İdlib niçin önemli

İdlib, Astana süreci içinde Suriye’de kurulan ve halen Şam rejimi karşıtı güçlerin elinde bulunan son Çatışmasızlık Bölgesi’dir. Şam rejiminin İdlib’e karşı askeri bir saldırı düzenleyeceği yönündeki haberler bir süreden beri yayılmaktadır. Şam rejiminin İdlib’i de ele geçirerek Suriye’nin Batısındaki kontrolünü büyük ölçüde tamamlamayı planladığı anlaşılmaktadır. Şam’ın İdlib’i ele geçirmek için düzenleyeceği bir saldırının bölgede ciddi bir insani kriz yaratmasından ve Türkiye sınırına doğru yeni bir göç dalgasını tetiklemesinden endişe duyulmaktadır.

Haberin Devamı

Bugün İdlib “Çatışmasızlık Bölgesinde” 3 milyon civarında nüfus yaşadığı tahmin edilmektedir. Suriye İç Savaşı başlamadan önce, 2010 yılında, İdlib şehrinin nüfusunun 165 bin, İdlib eyaletinin nüfusunun ise 1,4 milyon civarında olduğu bilmektedir. İç savaş sırasında bölgenin nüfusu, ülkenin diğer bölgelerinden buraya kaçanlarla, 2 katına kadar çıkmıştır. İdlib’te bugün 1 milyona yakın çocuğun bulunduğu düşünülmektedir.

Birleşmiş Milletler yetkilileri de Şam rejiminin İblib’e yönelik bir askeri operasyonunun bölgede ciddi bir insani sorun yaratacağı, nüfus yoğunluğu nedeniyle sivil halk arasında kayıpların büyük olacağı ve Türkiye yönünde yeni bir göç dalgası yaratması tehlikesinin büyük olduğu uyarılarını yapmaktadır.

Astana Süreci içinde geçen yıl ortalarında kurulan 4 “Çatışmasızlık Bölgesinden” 3’ü bugün Şam rejiminin kontrolü altına girmiş durumdadır. Şam rejimi Hama (Rastana ve Telbise) ve Şam (Doğu Guta) şehirlerinin yakınında bulunan iki küçük “Çatışmasızlık Bölgesini” ilk aşamada ele geçirmiş ve kısa bir süre önce de Ürdün sınırında Dera şehri ve çevresinde yer alan Çatışmasızlık Bölgesini rejim muhalifi güçlerinin elinden almış ve kontrolü altına sokmuştur.

Haberin Devamı

Suriye İç Savaşı’nın başlamasından beri muhalif güçlerin elinde bulunan bu bölgelerin (İdlib dışında) Şam rejimi tarafından alınması rejimin ülke çapında kontrolünü büyük ölçüde genişletmiş ve Şam rejiminin daha da güçlenmesine neden olmuştur. Doğu Guta ve (daha sonra) Dera Çatışmasızlık Bölgeleri’nde yürütülen askeri operasyonlar uluslararası kamuoyunun ilgisini tekrar Suriye iç savaşı üzerine çevrilmesine sebep olduysa da, Şam rejimi askeri operasyonlarını uluslararası önemli bir tepki ve karışma olmadan kolaylıkla yürütebilmiş, bu bölgeleri de kontrolü altına sokabilmiştir.

Dera Çatışmasızlık Bölgesi’nin Suriye’nin Ürdün ve İsrail (İsrail işgali altındaki Kuneytra bölgesi) sınırında olması, başlangıçta Şam rejiminin burada yürüttüğü askeri operasyonun daha “sorunlu” geçebileceği düşüncesini ortaya çıkarttıysa da, ne bu “Çatışmasızlık Bölgesinin” kurulmasında rol oynayan Ürdün ile ABD’den ve ne de İsrail’den “ciddi” bir tepki gelmemiştir. Şam rejimi askeri operasyonu tamamlayarak, Dera bölgesini de muhaliflerden almış ve kontrolü altına sokmuştur.

Haberin Devamı

Bu dönemde İsrail Başbakanı Netanyahu’nun birçok kez Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşmek için Moskova’ya gittiği izlenmiş, İsrail yetkilileri Şam rejimi ve Esad ailesiyle bir sorunları bulunmadığını sıklıkla açıklamaya başlamışlardır. İsrail Suriye’deki sorunlarının İran’ın bu ülkedeki askeri varlığı olduğunu; İran, Hizbullah ve El Kaide bağlantılı örgütleri kendi güvenliği için tehdit olarak gördüğünü; Esad ailesinin Suriye’yi yönetmesiyle ilgili bir sorunlarının ise bulunmadığını açıklamaktadır. Trump Yönetimi’nin de Suriye’de benzer bir tutum içinde olduğu izlenmektedir.

