Filistin sorununda yeni gelişmeler

Geçen hafta İsrail Parlamentosu (Knesset) çok tartışmalı bir yasayı kabul etti. Yasa İsrail’i bir “Yahudi Devleti” olarak kabul ediyor ve İsrail’in Dünya’daki tüm Yahudilerin Devleti olduğunu ilan ediyor. Yasaya göre Dünya’daki tüm Yahudilerin İsrail’e dönme hakkı var ve ülkede kendi kaderini tayin etme hakkı sadece Yahudilere ait. Yasa, ayrıca, hukukta bir boşluk olduğu durumlarda, Yahudi Şeriatının referans olarak alınacağını, yani (iç) hukuktaki boşlukların Yahudi dini kurallarıyla doldurulacağını, Yahudi dini günlerinin resmi tatil günü sayılacağını da kabul ediyor.

Haberin Devamı

“Yahudi Ulus Devleti” yasası İsrail’in başkentinin Kudüs olduğu, (İsrail işgali altında bulunan) Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin (kurulmaya) devam etmesi gerektiği ve (bu yerleşim birimlerinin inşasının) İsrail’in milli çıkarına olduğu yönünde bir maddeyi de içeriyor.

Esasında “Yahudi Ulus Devleti” yasası uygulamada çok yeni hususlar da getirmiyor. Yasanın (daha çok) yaptığı İsrail Hükümetlerinin uzun zamandan beri uygulamada olan (Filistinli Araplara karşı) “ayrımcı” politikalarını “yasal” hale dönüştürmek. İsrail’de Filistinlilere karşı “ayrımcı” politikalar uzun bir süreden beri zaten devam ediyor, İsrail’e gelen Yahudilere vatandaşlık (neredeyse otomatik olarak) veriliyor, Kudüs’le ilgili (uluslararası hukuka aykırı) kararlar uygulamada.

Haberin Devamı

Irkçı suçlamalarıyla eleştirilen bu yasanın çıkması için uzun bir zamandan beri çalışılıyor. İsrail’de yazılı bir anayasa olmadığı için “Yahudi Ulus Devleti” yasası İsrail hukukunun oturtulduğu “temel yasalar” arasına girmiş ve İsrail Devleti’nin “Yahudi kimliği” de hukuki bir zemin kazanmış olacak.

İlk turda 62 olumlu 55 olumsuz ve 2 çekimser oyla geçen Yasanın (İsrail Parlamento kurallarına göre) kanunlaşması için iki tur daha oylanması ve kabul edilmesi gerekiyor. Yasaya gelen bütün tepkilere rağmen bunun zor olmayacağı ve “Yahudi Ulus Devleti” Yasasının kısa sürede kanunlaşacağı anlaşılıyor.

Yasanın (ilk turda) az sayılacak bir farkla kabul edilmesi, aralarında (Başbakan Netanyahu’nun partisi Likud’tan gelen) Cumhurbaşkanı Rivlin’in de bulunduğu (İsrailli) yetkililer tarafından eleştirilmesi yasanın ayrımcı, ırkçı niteliğinin İsrail içinde de görüldüğüne işaret ediyor. Yasanın ilk turda kabulünden sonra İsrail’de (yasanın muhalifleri tarafından) düzenlenen gösteriler de bunu gösteriyor.

“Yahudi Ulus Devleti” Yasasında uygulamada (hemen) değişiklik getirecek en önemli madde Arapça ile ilgili olanı. Yasa ülkenin resmi dilinin (sadece) İbranice olduğunu belirtiyor ve Arapça resmi dil olma statüsünden çıkartılıyor. Bu durum İsrail’in Filistinli Arap vatandaşları için (yasanın hukukileştirdiği) ayrımcı uygulamaların ne kadar ciddi olacağını gösteriyor. Arapça (İsrail Devleti’nin kurulduğu) 1948 yılından beri ülkedeki 2 resmi dilden biri.

Haberin Devamı

Yasaya yöneltilen eleştirilerin başında yasanın (İsrail vatandaşı olan) Filistinlilere yönelik “ayrımcılığı” hukukileştirmesi geliyor. Bu yasa ile İsrail’in demokratik ve çoğulcu (çok kültürlü) yapısının ciddi bir darbe aldığı, İsrail’de bir “apartheid”  devlet kurulmak istendiği eleştirileri seslendiriliyor. İleriye bakanlar arasında yasayı İsrail’de etnik temizliğe hazırlık için ciddi bir adım olarak görenler var. Yasanın Filistin sorununun çözümü konusundaki olumsuz etkileri de seslendirilen diğer bir husus.

Yasaya (bekleneceği gibi) ilk tepkiler İsrail içindeki Filistinliler, İsrail Parlamentosu’ndaki (Knesset) Arap milletvekillerinden geldi. Filistin Cumhurbaşkanı Abbas dahil Filistin Yönetimi de yasaya sert eleştiriler getirdi. Yasayı ilk eleştiren ülkeler arasında Türkiye yer aldı. AB (çok sesli olmasa da)  yasayı eleştiren bir açıklama yaptı. Ürdün’ün yasa nedeniyle İsrail’i eleştirdiği haberinin basında yer almasına karşılık diğer Arap ülkeleri hükümetlerinden bir tepki gelmemesi dikkat çekti. ABD ve Trump Yönetimi’nden de (en azından şu ana kadar) yasayla ilgili bir açıklama gelmediği izleniyor.

Haberin Devamı

İsrail’in 8,5 milyon civarında olan nüfusunun %20 kadarını Filistinli Araplar oluşturuyor. Bunlar İsrail’in 1967 sınırları içerisinde yaşayan, İsrail vatandaşı olan Filistinli Araplar. İsrail vatandaşı Filistinliler daha çok ülkenin kuzeyinde yaşıyor. İsrail’de Akra ve Nablus gibi (büyük sayılabilecek) şehirlerin Arap yapısı hala çarpıcı olarak görülebiliyor.

Bugün İsrail’i Likud Partisi lideri Netanyahu Başbakanlığında (6 partiden oluşan) bir koalisyon hükümeti yönetiyor. Netanyahu 2009 yılından beri (kesintisiz) Başbakan. İsrail siyasi hayatında daha önce de rol oynayan Netanyahu Filistinlilere karşı aşırı ve iki devletli çözüme karşı görüşleriyle biliniyor. Netanhayu hükümetinde yer alan partilerin bu konudaki tutumları daha da aşırı. 120 üyeli İsrail Parlamentosunda Netanhayu (koalisyon) hükümetinin 66 milletvekili var. Parlamento’daki muhalefet partileri arasında (İşçi Partisi ve Hannuha partilerinden oluşan) Zionist Blok (24 milletvekiliyle) en büyük parti.   

Haberin Devamı

İsrail vatandaşı Filistinliler İsrail Parlamentosu’nda temsil ediliyor. 2015 Seçimlerinde parlamentoya giren ana dili Arapça olan milletvekili sayısı 18. İsrail’de Filistinli Arapların kurudukları parti sayısı oldukça fazla. Şu anda parlamentoda yer alan (Hadaş, Balad ve Taal gibi partilerden oluşan)  Ortak Liste 13 milletvekiliyle 3. büyük bloku oluşturuyor. Ortak Liste parlamentodaki muhalefet partileri içinde yer alıyor. Parlamento’da “Yahudi Ulus Devleti” Yasası’nın kabulüne en büyük tepkiyi gösterenler de Orta Liste milletvekilleri. 

İsrail’de iki devletli çözümden uzaklaşma ve (İsrail işgali altındaki Batı Şeria ile Gazze’de yaşayan) Filistinlilere karşı artan şiddet yanlısı politikalara paralel olarak, 1976 sınırları içinde kalan İsrail vatandaşı Filistinli Araplara yönelik “ayrımcı” politikalarda da hızlı bir artma görülüyor. Birçok gözlemci “Yahudi Ulus Devleti” Yasası’nı İsrail Hükümetlerinin Filistinlilere karşı genel olarak artan olumsuz tutum ve politikalarının son bir halkası olarak görüyor.

Haberin Devamı

Başbakan Netanyahu’nun  “gerçek” bir iki devletli çözümü (bir süreden beri) desteklemediği ortaya çıkıyor. Knesset’te temsi edilen partilerin çoğunluğu (bunlar arasında Başbakan Netanyahu’nun Likud Partisi de bulunuyor) artık “iki devletli çözümün” İsrail’in çıkarlarına hizmet etmediği görüşüne meyletmiş durumda. Bu durumun temelinde İsrail’in (bırakın Doğu Kudüs’ü) Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü elinden çıkartmak istememesinin yattığı anlaşılıyor. Esasen (baktığımızda) Başbakan Yitzhak Rabin’in Kasım 1995 tarihinde (aşırı sağcı bir Yahudi tarafından) öldürülmesinden sonra adım adım gerçek bir “iki devletli”  çözümden uzaklaştığına inananlar çok.

İsrail (1967 Savaşı’ndan beri işgali altında tuttuğu) Batı Şeria’ya da uyguladığı (uluslararası hukuka aykırı) yerleşim merkezleri politikasıyla büyük bir tepki topluyor. Bu yerleşim merkezlerinin sayısı ve Batı Şeria’da yaşayan Yahudi nüfusu (her geçen gün) hızla büyüyor. Böylece Batı Şeria bir anlamda kolonileştiriliyor ve (sadece bugün için değil) geleceğe yönelik olarak da Batı Şeria’nın Filistinlilere geri verilmesinin önü kesilmeye çalışılıyor. Bugün (uluslararası hukuka aykırı) bu Yahudi yerleşim merkezlerinde yaşayan Yahudi nüfusunun 700 bine yükseldiği, Batı Şeria’nın %15’ e kadar varan bir bölümünü kapsadığı tahmin ediliyor. “Yahudi Ulus Devleti” Yasası’nda (işgal altındaki Batı Şeria’da) Yahudi yerleşim merkezleri inşasını teşvik eden bir madde de yer alıyor.

İsrail’in genişlemeci politikaları bir yandan Batı Şeria’yı hedef alırken, İsrail Batı Şeria’da yaşayan 2,5 milyon Filistinliyi (daha sıkı) kontrol altında tutabilmek için (aralarında ayrım duvarının da bulunduğu) çoğu (uluslararası hukuka aykırı) uygulamayı da (arka arkaya) yürürlüğe sokmaya devam ediyor. Son dönemde İsrail’in Doğu Kudüs’ün Batı Şeria’dan tamamen koparılması yönündeki baskılarının arttığı ve Filistinlilere yeni kısıtlayıcı uygulamalar getirildiği izleniyor.

İsrail’in Gazze’de yaşayan 2 milyona yakın Filistinli üzerindeki baskısı da zaman zaman (çok sayıda Filistinlinin hayatını kaybettiği) şiddet olaylarına dönüşerek devam ediyor. İsrail 2005 yılında tek yanlı bir kararla çekildiği Gazze’yi havadan, karadan ve denizden tamamen kontrol ediyor ve Gazze’yi (Mısır’ın da yardımıyla) tam bir abluka altında tutuyor. Uygulanan bu sert abluka nedeniyle Gazze’de yaşayan Filistinlilerin günlük yaşamı her geçen gün daha zorlaşıyor. İsrail’in Gazze’de sivil halka (özellikle havadan) uyguladığı askeri müdahaleler nedeniyle (bugün de görüldüğü gibi zaman zaman) Filistinlilerin kayıpları artıyor.

İsrail’in bir yandan Filistin sorununa masa başında adil, kalıcı ve barışçı bir çözüm bulmaktan (iki devletli çözümden) uzaklaşırken, diğer yandan askeri işgali (Batı Şeria) ve tam ablukası (Gazze) altında tuttuğu topraklarda yaşayan (4,5 milyona yakın) Filistinli üzerindeki baskısını da büyük ölçüde arttırmış durumda. “Yahudi Ulus Devleti” Yasası bu baskının (1967 sınırları içindeki İsrail’de yaşayan, İsrail vatandaşı) Filistinlilere de yöneltilmiş olduğunu gösteriyor. İsrail vatandaşı (sayıları 1,8 milyon civarında olan) Filistinlilerin (kendi devletleri tarafından) ikinci sınıf vatandaş statüsünde kabul edildiği bu yasayla “hukukileştirmeye” çalışılıyor.

“Yahudi Ulus Devleti” Yasası (iki devletli çözüm olmadığı taktirde) Yahudilerle Arapların aynı devlet çatısı (tek devletli çözüm) altında yaşayabileceklerini düşünenlere de verilmiş “iyi” bir yanıt oluyor. Bu yasanın Batı Şeria’nın (tamamının veya bir bölümünün) ilhakına bir hazırlık ve İsrail sınırları içinde yaşayan Filistinlilere yönelik daha radikal (etnik temizlik gibi) politikaların bir başlangıcı olmasından korkanların sayısı da az değil. 

Başbakan Netanyahu’nun, barış süreci ve Filistinlilere yönelik politikalarını bu ölçüde sertleştirirken, bölgesel ve küresel şart ve gelişmeleri değerlendirdiği anlaşılıyor. Orta Doğu ve Arap ülkelerinin içine sürüklendirildiği zor durumun, Arap Hükümetlerinden bir tepki gelmesini engellediği ortada. Orta Doğu’da (algıladıkları) İran tehdidi ile “uğraşan” Arap Yönetimlerinin (Filistinlilerle ilgili bütün olumsuz gelişmelere rağmen) İsrail’le ilgili değerlendirmeleri çok ilginç bir yönde gelişiyor. AB’nin (bazı sözlü tepkiler gösterilse de) tepkilerini uygulamaya geçirmeyeceği, Avrupa ülkelerinin İsrail üzerinde hiçbir (ciddi) baskı uygulamayacağı görülüyor.

Başbakan Netanyahu’yu esas cesaretlendiren ise Trump Yönetiminin tutumu. Trump Yönetimi Başbakan Netanyahu’yu (uzlaşmaz ve şiddet yanlısı bütün politikalarında) desteklemek yönünde zaten harekete geçmiş durumda. Başbakan Netanyahu’nun Trump Yönetiminin bütün desteğini arkasında hissettiği ve giderek uzlaşmaz politikalara yöneldiği ortada.       

 

Yazarın Tüm Yazıları