Yeter ki orada bir şey açık kalsın…

Son bir haftadır eski tarihli bir diziye, “Outlander”ın batağına saplanmış durumdayım.

Haberin Devamı

Çünkü her sezonu en 13-14 bölüm. Ayrıca dizi beş sezon.

Yetmedi, altıncısı da şu sıra başlıyormuş.

Neden “Outlander”a takılıp kaldım?

İzleyecek dizi bulamamaktan. Ya da her şeyi izleyip bitirmiş gibi hissetmekten...

Bir yandan Outlander her tadı barındıran bir yapım.

Restoranların “dünya mutfağı” dedikleri türden.

Kurul kanepeye, hem başka bir dünyaya ışınlan (18. yüzyıl İskoçyası) hem de birbirine fazlasıyla aşık iki karakterin bitmeyen maceralarıyla savrul dur.

Oysa dizi izleme potansiyelimin sonuna geldiğimi, artık çok sıkıldığımı filan düşünüyordum.

Meğer dizi izlemek -özellikle son iki, üç aydır- öylesine çalıp duran, ama çok da dikkatle dinlenmeyen fon müziği gibi bir şey olmuş hayatımızda.

Yeter ki ekranda bir şey açık kalsın. Karakterler maceralarını yaşasın, ben o sırada sıkıcı pandemi hayatıma devam edeyim...

Haberin Devamı

Peki yeni dizi hiç mi yok?

Dikkatimi çeken iki yeni yapım var aslında.

Biri, Amazon Prime’da yayınlanan “Bliss” adlı film.

Daha önce “Another Earth” ve “I Origins”i yapmış Mike Cahill’in yeni filmi Bliss’in teması, önceki iki filmi gibi ilginç:

Hayatlarından bezmiş iki karakterin kendi dünyalarının dışında yeni bir dünyaya dalması. İçine daldıkları simülasyon gerçek mi yoksa onlar mı uyduruyor, filmi izleyince anlamak mümkün olacak tabii. Şimdilik fragmanların yalancısıyız.

Diğer bir yapım “It’s a Sin”.

Beş bölümlük bu mini dizi, 90’ların sonunda “Queer As Folk” dizisiyle çığır açmış Russell T Davies’in yeni yapımı.

57 yaşındaki Davies, HBO Max’te yayınlanan son derece otobiyografik bu dizisinde 80’ler Londrasını anlatıyor ve AIDS dönemiyle yüzleşiyor.

İngiliz basınına göre “Angels in America”dan bu yana en ünlü AIDS dizisi olabilirmiş “It’s a Sin”. 

Koleksiyonları kaldı yadigâr

Dev boyutlardaki yerleştirmeleriyle tanınan Christo ve Jeanne- Claude Javacheff çifti artık bu dünyada yok.
Ama hem yaptıkları işlerle hatırlanmaya devam ediyorlar hem de -özellikle bugünlerde- sanat koleksiyonlarıyla gündemdeler.
Son haber şuydu:
Sotheby’s müzayede evi Christo ve eşi Jeanne’in koleksiyonunu geçtiğimiz günlerde çevrimiçi satışa çıkardı.
Satışa çıkan 400 parça arasında Marcel Duchamp, Lucio Fontana, Yves Klein, Claes Oldenburg ve Andy Warhol gibi sanatçıların eserleri de yer alıyordu.
Koleksiyonun ilk bölümünün satışından elde edilen gelir ise 9.8 milyon dolar oldu.

Haberin Devamı

Bu sergiyle kanepeden kalkma fırsatı veriyorum size

Farklı jenerasyonlardan iki sanatçı. 1962’li Alp İşmen ve 1992’li Yüksel Dal. 
İkisi hafta içi aynı sergide buluştu. Mixer’de başlayan “Olağanüstü denklikler, ince benzerlikler” sergisinde.
Sergi adını Umberto Eco’nun “Foucault Sarkacı” romanından almış. 
Özeti şu: İlk başta görünenin değil, daha derine inildikçe fark edilenin izini sürmeye çalışmak...
Denklik ise şuradan kaynaklanıyor: İki sanatçı da pratiğini kalem ve kâğıtla yapmayı yeğliyor.
Mürekkep her ikisi için de vazgeçilmez bir deneyim alanı.
Hali hazırda işlerine bayıldığım Alp İşmen, desenlerinde sıkça yer verdiği insan ve hayvan iskeletlerine konusunda şöyle demiş bir röportajında: “Şu işleyen mükemmel organizmayı ayakta tutan kemikler ve ona hareket katan beynin korunduğu kafatası o kadar güzel ki... Sanat tarihi boyunca da bir sürü anlam yüklenmiş. Çünkü gizemli ve ürkütücü.”
İşmen’e katılmamak mümkün mü?
Sergi 3 Nisan’a kadar açık.
Kanepenizden kalkıp gezin lütfen. Ben öyle yapacağım.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları