Yüzde 99 değil, yüzde 100 bir sevgi, yüzde 100 bağ, yapmacıksız, saf, temiz.
Bu acının, yoksunluğun, onsuzluğun tarifi yok.
Sheba, Buddy’nin, Kaliko’nun yanına gitti. Benim kulağına fısıldadığım selamlarımı, özlemlerimi götürdü.
İnanıyorum ki Gökkuşağı Köprüsü’nde beni bekliyorlar, koşuyor, oynuyorlar en iyi halleriyle. Her ölüm insanı kendi ölümüne yaklaştırıyor.
Kavuşacağımız güne kadar mutlu ol prenses, bu dünyada meleğim olarak bana eşlik edeceğini, arkadaşların için verdiğim mücadelede bana güç, kuvvet olacağını çok iyi biliyorum.
Biri gittiğinde arkasından “Ne kadar çok sevdi, sevildi, bana ne kadar iyi geldi” diyebiliyor muyuz? İşte hayatın anlamı orada yatıyor.
Hangisi kazandı dersiniz, ya da sizin cevabınız hangisi olurdu?
Benim cevabım belli.
Hayvanları aşağı görenlere türcü deyip suçlarını hafifletmek istemiyorum.
“Alt tarafı hayvan, bu kadar anlam yükleme” diyen birine ise şu cümleyi kuruyorum; “ırkçılık yapıyorsun, daha net söylemem gerekirse, sen ırkçısın!”
Şöyle açıklayayım, tarihe baktığımızda insanların ihtiyaçlarının hayvanlardan farklı, üstün görülmesine türcülük ve bunu yapanlara da türcü denmiş.
Ama benzer bir şekilde kendinden olmayan insan topluluklarını umursamayan, köleleştiren, acı çekmelerinden rahatsızlık duymayan, aşağı görmeyen insanlara da ırkçı demişiz.
Temelinde ırkçılık ve türcülüğün birbirinden neredeyse hiç farklı yok.
Spoiler uyarısı yaparak nedenini, niçinini sıralayayım...
Öncelikle sadece ele aldığı toplumsal meseleler nedeniyle “en iyi film” Oscar’ına aday gösterildiğini düşünüyorum.
Başrolünde “en iyi kadın oyuncu” dalında Oscar’ın adayları arasında olan Carey Mulligan’ın olduğu film, kadınların artık susmadığı, #metoo diyerek savaş bayraklarını açtıkları çağın ürünü olarak Oscar’da kadın haklarının temsilcisi diyebiliriz.
Dünya prömiyerini 16’ncı Sundance Film Festivali’nde yapan film, geçmişte yaşadığı bir travma nedeniyle hayatı alt üst olan Cassie’nin hikayesine odaklanıyor.
Erkek düşmanı olan Cassie’nin dram ve gizem dolu öyküsü ana metin olarak sağlam cümleler kursa da detaylarda topallıyor ve özellikle finalinde hayal kırıklığı yaratıyor.
“En iyi film” Oscar’ını alması çok zor olsa da kadına şiddet ve cinsel istismar meselesini gündeme getirmesi açısından Oscar gecesinde alkışı ve takdiri alacaktır diye düşünüyorum.
Sosyal mesajlarla dolu bu intikam filminin senaryo yazarının ve yönetmeninin de kadın olduğunu da unutmayalım.
Yazıp yönettiği ilk uzun metrajı ile Oscar’a aday olan Emerald Fennell’ın 10 parmağında 10 marifet var; kendisi oyuncu olarak “The Crown” ve “Anna Karenina”da da rol almıştı.
Gecikmeli de olsa açıklanan ve farklı dijital platformlarda izlenebilen Oscar adayı filmleri belki izlediniz, belki de izleme sırasına aldınız.
93’üncü Oscar Töreni öncesinde bugünden itibaren her hafta bir filmi burada değerlendirelim istiyorum.
