“Sıfır aşk, uzun süredir hayatımda kimse yok. İçimdeki ışığa odaklanmam gerekiyor ve onu söndürmemem gerekiyor. Çünkü sönerse onu yakması çok zor.
Geçenlerde Aleyna’yla (Tilki) da konuştuk. O benden daha tecrübeli çünkü bu hayata daha erken girdi. O da ‘Aşk kariyeri öldürür’ diyor. Ben de öyle düşünüyorum.”
Bu tarz cümleleri yıllar öncesinin pazar magazin dergilerine (Gala, Şamdan) erotik dozu yüksek pozlarıyla konuk olan ünlüler, ünlü adayları filan söylerdi:
“Aşka vaktim yok”
“Aşka kapılarım kapalı”
“Önce kariyer, aşkı unuttum”
“Aşk mı? Benden uzak dursun”
Saymadım, sayamadım.
Bu kaçıncı hafta sonu oldu, artık farkında bile değilim.
Sanırım hepimizde durum aynı.
Sanki yıllardır cumartesi-pazar dışarı çıkmıyormuşuz gibi gelmeye başladı.
Zihin bir önceki eski normali flulaştırdı resmen.
Çok değil, kasım başındaki halimizi üstelik...
Bu yeni sürümle beraber yeni alışkanlıklar da doğdu tabii:
Ünlü figürlerin bu yola girmelerine biraz da Beren Saat yol açtı.
Onunki en cesuruydu.
Hatırlayın; Saat’in dalgalandım da duruldum hallerini uzun metinler eşliğinde paylaştığı, takipçisinin “Ne demek istedi şimdi” şeklindeki insta dedektifliğini...
Önceki gün Ceyda Düvenci de benzer bir iç şelalenmesi yaşayarak şöyle yazmış paylaşımına:
“2021 bambaşka başladı benim için. Yepyeni bir ben oldum.
Yıllardır kendimle ilgili bir yolculuk yapıyor olmam bir anda yaptı bu değişikliği.
Çok garipti.
Yılın ilk üç günü odama kapandım.
O çocuksu ve “Oh! Susuz kalmayacağız” heyecanına tezat meteorologlar, “sarı alarm”, “aman dikkat, geliyor” tadında felaket filmi açıklamaları yapmayı da ihmal etmedi.
Eskilerden kalma bir alışkanlıkla.
Sonuçta yağdı yağacak derken, bugün nihayet İstanbul’a bir tutam kar düşmüş olabilir.
Lakin biz böyle gündelik, kısa vadeli heyecanlarla avunurken dünyanın başka başka yerlerinde yeni bir dünya için fikir tohumları patır patır saçılıyor etrafa.
Mesela seçkin mimarlar arasında bugünlerde kapışma var.
Metropollerdeki büyük projelerde imzası olan BIG’nin kurucusu Bjarke Ingels’in ilk kez Time’a açıkladığı Masterplanet projesiyle başladı olaylar.
Daha önceki yazılarda aktarmıştım.
Ingels özetle, “Bir şehri planlayan mimar gibi dünyaya yaklaşmalı, çevre sorunlarını o şekilde çözmeliyiz” diyor.
Acun, köpek balığına benzeyen, daha önce hiç görmediğim bir deniz aracıyla Survivor adasına doğru bata çıka yol alıyordu.
Malum, Acun da bizim buraların dizi karakteri.
Aşırı gerçek üstü bir hayat yaşamasına rağmen asla yadırganmamayı başarmış tek insan.
Sürat yapan deniz araçlarına tutkusu da malum.
İki yıl önce La Boucherie’deki şovunda Eser Yenenler anlatmıştı.
Bodrum’da Acun ve tüm PlayStation arkadaşları bir anda Yunan adası Leros’a gitmeye karar vermişler.
Bir PlayStation turnuvasına katılmak için filan herhalde.
Orası meçhul.
Öyle böyle değil, Sayan’dan sonra dobra aşağı dobra yukarı, her üç cümleden birinde dobrayı havalı sıfat olarak kullanır olduk.
Seda Sayan’ın memleketin en dobrası seçildiği zamanları hatırlayın.
Esip gürlüyordu Joffrey Baratheon misali.
“Oğlum ayağınızı denk alın” diye başlayıp “Siz kimsiniz be!” demek suretiyle dobragillikte zirveye ulaşan o kadim zamanları, sık sık Instagram’ın keşfet sayfasına düşen gullüm dozu 10 numara videolarla anıyoruz.
