Chloe’nin ‘alışmıyorum’ isyanı

Dün Kelebek’te Chloe-Serdar Ortaç çiftinin Cengiz Semercioğlu’na verdikleri röportaj vardı.

Haberin Devamı

O röportajda ikili arasında geçen şu diyalog dikkatimi çekti:
- Chloe: Beni tanımayan insanlar Instagram’da “Hadi bir çocuk ver adama” diye yazıyor. Ben bebek makinesi değilim ki. Kocama çocuk vermek için doğmadım.
- Serdar: Ama aşkım artık buradayız. Alışacaksın.
- Chloe: Hayır. Alışmak istemiyorum. Çünkü bu yaptığınız normal bir şey değil. Birisinin problemi olduğunu ve çocuk sahibi olamadığını düşünün. Her gün birinin “Bebek ne zaman?” diye sorduğunu hayal edebiliyor musunuz?
Bu ilginç diyalogdan sonra kararımı verdim:
Chloe’nin “Alışmayacağım” isyanını ve buna sunduğu haklı gerekçeyi ÇOK SEVDİM.
Serdar Ortaç’ın “Artık buradayız, alışacaksın” buyruğunu, sorgusuz sualsiz boyun eğişini, değişime direnmesini ise hiç SEVMEDİM.

Nasıl geçti habersiz hafta sonu

Haberin Devamı

Cuma akşamı saat 20.00 sıraları... Bir dizi bölümü daha mı izlemeli yoksa sosyal hayata mı dalmalı?
Dizi izlemek (Altered Carbon’un son bölümü) galip geliyor.
Haliyle aynı saatlerde gerçekleşmekte olan Raisa&Vanessa kardeşlerin defilesi kaçırılıyor.
Aslında kaçırılmıyor, sonuçta Instagram’ı açınca oraya giden insanların çektiklerinden olan biteni görüyorsun. Sosyal medya dikizi...
Peki peş peşe dizi seyretmek bir tür yeni antidepresan olabilir mi? Galiba öyle. Çünkü her dizi insanı başka bir dünyaya götürüyor.
Bir süre sonra orası sığınağın olmaya başlıyor. Ve sonunda diyorsun ki, “Yok çıkmayayım, beşinci ve altıncı bölümü de seyredeyim.”
Tuhaf bir bağımlılık hali...
Ama gecenin ilerleyen dakikaları elbette çıkılıyor.
Dizi izlemek de bir yere kadar!
Aniden kendimi bulduğum Gizli Kalsın’da bu kez arkadaşımla kendi dizimizi çeviriyor gibiyiz. Flört meselelerimizin suyunu ısıtırken...
Sonra solist Dicle çıkıyor sahneye. “Ya Bu İşler ne” şarkısını söylüyor.
Herkesin bildiği sır bu bence: İşler, ilişkiler cidden karışık. Başımız yerde...
NE ARA İSPANYOL OLDUK?
Cumartesi akşamı Neu Colonie...
Saat 20.00 civarı geldiğimde mekanda sadece üç beş kişi var. “Cumartesi akşamı niye böyle?” dediğimde yanıt çok İspanyol: “Yemek rezervasyonlarımız hep geç saatte.”
Gerçekten de işletmecinin dediği oluyor. 22.00’de doluyor mekan. Ne ara İspanyollar gibi geç yer olduk?
Neu Colonie’de o gece beklenen şeylerden biri de müzik.
Mentha ile işbirliği yapmışlar. Müzik ve kitle onlara emanet.
Müzik inceden koparken benim yaptığım şey ise fala bakmak!
Öyle “üç vakte kadar” diyerek değil. Kendimce gayet sıkı analizler yaparak...
Falına baktığım arkadaşım “güneylerden” yeni gelmiş, habire “Ada değil mi o? Bir yere gidiyorum galiba” diyor. Gıcık! İnadına, “Yüreğin kabarmış” diyorum.
En güzel fal klişesidir ya o. Pek severim.
Colonie’yi falcıya çevirdikten sonra ikinci durak, İstinye Park’taki Zuma. Karaköy’den sonra başka bir gezegene iniş yapmış gibiyim.
Zuma’nın tüm şubelerinde çıkan DJ’i o gece oradaymış.
Kitlenin kopma şekli şu: Biraz salınmaca, iki saniye etrafı dikizlemece, beş saniye sosyal medya, 10 saniye karşındakiyle yalandan sohbet...
Serdar abimiz haklıymış: Sosyal hayat bizi neden yoruyorsun?

Haberin Devamı

Filmi beğenmedim
bağış yapmalı mıyım

2007 yapımı "The Man From Earth" (Dünyalı) adlı film ilginç konusuyla çoğu sinemasever için ayrı bir yere sahiptir.
Konusu kısaca şöyledir, hatırlatayım: Üniversitede tarih profesörü olan John hem işinden istifa eder hem de yaşadığı şehirden ayrılmaya karar verir.
Akademisyen arkadaşları ona veda etmek için evine gelir ve ısrarla John’a neden gittiğini sormaya başlarlar.
Sonunda John gerçeği açıklamaya karar verir:
Aslında o 14 bin yıldır dünya üzerinde yaşamaktadır.
35 yaşındayken yaşlanması durmuştur ve her 10 yılın sonunda bulunduğu yeri mecburen değiştirmektedir. Arkadaşları bu müthiş iddiaya önce gülse de film bir süre sonra müthiş bir tarih, felsefe, bilim ve din sohbetine dönüşür.
Şimdi onca yıl sonra bu filmin ikincisi çekilmiş.
Bir heves izledim ama maalesef koca bir hayal kırıklığıydı.
İlk filmin tadı tuzu asla yoktu.
İlginç olan şey, filmin en başında yönetmen Richard Schenkman’ın yaptığı samimi konuşma.
Yönetmen özetle diyor ki:
“Film herkese ulaşsın diye video paylaşım sitelerine özellikle koyduk. Ama bu filme verilen bir emek var. Her emek de bir karşılığı hak ediyor. Tıpkı her ne iş yapıyorsanız sizlerin de hak ettiği gibi. Bu yüzden manfromearth.com adresini ziyaret edip miktara bakmaksızın bağış yapanlara minnettarım.”
Konuşmasının sonunda esas soruyu soruyor Schenkman: “İnsanlara sorumuz şu: Filmimizi izleyip beğenirseniz doğrudan yaratıcılarına ödeme yapar mısınız?”
Ben hâlâ kararsızım.
Filmi beğenmedim. Peki bağışta bulunmalı mıyım?

Yazarın Tüm Yazıları