Bu yıl Oscar adaylarına baktığımızda yelpazenin geniş olduğunu görüyoruz.
Oyuncu adayları arasında farklı etnik gruplardan olanların sayısı hayli fazla.
Ve biz kadınlar için güzel bir haber; Oscar tarihi heykelciğe ulaşma yolunda aday olan sadece 5 kadın yönetmen çıkarabilmişken, bu yılki “en iyi yönetmen” listesinde iki kadın birden var.
93 yıllık Oscar tarihinde şahane bir ilk bu.
“En iyi erkek oyuncu” dalında bir Müslüman oyuncunun (Riz Ahmad) adaylığını barındırarak başka bir ilke sahip olan “Sound of Metal”i haftaya saklıyorum.
Bugün “
Öldürücülüğü yüksek ve henüz bulunmuş bir aşısı ya da kesin bir tedavisi yok.
Eskiden sadece eşcinsellerin yakalandığı gibi yanlış bir kanısı olan AIDS aslında tam bir heteroseksüel hastalığı.
Hele ki maske çenede “bana bir şey olmaz”cıların, prezervatif kullanmadan sık sık partner değiştirerek korunmasız cinsel ilişkiye girmesiyle yayıldıkça yayılıyor.
AIDS’e karşı savaş veren ünlülerin başında Elton John da var.
Kendisi hafta başında Instagram hesabından Dua Lipa’yı konuk aldığı bir canlı yayın yaptı ve onunla proje yapmaktan ne kadar mutlu olduğunu söyledi.
Bildiğiniz gibi her yıl Oscar gecesinde bir Elton John AIDS Vakfı ön partisi oluyor.
Bu yıl 25 Nisan’da, Elton John ile eşi David Furnish’in ev sahipliğinde gerçekleşecek Elton John AIDS Vakfı partisinin sunuculuğunu Neil Patrick Harris yapacak.
Ve sahnede Dua Lipa olacak.
Size o ilanı açan insanların neler hissettiğini anlatacağım şimdi.
Birinci ağızdan, yekten, tecrübeden.
1 hafta oldu Gugu ortadan kaybolalı.
Hani şu güzel yüzlü, önce dişi sanıp sonra erkek olduğunu anladığım gri sokak kedisi var ya, fotoğrafta kucağımda gördüğünüz o işte.
Buhar oldu, yer yarıldı yerin dibine girdi sanki.
Site içinde bir evde oturuyorum.
Çok kedim var. Kışın hepsi evdeler, yazın ise gündüzleri bahçede koşup oynadıktan sonra yemek yemeye ve uyumaya eve geliyorlar.
Koronavirüs bulaştırma riskimiz sürüyor mu?
Evet, maalesef evet!
Çünkü biz hastalık belirtisi göstermesek de bulaştırmayı ve henüz antikor oluşturmamış kişileri hasta etmeyi sürdürüyoruz.
Antikorlarımız bizi koruyor ama solunum yoluyla bulaşan virüslerin burun ve ağız boşluğumuza girmesini engellemiyor.
Bizi hasta etmese de burun boşluğumuzdan giren ve orada çoğalan virüsleri maske takmazsak etrafa saçıp başkalarına bulaştırabiliyoruz.
Tek tek açıklayarak anlatmam gerekirse durum şöyle...
Koronavirüs aşısı kas altına yapılıyor.
Vücudumuzda koronavirüse karşı antikor oluşmasını sağlıyor.
Tek dileğim, hayvansever bir yasa taslağı ile karşılaşmaktı.
Yeni yasada sona yaklaşıldığını biliyorsunuz zaten. Onca yıllık bekleyişin finalinin hayvanların lehine, onlara zulmedenlerin aleyhine olması için son dakikaya kadar var gücümüzle mücadele etmek boynumuzun borcu, sessiz dostlarımıza olan görevimizdi.