Algoritma okyanusu sağ olsun.
Okan Bayülgen de dobradır mesela.
Ama onunki frankofon bir dobralıktır.
Kruvasan ve kahvenin yanında iyi giden bir dobralık.
Aşı haberleri sonrası karşıma çıkan makaleler de hep aynı şeyi, yani geleceği sorguluyor:
“Pandemi sonrası nasıl olacağız? Her şey eskisi gibi olacak mı?”
Financial Times’tan The Guardian’a, çoğu yazının bahsettiği ana damar şu:
Dijital etkileşimle her şeyi çözmeye çalışsak da fiziksel etkileşimin yerini hiçbir şey tutmuyor.
Doğru, son zamanlarda Zoom toplantılarından bıkanları park köşelerinde mesafeli toplantı yaparken görüyorum.
Ellerinde, köşedeki kahveciden alınmış karton bardak içinde kahveler.
İstanbul’daki havanın verdiği ılık kolaylıkla -en azından şimdilik- açık hava toplantıları yapıyorlar.
Olaylara (aşırı) dışarıdan bakan BM magazin gözlem heyeti olarak gördüğüm Bermuda şeytan üçgeni iç açıları toplamı şudur:
Murat Dalkılıç, aylar önce ayrıldığı eski sevgilisi Hande Erçel’e belli ki hâlâ kırgın.
Söylenen o ki; ex aşkı Hande’yi dizi partneri Kerem’le beraber Acun’un kanalındaki programda görünce iyice gıcık olmuş, hemen Acun ve tüm yakın PlayStation dostlarını filan takipten çıkmış.
Acun da o sırada Dominik’ten bilmem nereye 50 bin feet dolaylarında uçmak üzereyken eminim bu takipten çıkmaya bir saniye kadar içerlemiş, hatta bu tatlı hüzün ve bir kutu kola sonrası kendine yeni bir parmak arası terlik siparişi vermiş olabilir.
Orası en az Şeyma’nın Mısırlı yeni sevgilisi kadar muamma...
Öte yandan Hande ve Kerem ise oynadıkları 120 dakikalık dizideki rollerin kuantum enerjisine doğal olarak kendilerini kaptırmış durumda.
“N’aber, her şey yolunda mı? Yeni proje var mı? Haftaya bir kahve içelim, görüşemiyoruz.”
Elbette o kahveler hiçbir zaman içilmedi. Hep sonraki haftaya ertelendi.
Meğer kahve sözleri üzerinden ilerleyen o birbirinin aynısı konuşma balonları gayet güzelmiş.
Şimdinin cümlelerine bakın, hepsi virüs üzerine. Son günlerin gözde cümlesi mesela bu:
“Maskeni çıkarabilirsin, antikorluyum aşkım ben, rahat ol.”
Hastalığı yeni atlatmışların ya da etraflı bir test sonucu antikorlu olduğunu öğrenenlerin, yani geçmiş aylarda korona geçirdiğini fark edenlerin cümlesi bu.
Devamı da var: Antikorunu aynı seviyede tutmak için ona göre beslendiğini söyleyenler.
Kısacası, bugünlerde antikor aşağı antikor yukarı.
Eğer hava orta şekerliyse Ilıca Plajı’nda bir de denize girmek.
Henüz ikisini de yapmış değilim.
◊ Delikli Koy’a gitmek de moda. Ama buranın bir köpek cumhuriyeti olduğunu yeni kavramış bulunuyorum. Bu kadar köpeği bir arada uzun süredir görmemiştim.
Bir de pet şişeyi! Herkes bir köşeye pet şişe savurmuş, ayıp yahu.
◊ İstanbul her şeye rağmen daha güzel, onu anladım. Çünkü mekanlar kapalı olsa da hareket oluyor, yani deli bir trafik! Güneydeki ıssızlık hissi ise on dakika iyi geliyor, ondan sonra “Dönsem mi?” oluyorsun. En azından bana öyle oldu.
◊ Sürekli bir “Hava yağmur veriyordu ama bugün de çok güzel” sohbeti oluyor burada.
Sonra da havayı İstanbul’dakiyle kıyaslama cümleleri geliyor. Nedense.
Finalde ise “İstanbul’da kesin susuz kalınacak bu yaz” muhabbeti yapılıyor.
“Bu yıl seyahat edebilecek miyiz? Yoksa yine evlerde miyiz?”
