Merhaba 2100, biz geldik

İstanbul’da sıcak bir öğle saati. Taksideyim.

Haberin Devamı

Öyle bunaltıcı bir hava var ki, kış gelsin diye yazsam şimdi, tüm fanatik yazcılar üzerime Eda Taşpınar’ın güneş yağını boca edebilir, “Cayır cayır yan” diyerek...
Bu kabusu hayal ettiğim sırada Beşiktaş’taydım ve bir adet Tsunami tabelası görüyorum.
Meğer bunlardan şehrin tüm kıyı bölgelerine yeni konulmuş.
Aklımda ise tek bir kitap var, New Yorklu mimar Vanesa Keith’ın “2100: A Dystopian Utopia” (Bir Distopya Ütopyası).
Şimdi 2100 yılında olduğunuzu hayal edin.
Her yer dört derece daha sıcak. Süper fırtına dalgaları artık sıradan.Tüm kıyı şehirlerini düzenli bir şekilde vuruyor.
Dünyanın orta şeridi ise kuraklık, orman yangınları ve çölleşmeye maruz kalmış.
Tarım alanları yok denecek kadar az.
Vanessa Keith’in kitabı, işte bu herkesin malumu olan korkutucu gelecekten bir ütopya yaratıyor.
Yeni tasarım çözümleriyle önümüze yeni tezler sunuyor.
Hızla gelmekte olan yeni çevresel koşullara insanların nasıl uyum sağlayabileceğini anlatıyor.
Keith bir röportajında diyor ki, “Kitapta atıfta bulunduğumuz tüm teknolojileri bir yerlerde birileri hali hazırda araştırıyor.
Dolayısıyla 80 yıl içinde bu teknolojilerin sorunlarımızı çözecek şekilde hayatımızda olabileceğini öngörüyoruz”.
Mesela kitaptaki şaşırtıcı şeylerden biri:
Antarktika’nın kuzey kesimleri yerleşime açılmış.
Yeni megakent Grönland’da, Nuuk.
Diğer büyük şehirlerde ise kent çiftlikleri göze çarpıyor.
Üst geçitlerin altında bile çiftlikler var.
Eski gökdelenlerin katlarının çoğu tarıma açılmış. Yeniler ise güneş panelleri aracılığıyla yine tarım ve enerji üretimine odaklanmış...
Taksiden indiğimde hem kitaptan hem de gördüğüm Tsunami tabelasından uzaklaşıyorum.
Hızla rutine, sosyal çevremin içine dalıyorum.
İstanbul’un 2100 halini düşünmek istemediğimden olabilir mi?

Haberin Devamı

Neden olmasın?

Cüneyt Arkın’ın tabutu taşınırken onlarca insan cep telefonunu çıkarıp bu anları görüntülemeye çalışmış.
Ayıplıyor, küçümsüyor ve rezillik diyoruz ama, daha geçtiğimiz haftalarda
Galata’da bir insan yanarken de cep telefonunu çıkarıp görüntü alanlar vardı.
Ayıplamaktan öte galiba farklı düşünmeye başladım:
İnsanlar neden sadece mutlu oldukları anları
sosyal medyasında paylaşsın ki?
Üzüldüğü, dehşete düştüğü anları da görüntüleyemez mi?
“O anda insanın aklına nasıl gelir bu?” sorusunun yanıt ise belli:
Cep telefonu bedenimizin bir uzvu gibi artık.
Neden gelmesin ki?

Yazarın Tüm Yazıları