İsrail, büyük ihtimalle, Esad ailesi yönetiminde kalacak, tam olarak birleşemeyecek ve Arap Dünyası ile bütünleşemeyecek, ülkenin yeniden inşası için dış kaynak bulamayacak bir Suriye’nin kendisi için daha tercih edilebilir olduğunu hesaplamaktadır. İsrail’in Suriye’deki İran etkisi ve askeri varlığının azaltılması, hatta tamamen ortadan kaldırılması için de (Suriye’de en etkili dış güç durumundaki) Rusya ile görüşme ve anlaşma yoluna gitti ortaya çıkmaktadır.

Haberin Devamı

Dera şehri ve kırsal bölgesinin kontrolünü altına geçmesinden sonra Şam rejimi dikkatini İdlib “ Çatışmasızlık Bölgesine” çevirmiştir. Diğer çatışmasızlık bölgelerinin Şam rejimi kontrolüne geçmesi sırasında buralardaki muhalif savaşçılar ve sivil halktan isteyenler İdlib bölgesine taşınmıştır. Halep ve çevresinin rejim kontrolüne geçmesi sırasında da çok sayıda savaşçı ve sivilin İdlib bölgesine kaçtığı bilinmektedir. Bugün İdlib Batı Suriye’de muhalefetin elinde bulunan tek büyük ve önemli toprak parçası olarak kalmıştır.

İdlib’de Özgür Suriye Ordusu dışında geçmişte veya bugün El Kaide ile bağlantılarının olduğu belirtilen, isimleri de sıklıkla değişen (Suriye Kurtuluş Cephesi, Heyet Tahrir Şam, Hurras ed-Din gibi) örgütlerin savaşçılarının da bulunduğu bilinmektedir. Bu grupların ve örgütlerin geçmişte İdlib’i kendi kontrollerine alabilmek için aralarında da çatıştıkları izlenmiştir. İdlib’te yerel yönetimin El Kaide bağlantısı olmayan grup ve örgütlerin elinde bulunması çözümün parçası olabilir.  

Haberin Devamı

Türkiye için İdlib’teki gelişmeler birçok acıdan önem taşımaktadır. Her şeyden önce İdlib’te çıkacak bir çatışma Türkiye sınırına doğru yeni bir göç dalgasına yol açma tehlikesini ortaya çıkartmaktadır. 3,5 milyon civarında Suriyeli sığınmacıyı barındıran Türkiye için sınırının hemen ötesinde çıkacak yeni bir insani kriz ve sığınmacı akımı ciddi bir sorun ve tehlike oluşturacaktır.

Astana süreci içinde Rusya ve İran’la varılan anlaşma çerçevesinde Türkiye İdlib “Çatışmasızlık Bölgesinde” 12 askeri gözlem noktası oluşturmuştur. Türkiye bu “gözlem noktalarında” önemli sayıda asker ve mühimmat bulundurmaktadır. İdlib’te tırmanacak silahlı bir çatışmanın bu askerlerimizi etkilemesi ve Türkiye ile Şam rejimi güçlerini doğrudan karşı karşıya getirmesi riski yüksektir. İdlib Çatışmasızlık Bölgesinin dış sınırlarına kurulan bu gözlem noktaları Şam rejiminin başlatabileceği bir saldırıdan doğrudan etkilenebilecek bir konumdadır.

Haberin Devamı

Şam rejiminin Dera’dan sonra İdlib’i de ele geçirmesi halinde Suriye’deki kontrolünü büyük ölçüde tamamlayacağı ve güçleneceği ortadadır. İdlib’in Şam rejiminin eline geçmesi durumunda (büyük bölgeler olarak) rejimin kontrolü dışında sadece ABD’nin desteklediği PYD’nin elindeki (Fırat’ın doğusunda) geniş bir alan ve Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) elindeki (Türkiye sınırında) El Bab-Cerablus-Azez-Afrin bölgesi kalacaktır. İdlib’ten sonra Şam rejiminin bu bölgeler üzerindeki baskısını arttırması ve bu bölgelere dönmesi ihtimali de vardır.

ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri büyük ölçüde PKK terörist örgütünün Suriye uzantısı YPG’den oluşmaktadır. PYD/YPG bugün Suriye’de Fırat’ın doğu ve kuzeyindeki tüm bölgeleri ve aralarında Tel Abyad, Rakka ve Menbiç gibi geçmişte Sünni Arap çoğunluğu olan şehirleri elinde tutmaktadır. Bu bölgedeki Haseke ve Kamışlı şehirlerin ufak bölümleri ise hala Şam rejimi kontrolü altındadır. PYD/YPG’nin elinde bulunan ve Suriye’nin önemli bir bölümünü kapsayan bu alan (büyük bir kısmı çok kurak ve çöl niteliğinde olsa da) Suriye’deki petrol ve doğal gaz kuyularının da önemli bir kısmına sahiptir.

PYD/YPG’nin Şam rejimiyle yakın temasının bulunduğu bilinmektedir. Son olarak PYD/YPG’nin petrol kuyularının işletilmesi ve çıkarılan petrolün Şam rejimine satılması konularını Şam’la konuştuğu basında bildirilmiş, PYD/YPG’nin Şam rejimiyle bu temasları ABD’nin bilgisi ve “izni” olmadan yapamayacağı yorumları basında yer almıştır. ABD’nin hava gücünden çekinen Şam rejiminin (başarılı olduğu takdirde) İdlib’ten sonra dikkatini Afrin-Azez-Cerablus-Bab bölgesine döndürmesi daha yüksek bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır.

Şam rejiminin İdlib’te göstereceği başarı ve İdlib’i kontrolü altına alması (kaçınılmaz olarak) Şam rejiminin etkisini ve günü arttıracak, Şam bu durumu masa başında da lehine döndürmeye çalışacaktır. Astana-Soçi sürecinin son toplantısında Anayasa yapım çalışmalarının hızlandırılması kararı alınmıştır. Anayasa Yapım Komisyonu’nun bir an önce oluşturularak, çalışmalarına başlatılması hedeflenmektedir. Suriye sorununun siyasi çözümü bir ölçüde yeni Anayasanın ortaya çıkartılmasına ve uygulanmasına bağlanmıştır.

Şam rejiminin diğer 3 bölgeden sonra İdlib Çatışmasızlık Bölgesini de ele geçirerek Anayasa Komisyonu çalışmalarına “eli” daha “güçlü” gitmeyi planlaması ihtimali bulunmaktadır. Rusya ve İran’ın desteğine sahip olan, İsrail ve ABD’nin de dolaylı desteğini elde etmeye çalışan Şam’ın, İdlib’i ele geçirmesinden ve PYD/YPG ile anlaşmasından sonra, istediği bir Anayasayı ortaya çıkartmasının ve uygulamaya koymasının daha kolay olacağı hesaplarının içinde olması mümkündür.

Şam rejimin İdlib’e geniş kapsamlı bir askeri operasyonunun doğuracağı insani krize dikkat çekmekte olan BM yetkileri İdlib sorununun mutlaka diplomasi yoluyla çözümlenmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Bu çerçevede esas görev Rusya’ya düşmektedir. Şam rejiminin Rusya’nın onayını almadan İdlib Çatışmasızlık Bölgesine geniş kapsamlı askeri bir operasyon düzenlemesi ihtimali bulunmadığı açıktır. Türkiye ile Rusya Suriye’nin geleceği konusunda bir süreden beri yakın bir işbirliğini başarılı bir şekilde sürdürebilmektedir. İdlib konusunun da Ankara ile Vaşington arasında her yönüyle ele alınması ve Şam rejiminin askeri bir operasyonuna gerek olmadan çözümlenmesi gerekmektedir. BM yetkililerinin yaptıkları açıklamalar da esasen bu yöndedir.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un 10. Büyükelçiler Konferansında bir konuşma yapmak amacıyla Türkiye’ye gelecek olması, diğer konuların olduğu gibi, Suriye ve İdlib konusunun da Türkiye ile Rusya arasında doğrudan ele alınması için iyi bir fırsat yaratmaktadır. Lavrov’un 13-14 Ağustos tarihlerinde Türkiye’de olacağı açıklanmıştır.

Suriye’de Idlib konusunun askeri değil (mutlaka) diplomasi yoluyla çözümüne gerek bulunmaktadır. Suriye sorununun masa basında görüşmeler yoluyla çözümlenmesi konusunda da hızlı ilerleme gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu yönde Anayasa Komisyonunun bir an önce çalışmalarına başlaması ve Suriye’de daha demokratik, çoğulcu ve katılımcı bir anayasanın yapılması konusunda başarılı olması Suriye krizinin çözümü konusunda önemli bir adım olacaktır. Esad rejiminin geleceği konusu halen Suriye’de siyasi çözümün “anahtarı” olmayı sürdürmektedir. Cumhurbaşkanının seçilebileceği dönem konusunda yeni anayasada bir sınırlama getirilmesi konuyu çözebilecek bir formül olarak düşünülmelidir.         

 

    

    

    

Yazarın Tüm Yazıları