AK Parti Grup Başkanvekili Av. Özlem Zengin, Hayvan Hakları Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı AK Parti Tekirdağ Milletvekili Mustafa Yel, Tarım Komisyonu Başkanı AK Parti Kars Milletvekili Yunus Kılıç ve AK Parti İstanbul Milletvekili Av. Serap Yaşar, STK başkanlarının görüşlerini alırken yasa taslağıyla ilgili de bilgiler verdiler.
Özlem Zengin, taslakta 6’ncı maddeye dokunulmayacağını açıkça dile getirdi. Bu iyi bir haberdi ve sokaklardan hayvan toplanmayacağının garantisi oldu bizim için.
Hayvana şiddet, öldürme ve tecavüzün ertelenmeyecek hapisle cezalandırılacağını söyledi.Tecavüz ve cinsel istismarın da aynı öldürme ve işkence gibi hapisle cezalandırılacağını ilk ağızdan duyduk.
Yasaklı ırkların testten geçirildikten sonra kısırlaştırma şartıyla sahiplerine geri verileceğini dile getiren Özlem Hanım, böylelikle çocuklarından ayrı kalan hayvanseverlere de müjdeyi vermiş oldu. Ama tabii saldırgan özelliğe sahip olanlar ağızlıkla gezdirilecek ve sorumluluk sahiplerine verilecek.
Diğer bir detay,
Güçlü bir kadın.
İkizler Dila ve Serra’nın anneleri Şule Gökırmak’tan aslında hem 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde hem de 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’nde bahsetmem gerekirdi.
Ben de bu iki günün ortasına koydum bu yazıyı.
Şule ve ikizlerinin hikayesi şöyle...
Dila ve Serra, 1 yaşına geldiklerinde, teyzeleri göz kontağı kurmadıklarını ve hemen doktora gitmeleri gerektiğini söylüyor.
Doktor muayenesi sonucu hiç akılda olmayan bir teşhisle karşı karşıya kalıyorlar; otizm...
İlk başlarda ne yapacağını şaşırıyor Şule.
Kabullenmesi zaman alıyor.
Eleştirmek, illa ki beğenmemek bağımlılık mı yaptı?
Acımasız olmak, yerden yere vurmak...
Sosyal bir hastalığımız bu sanki...
Aleyna’nın dünyaya açılma projesinin ilk adımı olan “Retrograde”i eleştirenlere karşı duruyor ve alkışlıyorum ben.
Pandemi dönemine gelen klip sade görünse de gayet nokta atışı incelikler içeriyor.
Aleyna da güzel söylemiş şarkıyı.
İngilizcesiyle, sesiyle, fiziğiyle gayet de dünyaya açılacak bir yıldızımız var.
STK’ların yani sivil toplum kuruluşlarının neler çektiğini ancak içindekiler, birebir yaşayanlar bilir.
Yardım isteyeniniz çoktur, yardım edecek kaynaklarınız sınırlıdır.
Uykular kaçar, çaresizlik kabus gibi çöker üzerinize.
Hele ki yardım bekleyen ağzı dili olmayan canlılarsa, işiniz iyice zorlaşır.
İşte öyle zamanlardan biriydi.
Tüm yurda dondurucu soğuklar hakim olmuştu.
HAÇİKO’nun Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış olan il temsilcilerinin en çok ihtiyacı olan şey mamaydı.
Van’dan İzmir’e, İstanbul’dan Erzincan’a, Kocaeli’den Bolu’ya, Ankara’ya her yerdeki yavrucaklar açtı. Ve bilirsiniz kışın hayatta kalmaları için gereken şey kalori, yani mamadır.
Devam da edecek gibi duruyor.
Devam etmeli hatta, çünkü dokundukça, birbirimize yaklaştıkça virüs kapma ve hastalanma riski altındayız.
Peki eskiden biz nasıldık, dünya nasıldı?
Bu konuyla ilgili güzel bir yazı okudum.
Özetle paylaşmak istiyorum sizlerle.
