hiç ümit vaat etmeyen insanlar değil, daha çok tutarlılık için “birazcık” ümit veren insanlardan etkileniyorsunuz. Ümit ve şüphe karışımı içinde size bir şeyler sunanlarla ilgileniyorsunuz. Dengesiz aşklar size tanıdık gelir, iyi bildiğiniz bir şeydir.

Sizin gerçekten yanınızda olmayan insanları seçmeniz, çocuklukta terk edilmenizi tekrardan etkinleştirmeye devam ettirdiğinizi onaylar. Duygusal ilişkilerde hissedilen yalnızlık boşuna değildir.

Evli erkekler ve kadınları daha mı çekici buluyorsunuz? Boşanmış kişilere karşı ayrı bir ilginiz mi var? Turistlere karşı farklı bir heyecan mı duyuyorsanız? Özellikle işkoliklerin sizi mıknatıs gibi çektiğini fark ettiniz mi? Eğer bu sorulardan sadece birine bile “evet” yanıtını veriyorsanız “terk edilme korkusu” yaşıyor olma ihtimaliniz çok yüksek.

Yaşamın ilk yıllarında anne ve babaya bağlanma çocuk için güven duygusunun temelidir hatta ölüm-kalım meselesidir. Bebekler hayatta kalmak için tamamıyla annelerine muhtaçtır ve eğer bir bebek annesini kaybederse genelde ölür. Bebekler, annelerinden ayrılmayı engelleyecek şekilde davranmaya hazırlıklı doğar. Ebeveyne bağlanma bir şekilde sekteye uğradığında, kopma ya da kopma olasılığı olduğunda çocuğun güven duygusu temelden sarsılır. “Kaygı-üzüntü-öfke” döngüsüne giren çocuk kendini sakinleştiremez ve yoğun bir terk edilme korkusu yaşar.

Anne ve babaya bağlanmış olmanın acısını derinden hisseden çocuklar büyüdüklerinde bağlanma duygusuna karşıt tepki olarak bu savunma mekanizmasını geliştirir. “En iyisi hiç bağlanmamak, kimseye güven olmaz” gibi çekirdek inanç geliştirilmesi de bu yüzdendir. Hatta bu korkuyu yaşayanlar karşı cinse bağlanmayı “özgürlüğün elden gitmesi” olarak görürler. “Bekarlık sultanlıktır” deyişi bir anlamda onların mottosudur. Bu söz evlenme/bağlanma korkusuna karşı geliştirilen bir mekanizmadır.

Aslında siz tutarlı bir ilişki yaşamak için hiç ümit vaat etmeyen insanlar değil, daha çok tutarlılık için “birazcık” ümit veren insanlardan etkileniyorsunuz. Ümit ve şüphe karışımı içinde size bir şeyler sunanlarla ilgileniyorsunuz. Dengesiz aşklar size tanıdık gelir, iyi bildiğiniz bir şeydir.

Sizin gerçekten yanınızda olmayan insanları seçmeniz, çocuklukta terk edilmenizi tekrardan etkinleştirmeye devam ettirdiğinizi onaylar. Duygusal ilişkilerde hissedilen yalnızlık boşuna değildir.

Yazının Devamını Oku