Global turizm sektöründen haberler aktaran PhocusWire’da yayınlanan bir trend yazısı bu sorulara yanıt olacak nitelikte. PhocusWire, dünyanın önde gelen seyahat teknolojisi şirketlerinden Amadeus’un geniş çaplı araştırmasını yorumlamış.
Buna göre 2021’de bizleri 6 tane seyahat akımı bekliyor.
Elbette tüm bu akımlar sınırların 2021 yılı içinde açılacağı umuduyla sıralanmış.
Amadeus’un anketine göre gezginlerin yüzde 55’i artık 14 gün ya da daha uzun süre seyahat etmek istiyor. “Büyük gitmekten” kasıt bu: Çok uzun süreli seyahatler.
Çünkü insanlar eğer 2021 yılı içinde seyahat edebileceklerse kaybettikleri zamanı telafi etmek istiyor. “Hayat kısa ve dünya çok geniş” fikriyle hayatta bir kez yaşanacak uzun soluklu seyahat maceralarının peşinden koşma niyetindeler.
Airbnb tüm iş modelini uzun süreli konaklamaya kaydırmış bile. Dolayısıyla kısa süreli seyahat, mesela “iş için seyahat etmek” kavramı yavaş yavaş ortadan kalkacak gibi.
2020 yılı içinde gördük ki, aslında her yerden çalışmak mümkün! Sadece bir internet bağlantısına ihtiyacımız var. Bu yüzden, COVID-19 bitse bile işverenlerin çalışanlarını ofise geri getirmekte zorlanacağı ya da buna ihtiyaç duymayacakları öngörülüyor.
◊ MasterChef neden bu kadar çok izlendi?
- Öncelikle programın arkasında çok iyi bir ekip var. İkincisi de herkesin kendini bulabileceği, ortak bir paydadır yemek. Elbette pandeminin de çok izlenmede etkisi var. Mesela geçen yıla göre bu yıl başvuran da çok fazlaydı. Düşünsene, 100 bine yakın başvuru vardı!
◊ Bu gece final var. Serhat ve Barbaros kapışacak. Favorini söyleyecek misin?
- Tabii ki hayır! (gülüyor). Ama ikisi de birbirine çok yakın, başa baş giriyorlar finale.
İkisi de yarışmayı domine eden karakterler. Serhat daha modern şef havasında. Teknikleri açısından. Yurtdışında eğitim görmüş. Barbaros ise iyi restoranlarda çalışmış, kendini geliştirmiş bir şef. Şöyle diyebilirim: Biri teknikte (Serhat) diğeri lezzette (Barbaros) üstün.
◊ O zaman ya teknik ya da lezzet kazanacak diyebilir miyiz?
- Bu geceki performanslarına, yapacakları tabaklara bağlı. Özellikle de son tabak. Çünkü kendilerini anlatan imza yemeklerini yapacaklar canlı yayında.
Mercan Dede’nin Instagram hesabında paylaştığı şu mesaj klasik mesajlardan farklı olduğu için bir adım öne geçti:
“Biz yeni olmadıktan sonra yılın yeni olup olmaması ne fark eder?
Aynı yılı yetmiş kere yaşayıp adına yaşam dememek, hayatın hakkını vermek lazım.”
◊ EN YARIM KALMIŞ YENİ YIL POZU
Kenan Doğulu ve Beren Saat’in dudak dudağa pozu güzeldi ama şu hissi veriyordu:
Her şey pandemi dolayısıyla o kadar belirsizdi ki...
Bu belirsizlik ilk başta aşırı rahatsız edici gibi gözükse de, kızmayın ama aslında ilginç bir şekilde rahatlatıcı bir yanı vardı.
Önceden, yani eski normalde, her şey çok fazla belli olduğunda ne oluyordu?
Hızlı bir şekilde yaşıyorduk ama fazla üstünde düşünmeden.
Belirsizlik en çok bunu sağladı galiba: Durup düşünmek için bolca zaman...
Bu yüzden, sizi bilmem ama 2021’e dair alınan kararların da öyle net kararlar olmasını bekleyemeyiz tabii.
Ben birkaç tane kişisel karar sıralayayım, gerisini siz getirin.
◊
1- Ajda Pekkan
İlk karantina döneminde bahçesinde spor yaparken paylaştığı bu fotoğrafla, tüm nesilleri tokat atıp kendine getiren şu mesajı veriyordu süperstar: Evde kalın ama spor da yapın!
Tabii hiç kimseler Ajda gibi spor yaparken bu kadar tersiz görünmeyi başaramadı, orası ayrı.