Bizlerde bildiğiniz gibi ilk karşılaşmalarda resmi ise tokalaşma, samimi ise öpüşme ve sarılma ile ilerleniyor.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden durumunu biliyorsunuz zaten.
Hollanda’da iki değil,
Yüzde 80’i zengin olmak demiş. Yüzde 50’si buna ünlü olmayı eklemiş.
1938 yılında başlayan ve aralıksız olarak günümüze kadar devam eden, insanların doğuştan yaşlılığa mutluluklarının ölçüldüğü bir çalışma var; Harvard çalışması.
Buna göre mutluluk ne para ne de şöhretle geliyor.
Mutluluğun sırrı iyi ilişkilerde.
Yalnızlık ise mutsuz etmekle kalmıyor, erken öldürüyor, adeta zehirliyor. Sosyal olarak arkadaşlarına, topluma ve ailesine bağlı olan insanlar daha mutlu ve daha uzun yaşıyor.
Yalnız kalmayın derken sadece insanların etrafında insan olmasından bahsetmiyoruz.
Bir evlilikte de yalnız olabilirsiniz, kalabalık bir arkadaş grubunda da.
Yani kalabalık olmanın ve ilişkilerin kalitesi önemli.
Bir önceki pandemi, yani 1918-20 yılları arasındaki İspanyol gribi dönemine ait elimizde yeterli belge ve koleksiyon olmadığı göz önüne alındığında bu çabayı alkışlamak lazım tabii.
Geçtiğimiz mart, nisan aylarından beri dünya üzerindeki müzeler bildiğiniz gibi kapalılar ve sadece sanal ortamlarda gezilebiliyorlar.
Bu sanal geziler pandeminin en başlarında hayli ilgi görüyordu.
Zamanla aynı Covid-19 gibi bizim ona olan tepkilerimiz de mutasyona uğradı, sanal geziler de balkonlardan yaptığımız alkışlar gibi geride kaldı.
Şimdi pandemi gündemi aşı sırası beklemeye evrilmiş durumda.
Küratörler bu döneme ait ne toplayacak derseniz, maskeler kuşkusuz ilk sırada yer alacak.
Black Lives Matter maskeleri başta olmak üzere çeşit çeşit maskelerden bakalım ne sanat eserleri göreceğiz...
Caddelerde afişleri, video wall’ları, billboard’ları kaplayan “Evde kal”, “Mesafeni koru”, “Maske tak” tabelaları, Covid temalı doğum günü, yılbaşı ya da Sevgililer Günü kutlama kartları da müzelerde göreceğimiz objeler arasına girecek. Sarılmanın, tokalaşmanın yerini alan
Hem de ne video.
Twitter’da anında TT oldu.
WhatsApp gruplarında bolca paylaşıldı.
Hepimizin gözlerini iki kez doldurdu Cüceloğlu.
Hem gidişi hem de boğaz düğümleyen o cümlesiyle.
“Annen yok, kimsen yok” derken ağlıyordu Cüceloğlu bu videoda.
Bizi de ağlatıyordu işte.
14 Şubat Sevgililer Günü söz konusu olduğunda maşallah herkes filozof kesildi başımıza.
Bir beğenmemeler, bir üstten bakmalar!
Ben ise hiç de öyle bakmıyorum bu özel güne.
Ve Sevgililer Günü’nü yerden yere vuranlara, “kapitalizmin ürünü” diyerek kutlayanları eleştirenlere kızıyorum.
Bu kadar sevgisiz, bu kadar hoşgörüsüz zamanlarda öyle ya da böyle içinde sevgi barındıran günleri yok etmeyelim.
İnsanların birbirlerine sevgi sözcükleri söylemesi, bir çiçek, bir hediye almış olması sizi neden bu kadar rahatsız ediyor?
Bırakın sevgi, olabilen her yerden girsin hayatımıza.
Ne kadar da çokmuşuz. Ve ne kadar da dertliymişiz ama bir o kadar da bağlıymışız birbirimize.
Bana geçmiş olsun diyen, alternatif tedavilerden bahseden herkese çok teşekkürler.
Umarım hep birlikte içimizdeki düşmanlardan kurtulur, bağışıklık sistemimizin bize saldıran şaşkın askerlerine doğru yolu gösteririz.
İşte bu noktada çok soru geldiği için geçen yazımda bahsettiğim eliminasyon diyetini biraz daha açmak ve detaylı anlatmak istiyorum.
Bu diyet, kronik enflamatuar hastalıkların iyileştirilmesinde çok etkin bir rol oynuyor.
Adının diyet olduğuna bakmayın, fazla kiloların atılmasına katkı sağladığı doğru olsa da aslında kilo verdirmek gibi bir amacı yok.
Sadece bize zarar veren yiyecekleri tespit edip hayatımızdan çıkarmamıza yardımcı oluyor.
Belli grup yiyecekleri hayatınızdan bir süre (21 gün) çıkarıyor ve sonra yeniden ekliyorsunuz.
Bağışıklık sistemim olması gerekenden fazla çalışıyor ama bana iyilik yapacağına yanlışlıkla vücudumun normal dokularına ve organlarına saldırıyor.
Yani düşmanlarla savaşacak olan askerlerim gelip beni vuruyor.
Bunun nedenlerinden biri, normalde negatif olması gereken HLA-B27 geninin bende pozitif olması.
HLA-B27’nin pozitif olması, kişinin AIDS, Hepatit C, grip gibi virüslere yakalanmasını engelliyor ama diğer yandan da otoimmün hastalıklara yatkın olmasına neden oluyor.
Bendeki otoimmün hastalık romatoid artrit, yani iltihaplı romatizma kronik bir inflamatuar bozukluk aslında.
Bulaşıcı olmayan ve neden kaynaklandığı da bilinmeyen bu hastalıkta bağışıklık sistemi eklem, akciğer, kalp ve kan damarlarına saldırabiliyor.
Tedavisi yok!
Sadece bağışıklık sistemini baskılamak suretiyle etkileri azaltılabiliyor.
Az kaldı, yasa değişiminin eli kulağında. Meclis’in onayına gidecek yasa tasarısıyla ilgili umut da var, endişeler de.
Tasarı Meclis’e gidene dek, hayvan hakları için fayda sağlamak adına tüm hayvanseverler olarak yasayı bugünlerde sık sık gündeme getirmemiz ve kırmızı çizgilerimizi sık sık tekrarlamamız şart.
Bu noktada HAÇİKO Derneği Başkanı olarak altını çizmek istediğim konular var.
En önemlilerinin başında, 6’ncı maddenin korunması geliyor. Kulislerde dolanan dedikodu, yeni çıkacak yasada okul, cami, park ve hastane gibi kalabalık yerlerde sokak hayvanlarının yaşamasına izin verilmeyeceği yönünde.
Bunun düşüncesi bile korkunç geliyor bana.
Mevcut yasada hayvanlar sokaklarda, bulundukları mahallelerde yaşarlar.
Belediye, kısırlaştırıp ya da tedavi edip, tekrar bulunduğu yere bırakır. Bu durumun altını çizen 6’ncı maddenin değiştirilerek sokaklarımızdaki hayvanların toplatılmasını, özetle kedi köpeklerin şehirlerden atılmasını kabullenmemiz mümkün olamaz.
Hayvanların mal kapsamından çıkarılıp can statüsüne alınması ve onlara yönelik öldürme, yaralama, işkence, cinsel istismar vb. fiillerin
Ve işte o zaman işi gücü, Twitter’ı, Instagram’ı, artık başka ne varsa tüm diğer sosyal mecraları, Netflix’te dizi izlemeyi ve hatta WhatsApp gruplarını falan bırakıp vaktinizi burada geçirmeye başlıyorsunuz.
Yeni popüler uygulama Clubhouse’dan söz ediyorum.
Beni DMC & Warner Music Türkiye CEO’su Samsun Demir davet etti.
Ona da Edis davetiye göndermiş.
Öyle ben geldim diye girilmiyor yani buraya.
Birinin sizi davet etmesi, referans olması gerekiyor.
Bunun iki özel anlamı var.
Birincisi; uygulama popülasyon açısından belli bir seviyeyi, kriteri korumuş oluyor.
Caddeden taşınan taşınana
Cansel Elçin “Dayanamadım, büyük bir hevesle geldiğim Feneryolu’ndan karşıya taşındım” dedi.
Bağdat Caddesi’ne yeni taşınan bir başka arkadaşım da pes etmek üzere.
Geceleri uyuyamıyor.
Saat başı yataktan fırlıyor.
Tüm bunların nedeni Bağdat Caddesi’ndeki korkunç gürültü kirliliği.
Spor araba ve motosiklet terörü de denebilir aslında...
Akşam saatlerinde başlayan bu işkence sabaha kadar devam ediyor.
Altına spor araba alıp egzozuyla oynayan, makas atan artistler mi dersiniz, motosikletleri şaha kaldırıp, son sürat gaza basıp kulak zarlarına tecavüze kalkanlar mı!
Anadolu yakasında huzur kalmamış durumda.
Bu durumda iş tabii yine trafik polislerimize düşüyor.
Pek çok Bağdat Caddesi sakininin sakinlik, sükunet arzusunu ben buradan iletmiş olayım.
Kedi, köpek zararlı mı?
“Evcil hayvan beslemenin faydası var mı?” diye çok soran oluyor.
Bunun insana nasıl iyi geldiğini, nasıl rahatlatıp sakinleştirdiğini zaten herkes biliyor.
Ben şimdi sağlık yönünden muhtemelen bilmediğiniz başka detaylardan bahsedeceğim.
İsviçre’de yapılan bir araştırmada, alerjik reaksiyonların hepsinin genetik olmadığı, ev hayvanları olan çocukların alerjenlere temasları sonucu alerjiye karşı korunduğu tespit edildi.
Almanya’daki başka bir araştırmaya göre de ev hayvanlarıyla (özellikle kediler) temas eden çocuklarda, diğer çocuklara göre yüzde 67 daha az astım ve yüzde 45 daha az ateşli hastalık görülüyor.
Kedi, köpek alerji ve astım yapmıyor, tam tersine erken yaşta tanışıldığında bunlara iyi bile geliyor.
“Hayatın ilacı sadık bir dosttur” cümlesi bir kez daha kanıtlanmış oldu yani.
Eviniz ve ortamınız müsaitse, iki gün sonra sıkılıp başkasına vermeye kalkmayacaksanız, çocuklarınızı bu güzel dostlarla tanıştırın derim.
Helen Mirren’dan feminizm
Hangi cinsten olursanız olun, feminist olun. Bugüne kadar bulunduğum bütün ülkelerde, İsveç’ten Uganda’ya, Singapur’a kadar her yerde kadınlara saygı duyulduğunda ve hayallerini gerçekleştirmek için özgürlük tanındığında, hayatın herkes için daha iyi, daha güzel olduğunu gördüm.
Feminizm soyut bir kavram değil, bir gereklilik. Ben kendimi feminist ilan ediyorum ve size de öyle olmanızı tavsiye ediyorum.
Bu sözler, geçmiş yıllarda Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne geldiğinde sohbet etme fırsatı bulduğum ve büyük hayranı olduğum ünlü İngiliz oyuncu Helen Mirren’ın bu yıl içinde yaptığı bir konuşmadan alıntı.
Feminizmi erkek düşmanlığı değil, kadınların bu dünyayı daha iyi hale getirmesi için bir adım, bir gereklilik olarak görürsek, Helen Mirren’ın izinden gitmekte zorlanmayız sanırım.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR