Türkiye’nin dış politika gündemi….

Suriye ve Yunanistan’la ilişkiler geçen hafta içinde de Türkiye’nin dış politika gündeminde ön planda yer almayı sürdürdü.

Haberin Devamı

Bu gayet normal bir durum. Her ülke için komşularla ilişkiler öncelikli. Özellikle Suriye’de yıkıcı bir iç savaş halen devam ediyor, bu ülkedeki siyasi istikrarsızlık ve ülkenin toprak bütünlüğü ile siyasi birliği üzerindeki giderek artan soru işaretleri Ankara’yı doğrudan ilgilendiriyor ve endişelendiriyor.

Doğu Guta’daki çatışmalar ve (Duma’da) kimyasal silah kullanımı iddiaları ile ABD’nin (İngiltere ve Fransa ile birlikte) Şam rejimini cezalandırmak gerekçesiyle (rejimin üç kimyasal tesisini hedef alarak) düzenlediği (kısıtlı) hava operasyonu sonrasında geçen hafta Suriye’de askeri hareketlilikte bir azalma izlendi. Dikkatler Kimyasal Silahların Kullanımını Önleme Örgütü (OPCW) uzmanlarının Doğu Guta’da (Duma’da) yaptıkları incelemeler üzerine toplandı.

Haberin Devamı

OPCW, Doğu Guta’da (kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığı konusundaki) incelemelerini Şam rejiminin daveti üzerine yaptı. Buna rağmen uzmanların kimyasal silah kullanıldığı belirtilen bölgeye (Duma’ya) girmesinin geciktirildiği ve engellendiği iddiaları (ve bunun kimyasal silahların izlerini bulma imkanını ortadan kaldırdığı suçlamaları) basında yer aldı. OPCW uzmanlarının (Duma’da) inceleme yapmaları bile sorun haline geldi. Her halükarda OPCW’nun inceleme sonuçlarını açıklamasının zaman alacağı anlaşılıyor.

Şam rejimi ve Rusya Duma’da kimyasal silah kullanılmadığını, ABD ve 2 müttefikinin (İngiltere ve Fransa) Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak için bu iddiaları ortaya attığını iddia etmeye devam ediyor. Suriye başkent Şam’ın hemen yakınlarındaki Doğu Guta’yı (muhaliflerden) geri alarak zaten istediğini elde etmiş durumda. ABD, İngiltere ve Fransa (OPCW incelemesinin sonucunu beklemeden) Şam rejimi hedeflerine (kısıtlı ve cezalandırıcı) bir askeri operasyonu esasen yaptılar. Buna rağmen OPCW incelemesinin sonucu önemli. Kimyasal silah kullanmak uluslararası hukuka aykırı ve suç teşkil ediyor. OPCW sonuçları ilerde (bu konuda sicili zaten kötü olan) Şam rejimine (ve gerekirse Rusya’ya) karşı (muhtemel bir davada) delil olarak kullanılabilecek.

Haberin Devamı

Suriye’de Şam rejiminin alandaki (ve görüşme masasındaki) pozisyonunu güçlendirmek için (Doğu Guta’da görüldüğü gibi) silaha başvurmaya devam ettiği ve ilan edilen ateşkesleri kolaylıkla ihlal ettiği ortada. Rejimin şimdi dikkatini başkent Şam çevresinde rejim karşıtı güçlerin elinde kalan son küçük alanlara çevirdiği ve Yarmuk kampı ile Kalamun bölgesine karşı askeri operasyonların (hemen) başlayabileceği basında bildiriliyor.

Buna rağmen Suriye sorununun askeri olarak çözümlenemeyeceğine ve diplomasının tek çözüm yolu yolduğuna inananlar büyük çoğunlukta. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Gutteres de sürekli olarak bu hususu vurguluyor. Siyasi çözüm konusunda devam eden iki süreç (Astana ve Cenevre Süreçleri)  var. Rusya, İran ve Türkiye’nin sürdürdüğü Astana Süreci’nin son toplantısı Ankara’da gerçekleşti ve Birleşmiş Milletler’e yeni Suriye Anayasası konusunda çalışacak Komisyonun bir an önce kurulması ve çalışmalarına başlanılması çağrısı yapıldı. Bunun sağlanması için temasların sürdürüldüğü anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Rus Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili ile Putin’in Suriye danışmanı kısa bir süre önce Ankara’daydı. BM Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi De  Mistura da Ankara’da görüşmeler yaptıktan sonra Moskova’ya geçti. Bu görüşmeler sonucunda BM’lerin düzenleyeceği yeni Suriye Anayasası üzerinde çalışacak Komisyonun en kısa zamanda Cenevre’de toplanması Suriye’de siyasi çözüm arayışlarını canlandırma konusunda önemli bir adım olacak.

Geçen hafta Türkiye’nin dış politika gündeminde ön plana çıkan diğer gelişmeler de (batıdaki komşumuz) Yunanistan’la ilişkilerde yaşandı. Yunanistan ile ilişkilerde (önceki bir yazımda değindiğim gibi) “bir şeylerin” iyi gitmediği bir süreden beri ortadaydı. Geçen hafta da Yunanistan’dan (Türkiye-Yunanistan ilişkileri için) “iyi” olmayan haberler gelmeye devam etti.

Haberin Devamı

Yunanistan yargısının Türkiye’deki darbe girişimine katılarak Yunanistan’a kaçanlarla ilgili aldığı kararlar Ankara’nın tepkisini çekiyor.  Yunan yargısının son kararları Yunanistan’ın (ilişkilerin iyi düzeyde devamı için gerekli olan)  Ankara’nın hassasiyetlerini dikkate almadığını göstermeyi sürdürüyor. Ankara Yunanistan’ı Türkiye aleyhtarı faaliyetlerin “merkezi” haline gelmekle suçluyor.

Türkiye-Yunanistan ilişkileri için Yunanistan tarafından bir başka olumsuz davranış (Savunma Bakanları gibi “maceracı” oldukları anlaşılan) üç Yunanlının Didim açıklarında bir kayalığa Yunan bayrağı dikmeleriyle geldi. Türk sahil muhafaza güçleri bayrağı hemen indirdiler ve resmi Yunan makamlarından da  “olayı tırmandıracak” bir hareket gelmedi. Ama tüm bu olay son zamanlarda Yunanistan’da Ege’de “denizden kaynaklanan sorunları” tekrar  “donmuş” durumundan çıkartmak ve “kışkırtmak” isteyen çevrelerin artmakta ve “hareketlenmekte” olduğunu gösterdi ve akıllara iki ülkenin sıcak bir çatışmanın çok yakınına geldiği Kardak Krizini getirdi.

Haberin Devamı

Yunanistan’ın 2009 yılından sonra girdiği “ekonomik krizden” çıkmakta olduğu yönündeki işaretler arttıkça, Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerde daha “maceracı” ve “saldırgan” olmaya başladığına, eski “kötü huy”  ve politikalarına dönmekte olduğuna inananların sayısı artıyor. Halbuki 1999’dan beri Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan düzelme ve bu “iyileşmenin” (özellikle ekonomik alanda) doğurduğu sonuçlar iki ülkenin de çıkarına. Yunanistan’da bunu görenlerin bir an önce harekete geçerek ilişkileri 1999 öncesi dönemlere çekmek isteyenlere karşı çıkmaları ve bunların “kışkırtmalarını” önlemeleri gerekiyor.

Geçen hafta içinde Türkiye-Yunanistan ilişkileri için bir başka “olumsuz” bir haber de Avrupa Birliği’nden geldi. AB Türkiye İlerleme Raporu’nda (Türkiye ile sorunlarında)  Yunan/Rum görüşlerini destekleyen ifadeler yer aldı. Bu da Kıbrıs sorunu halledilmeden Kıbrıs Rum Yönetimi’ni AB’ye alan ülkelerin şimdi Ege/Doğu Akdeniz’de “denizden kaynaklanan sorunlarda” da harekete mi geçtikleri sorusunu gündeme getirdi.

AB’nin (adadaki iki toplum arasındaki sorunlar halledilmeden) Kıbrıs’ı (Kıbrıs Rum Yönetimi’ni) üyeliğe kabul etmesi büyük bir hatadır. Özellikle Kıbrıs’a üyeliğin Annan Planı’nın güneydeki referandumda reddedilmesinden hemen sonra verilmesi, AB’yi yöneten ülkelerin Kıbrıs sorununun çözümünü istemediği ve adadaki (toplumsal) sorunların devam etmesini arzu ettikleri görüşüne kuvvet kazandırmıştır. Her halükarda (adadaki iki toplumun birlikte yaşayacakları bir yapı ortaya çıkarılmadan) Kıbrıs’ın AB üyeliğine kabulünün Kıbrıs Sorununun çözümünü çok daha zorlaştırdığı açıktır. Bugün de AB’nin Ege ve Doğu Akdeniz’de (üyelik dayanışması kisvesi altında) Yunanistan ve KRY verdiği destek esasında AB’yi yöneten ülkelerin Ege ve Akdeniz’deki “denizlerden kaynaklanan sorunların” çözümlenmesini de istemedikleri anlamına gelmektedir.

