Ne obez olun ne anoreksik

Şunu unutmayın, ideal kilo değil sağlıklı kilo önemli.

Haberin Devamı

Bunu bulmanın tek yolu da BKİ yani ‘Beden Kitle İndeksi’ni belli bir oranda tutmak. Peki bu oran ne olmalı ve bunu nasıl sağlayacağız?

 

Kİlo takıntısı olan, ille de “ideal kilomda olacağım” diye tutturup hayatının tadını, tuzunu kaçıranlar.


Yapmayın! Yanlışta lütfen ısrar etmeyin!


“İdeal kilo” diye bir şey yok! Yok, zira her yaş, cins, boypos ve genetik yapının farklı bir “kilo aralığı” var. Bu “makul” aralığa “sağlıklı kilo aralığı” deniyor. Bunu belirlerken de “terazinin yazdığı”na değil, “BKİ değerleri” ve “bel çevresine” bakılıyor. BKİ sayesinde de “İDEAL KİLO” değil, “SAĞLIKLI KİLO” kavramı kullanılıyor. Peki nedir bu BKİ denilen şey? Buyurun…

 

Haberin Devamı


BKİ’NİZ 25’İ AŞMAMALI


BKİ, “Beden Kitle İndeksi” deyiminin kısaltılmışı (Nasıl hesaplandığını yanda bulacaksınız).


Kilo konusunda prensip olarak önce bu değerlendirmeyi yapıyoruz:


BKİ’si 20-25 arasında olanları normal, 25-30 arasında olanları hafif şişman, 30-35 arasındakileri şişman (obez) olarak tanımlıyor, “aman dikkat” diyoruz.


35’ten sonrası ise çok daha tehlikeli. Sorunlar (mekanik ve metabolik problemler) en çok da bu aralıkta başlıyor. 35-40 arasındakileri “çok şişman”, 40 ve üzerindekileri ise “morbit şişman” yani “hastalık derecesinde obez” olarak değerlendiriyoruz.

 


VE 20’NİN ALTINA İNMEMELİ


Peki, BKİ’si 20’nin altındakiler ne oluyor? Maalesef orada da sağlık değil, sağlıksızlık durumu var. O alan da en az obezite kadar tehlikeli ve riskli.

 

18-20 aralığını “zayıflık tehdidi”, 18’in altını da “ciddi zayıflık” olarak tanımlıyoruz. Bu durum hele bir de gıda reddi (ANOREXIA) derecesindeyse ciddi ölçüde telaşlanıyoruz. Peki ne yapmalı? Yanıtını sol yandaki kutuda bulacaksınız.

 


HER YAŞIN KİLOSU VAR


Tavsiyem şu: Konu kilo olduğunda ideal değil sağlıklı kilo kavramına itibar edin. Bunun için de BKİ’nizi izleyin.

Haberin Devamı


Eğer 20-30 yaş aralığındaysanız size 20-23 aralığını, 30-50 yaş arasındaysanız 20-25 aralığını hedeflemenizi tavsiye ederim.

 

Peki, şart mı? Değil. Değil ama iyisi, güzeli, güvenlisi ve doğrusu bu aralık. 50’li yaşlar sonrasında 25-28 aralığında kalmaya gayret edin ve mümkünse 28’i geçmeyin. 30’a gelince de “aman dikkat’” deyin. Küçük iki not daha:

 

Yaşınız ne olursa olsun BKİ’niz ne 30’u geçsin, ne 18’in altına düşsün. Sloganınız daima “no obezite, no anoreksiya” olsun. Ve BKİ’niz ne olursa olsun bel çevreniz kadınsanız 88’in, erkekseniz 100’ün altında kalsın.

 

 

BKİ nasıl hesaplanır?

 

BKİ yani (Beden Kitle İndeksi) = Kilogram cinsinden ağırlık/metre cinsinden boyun karesi.

Haberin Devamı


Örnek: Kilosu 80, boyu 1,60 olan birinin BKİ’si “80/1,60x1,60=30,8” olarak belirlenebilir.

 

 

ÇOCUKLARDA KİLOYA DİKKAT

 

Çocuklarda boy kadar kiloyu da dikkatle izleyin. Ne yiyip içiyorlar, ne kadar hareketliler takip edin.

 

Çocukların cebine, çantasına sağlıklı atıştırmalıklar, fındık fıstık koymalar tarihe karıştı.

 

Şimdi moda cipsler ve gofretler. Ve maalesef 100 gramlık cipste 600, 30 gramlık bir gofrette 150-200 kalori bir o kadar da zararlı yapay (toksik) madde var.

 

Bunlara çikolata, pizza, mayonezli ketçaplı makarna, bisküvi ve jelli tatlıları eklerseniz ne anlatmak istediğimi daha iyi anlarsınız. 