2- Serenay Sarıkaya
Denizin içinde çekilmiş bu mavi derinlikler pozuyla “Divan şiiri gibiyim, naber?” diyerek tüm ünlü kadın arkadaşlarına nanik yapıyordu Serenay Sarıkaya.
Mesela bir tanesi var ki, efsaneleşmiş bir kayıt, mutlaka görmüşsünüzdür.
Görmeyenlere hatırlatalım:
1984 yılının karşılandığı bir yılbaşı programı.
Konsept, yılbaşı balosu.
Zeki Müren, yanında Ajda Pekkan’ın oturduğu masadan kalkıyor ve “Gitme Sana Muhtacım”ı söylemeye başlıyor.
O zamanlar henüz çok yeni Türkiye Güzeli seçilmiş 18 yaşındaki Neşe Erberk’le birlikte dans ederek...
Sonra masalardaki tüm davetliler kalkıp dans etmeye başlıyor.
Herkes acayip mutlu, pozitif, pek bir ışıl ışıl.
◊ Yılın başlarında Maslak Oto Sanayi’de açılan yeni Klein’ı...
◊ Yılın ikinci ayında Zorlu’daki Morini’nin yedinci yaş günü partisini...
Burcu Esmersoy’dan Derin Mermerci’ye partide boy göstermiş ünlü isimleri...
◊ Karaköy’de açılan Foxy ve yemeklerini... (Mekan daha sonra Nişantaşı’na taşındı.)
◊ Yaz aylarında kavga olayıyla gündeme gelen Çeşme’deki Momo’yu...
◊ Saat sınırlaması nedeniyle Must içine taşınan Müştemilat performanslarını...
◊ Yine saat sınırlaması nedeniyle ilk kez çok erken saatlerde açılan Gizli Kalsın’ı...
En son evlere şef gönderen bile vardı.
Ama hiçbiri Neolokal’in şefi Maksut Aşkar’ın hafta içi yaptığı dijital yemek kadar yaratıcı değildi herhalde.
Dijital yemek nasıl mı olur?
Olay şöyle gerçekleşti: Aşkar ve ekibi, “sıfır atık”tan yola çıkan “Original by Nature” temalı dijital yemek için önce bir Zoom davetiyesi yolladı.
Ardından dijital yemeğin gerçekleşeceği gün Aşkar’ın hazırladığı menü evlere geldi.
Ama tamamen hazır bir şekilde değil, yemekler “vakumlu” dedikleri türden paketlenmişti.
Ben son anda yemeğe katılamadım, ama katılanlardan öğrendim:
Ev erkekleri dediğim: Bir şekilde evinde yalnız yaşayanlar.
Yıllardır yaşam tarzı olarak bekârdır, yeni boşanmıştır, evlilik ona göre değildir, sevgilisiyle yapamamıştır, ev arkadaşını kovmuştur, ailesi evi ona emanet edip gitmiştir...
Türlü türlü ev erkeği mevcut yani.
Peki bu erkekler bu yıl içinde neyi gördü?
Her yerin çok çabuk tozlandığını!
İlk karantinada olay romantikti, bir çeşit macera filmi tadında.
Eve temizlikçi çağırmak mümkün olmasa da bir şekilde idare edildi.
Sonra araya yaz girdi.
İyi de yıl içinde mutasyondan mutasyona girmiş şu davranış şekillerimiz ne olacak?
◊ Birini gördüğümüzde tokalaşmak, yanak yanağa öpüşmek diye bir şey vardı eskiden. Tarih oldu.
◊ Yüz yüze, saatler süren toplantılar vardı eskiden. Tarih oldu.
◊ Sokakta birbirini görünce uzaktan selamlaşmak vardı. Tarih oldu.
Çünkü maskeden kimse kimseyi tanıyamıyor.
◊ Sosyalleşmek vardı eskiden, tarih olmak üzere.
◊ “Sabahlar olmasın” vardı eskiden. O bayağı tarih oldu.
Şehrin diğer yakasında yeni bir Zorlu PSM
Yeni bir güncel sanat alanı açıldı şehirde, ismi Cocoon.
Tıpkı Mecidiyeköy’deki Fairmont Quasar Oteli’nin önünde konuşlanmış eski likör fabrikasının galeri alanına dönüştürülmesi gibi, Cocoon da gayet ters köşe bir yerde:
Zeytinburnu’ndaki Büyükyalı konutlarının içine konuşlanmış Fişekhane adlı sanat merkezinin içinde.
Dahası Cocoon, Contemporary İstanbul Vakfı tarafından yaratılmış bir marka. Yani bilgi, birikim altyapısı bizzat vakfın deneyimli ekibinden.