Geçen hafta (komşularımızla ilişkilerimizi etkilemeyen ancak Türk kamuoyun da ilgisini çeken) iki dış politika gelişmesi daha dikkatleri üzerine toplamıştır. Bu gelişmelerden ilki Küba’da meydana gelmiş, Küba’da yeni bir Cumhurbaşkanı göreve başlamıştır. Uluslararası basında bu gelişme Küba’yı 50 yıldan bu yana idare eden Castro ailesinin yönetiminin sona ermekte olduğu yorumlarına yol açmıştır.

Raul Castro (abisi Fidel Castro’dan) resmi olarak 2008 yılında devraldığı Cumhurbaşkanlığını (genç nesil olarak sayılan) Miguel Diaz-Canel’e (58 yaşında) bırakmıştır. Ancak 86 yaşındaki Raul Castro halen (ülkedeki en önemli makam olan) Küba Komünist Partisi Birinci Sekreteri görevini sürdürmektedir. Raul Castro’nun bu görevini de (kısa) bir süre içinde Diaz-Canel’e bırakılması ve Küba’da yönetimin Castro ailesinden (güvenilen ancak aile dışından) yeni bir nesile devrinin tamamlanması beklenmektedir.

ABD’nin bütün müdahalelerine rağmen Küba’da Komünist Partisi’nin iktidara gelişini, 1961 yılı Domuzlar Körfezi İstilasını ve 1962 yılında (Türkiye’yi de yakından ilgilendiren) Küba Füze Krizini hatırlayanlar için Küba önemli bir ülkedir. ABD’nin bütün muhalefetine rağmen Castro ailesi ve Küba Komünist Partisi 50 yıldan beri ülkeyi idare etmekte ve iktidarda kalmakta başarılı olmuştur. Sovyetler Birliği’nin (ve Varşova Paktı’nın) 1990 yılında dağılmasından sonra da Komünist Partisi Küba’da iktidarda kalmaya devam etmiştir.

Hemen ABD’nin güneyinde yer alan ve ABD’nin Orta ve Güney Amerika kıtasındaki egemenliğine karşı çıkan Küba’nın Vaşington dış politikasında daima önemli bir yeri olmuştur. Obama Yönetimi sırasında ABD’nin yeni bir Küba politikası izlemeye başlaması, ABD ile Küba arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması ve (80 yıllık bir süre sonunda) Obama’nın Küba’ya yaptığı ziyaret Dünya kadar Türk kamuoyunun da büyük ölçüde ilgisini çekmiştir. Başkan Trump yönetime geldiğinden bu yana (diplomatik ilişkileri tamamen kesmemekle birlikte) Obama Yönetimi’nin Küba’yla ilişkiler konusunda aldığı birçok kararı geri döndürmüştür. Önümüzdeki günlerde Başkan Trump’ın (şimdi yeni bir liderlik altındaki) Küba’ya yönelik politikası ilgi toplamaya devam edecektir.

Geçen hafta dış politika konusunda diğer önemli bir haber Kuzey Kore’den kaynaklandı. Kuzey Kore liderinin (Kim Jong-un) ülkesinin tüm nükleer denemeleri ile füze geliştirme programlarını durdurduğunu açıklaması ABD ve bölgenin önemli ülkelerinde (Japonya ve Avusturalya)  “ihtiyatlı da olsa” olumlu bir hava yarattı, Başkan Trump attığı twitte Kim Jong-un tarafından yapılan açıklamayı memnunlukla karşıladığını bildirdi. Genel kanı Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in tarafından başlatılan Güney-Kuzey Kore diyaloğundan “sonuç “ çıkabileceği yönündeki beklentilerin yükseldiği yönündedir.

Güney ve Kuzey Kore liderlerinin “önemli” zirve toplantısı 27 Nisan günü gerçekleşecektir. İki Kore arasındaki bu zirvenin “başarısına” göre Mayıs ayı sonu veya Haziran ayı başında Başkan Trump’ın Kuzey Kore lideriyle görüşmesi beklenmektedir. ABD ve Kuzey Kore liderleri arasında yapılacak bu ilk zirvenin Dünya’nın dikkatini tamamen üzerinde toplaması beklenmekte, 71 yaşındaki Başkan Trump ile 34 yaşındaki Kim Jong-un arasındaki görüşmenin nerede yapılacağından muhtemel sonuçlarına kadar tüm yanlarıyla şimdiden topladığı ilgi giderek artmaktadır.

 

Yazarın Tüm Yazıları