 

 

Beden paslanması durdurulabilir mi

 

İnsan bedeni de oksitlenme yoluyla –tabii ki başka yollar da var- paslanan bir yapı.

Haberin Devamı


Oksitlenme sadece bize has bir süreç değil. Metaller bile zaman içinde oksitlenerek paslanıyor. Bitkiler de öyle. Elmayı ısırıp masanın üzerine bıraktığınızda ısırdığınız kısım oksijene maruz kalarak kararmaya başlıyor yani paslanıyor. Benzer tehlike bedenimiz için de söz konusu.

 


OKSİDATİF STRES


Oksijen vücut dokularıyla temas ettiğinde dokulardaki elektronları çekip yapıyı değiştiriyor. Neticede o doku oksitleniyor.

 

Hepimizin vücudunda milyonlarca farklı oksidan şey var. Var ama bir o kadar da güçlü “antioksidan sistemler” ile donatılmışız.

 

Oksidan moleküller ancak bu sistemin kapasitesinden fazla olduğu zaman zarar verebiliyor. İşte bu nedenle “antioksidan yapılanmayı” korumak ve “oksidatif streslerden uzak kalmak” çok mühim ayrıntılar. İlk kez Amerikalı kimya Profesörü Denhan Harmon bu konunun yaşlanma ile ilişkisinin olabileceği fikrini ortaya atmış.

 

Haberin Devamı


PEKİ NASIL ÖNLENİR


Yaşlanmanın bir nedeninin de oksidatif stres, yani paslanma olduğu teorisi hala geçerliliğini koruyor.


Özetle bize adeta hayat veren oksijen hücresel metabolizma için kullanıldığında tahrip etme özelliği kazanabiliyor.

 

Çünkü ortaya çıkan ara ürünlerin –reaktif oksijen molekülleri- bazı tehlikeleri var. Bunlara serbest radikaller deniyor.

 

Serbest radikal yükü arttıkça yaşlanma da hızlanıyor deniyor. Peki, bu nasıl önlenebilir? Tabiî ki daha az oksidan madde üreterek ve daha çok antioksidan molekül kazanarak.

 

Daha az oksidan molekül üretmenin yolu önce daha az kalori tüketmekten, daha doğru şeyler yiyip içmekten, anaerobik egzersizlerden uzak durmaktan geçiyor. Daha fazla antioksidan kazanmak içinse manavları, pazarları, marketlerin meyve sebze reyonlarını daha sık ziyaret etmemiz lazım.

 

Çünkü antioksidan mucizeler (E ve C vitamini, çinko, selenyum gibi mineraller, birbirinden değerli karetenoid ve flavanoidler) o besinlerde yer alıyor.

 

Kalsiyum hapı mı yoğurt mu

 

Kemİklerimiz bizi taşıyan direkler. Yapılarının büyük bir bölümü de  kalsiyumdan oluşuyor. “Kemiğin Çimentosu” denince de akla “kalsiyum” geliyor. Kalsiyum tabiî ki tek başına yeterli değil. D vitamini, boron, bakır, magnezyum, K2 vitamini ve daha pek çok şey de gerekli. Sağlam bir hormonal yapılanma ise vazgeçilmez şart.Ama yine de kemik sağlığı için bize önce kalsiyum lazım. Kemikler zannedildiği gibi durağan yapılar filan da değil. Hepsinde her an müthiş bir yıkım ve yapım faaliyeti var. Tümü sürekli bir “kalsiyum ihtiyacı” hatta “kalsiyum açlığı” içinde.

 

ÇOCUKLARA SÜT

 

Bizim görevimiz, onlara düzenli kalsiyum temin etmek.Bu da kalsiyum zengini besinleri düzenli yiyip içmekten geçiyor. Çocuklar için süt, yetişkinler için yoğurt, ayran, peynir kemikler için çok mühim gıdalar.

 

Ama sadece süt ürünlerinde değil, kuruyemişlerde özellikle bademde bol miktarda kalsiyum var.

 

Sebzelerin de önemli birer kalsiyum kaynağı oldukları unutulmamalı. Bazıları –mesela lahana ve lahana grubu diğer besinler- neredeyse tıka basa kalsiyum dolu. Her akşam iki-üç kuru siyah erik tavsiyemi de unutmayın.

 

HER ZAMAN ‘DOĞALI

 

’Kısacası doğal yoldan kalsiyum kazanmayı bir kenara bırakıp kalsiyum haplarına yüklenmeyin.

 

Bu hapların ne kadar işe yaradığı da zaten tartışma konusu.

 

Çoğunun –örneğin kalsiyum karbonat içerenler- neredeyse %10’u bile bağırsaklardan emilip kemiklere yerleşemiyor.

 

Sözü fazla uzattım, farkındayım. Özeti şu: Besinler haplardan daha değerlidir. Kalsiyumdan zengin beslenip yoğurdu hapa tercih etmek daha doğru.

Yazarın Tüm Yazıları