“İyi de neden orada açılmış?” sorusunun yanıtını ise Fişekhane’nin içine girince anlıyorsun.
Bomontiada ya da Santral İstanbul binalarını anımsatıyor Fişekhane.
Şık bir şekilde restore edilmiş, yan yana bir eski binalar kompleksi. Meğer burası 19. yüzyılda savaş malzemesi üreten bir fişek fabrikasıymış.
Hatta modernleşme çabası içindeki Osmanlı ordusunun önemli yapılarındanmış.
Şimdi ise etrafında yükselen konut projesinin iddialı kültür sanat merkezine ev sahipliği yapıyor.
Sadece Cocoon’a ayrılmış bir alan yok Fişekhane’de.
İki tanesi ekim ayında faaliyete geçecek dört performans salonu var.
Tiyatro, bale, konser; salonlar her türlü performansa açık.
Tüm programın organizasyonunu ise PSM ekibinden buraya transfer olan Deren Erelçin üstlenmiş.
Nitekim Fişekhane, içeriği dolayısıyla bana yeni bir Zorlu PSM’nin ayak sesleri gibi geldi.
Tekrar Cocoon’a dönersek...
İlk sergileri aslında bir tür “ısınma turu”, fazla iddialı değil.
ArtOn Galeri’nin sanatçılarından oluşan bir karma sergi.
Güncel sanatı sıkı takip etmişlere çoğu eser bir yerden tanıdık gelecektir.
Fuarlar ya da daha önce yapılmış kişisel sergiler dolayısıyla...
Yine de: İşlerini pek sevdiğim Onur Mansız, Olcay Kuş ve Olgu Ülkenciler’in işlerinden bazılarını bir arada, nefis bir sergileme alanında görmek gayet hoştu. 21 Eylül’den sonra Cocoon’da başka bir sergi açılacakmış. Ona dair henüz sır vermediler.
Daha iddialı bir iş olacağı belli şimdiden.
Yeni nesil birkaç restoran daha olsa...
Cocoon’dan çıkar çıkmaz bir şeyler yemek isteyen için şu anda Fişekhane’de gidilebilecek tek bir restoran var:
Bursa’nın meşhur Zennup 1844 adlı restoranı.
İstanbul’daki tek şubesini buraya açmış Zennup.
Şef Ömür Akkor’un babaannesi Zennup Hanım ve onun yemeklerine ithaf ettiği bu “hikâyesi bol” restoranın, Fişekhane’nin yüz yıllık sedir ağaçlarının altında oluşu kendiliğinden ayrı bir atmosfer katmış mekana.
Pek yakında kendini “yeni nesil Diyarbakır mutfağı” diye tanımlayan Fırın-cî açılıyormuş Fişekhane’ye.
Ayrıca şef İsmet Saz’ın açacağı bir restoran da projeler arasındaymış.
Bana kalırsa, onca performans salonu ve iddialı galeri alanının olduğu bir sanat merkezine yeni nesil birkaç restoran daha kondurulsa hiç fena olmazmış.
Şehrin merak ettiği soru
Sosyal hayatla az çok içli dışlı olan herkesin en merak ettiği husus: Lucca ne zaman açılacak?
Önceki gün önünden geçtiğimde mekanın kapısı açıktı. Şöyle bir kafamı uzatıp baktım. İçerideki değişim dönüşüm inşaatı hâlâ devam ediyordu. Cem Mirap’tan aldığım bilgiye göre beklenen açılış 1 Eylül’de. 15 yıl önceki açılış tarihinde yani. Açılışla gelen yeniliklerden biri de sevilen Lucca tatlarını eve servis eden online bir catering siteminin hayat geçecek olması. Sistemin adı, L’Express.
Müştemilat, Must’ın içinde
Korona nedeniyle gece kulüplerine izin çıkmayınca Nişantaşı’ndaki Must, alt markası Müştemilat’ta gece yarısı gerçekleşen canlı müzik performanslarını restoranın içine taşıdı.
Böylece kendiliğinden yeni bir konsept yaratılmış oldu: Must&Müştemilat geceleri. Must’ın içi performans gecelerine göre yeniden düzenlenmiş.
Perşembe, cuma ve cumartesi yapılan canlı müzik performansları 22.00 gibi başlıyor.
Peki gece kulüpleri hiç açılamayacak mı derseniz, bu yıl sonuna kadar öyle bir şey olmayacak gibi.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle