Yeni “Emîn”imize, “ikinci” açık mektup!

CHP’nin İzmir adayı belli olduktan sonra, “yıkılıyor” sosyal medya!

Haberin Devamı


Seçilmeye yakın ismin etrafında, “temkinle pıtırcıklanmış bir sevgi hâlesi...”
“Eş, dost, akraba, yakın arkadaş, kanka, canciğer, yoldaş, meslektaş” kontenjanından ve “çok yakînimdir...” (?!) parantezinden geçilmiyor.
Kimlerin “gerçek dost” olduğunu zaman gösterecek.

Bu resim, bana nedense (?!); “Keçecizâde” Mehmet Fuat Paşa’yı ve tabiî, bu lakâp da (babasından intikal eden) aile şöhretini hatırlattı...

“...Fuat Paşa’nın dedesi Konyalı kazasker Mehmet Sâlih Efendi’ydi. Mehmet Sâlih Efendi’nin oğlu ise II. Mahmut döneminin parlak portrelerinden biri olan, divan edebiyatının seçkin ve tanınmış şairlerinden Keçeçizâde İzzet Molla... Öyle bir insandı ki, İzzet Molla; Şeyhülislâm fetvâsına karşı çıkacak derecede donanımlı ve yürekliydi... II. Mahmut, 1827’de Rusya’ya savaş ilânı için Şeyhülislâm’dan fetva alınca, devletin buna hazır olmadığı gerekçesiyle, muhalefet etmişti... Daha da ileri giderek Sultan’a, huzurda, herkesin önünde, savaş ilânının felaket olacağını söylemişti. Bunun üzerine ortadan kaldırılması düşünüldüyse de kıyılamadığı için vazgeçilip, Sivas’a sürülmüştü, orada da vefat etmişti...” İşte “Keçecizâde”, böyle “onurlu” ve mirası reddedilemeyecek bir babanın oğluydu... Söz, bu “baba-oğul” meselesine nasıl ve nereden geldi, anlamadım ya? Devam edelim...

Haberin Devamı

Tanzimat döneminin önde gelen üç siyasi liderinden biriydi “Keçecizâde”.
Sultan Abdülaziz saltanatında, iki kez sadrazamlık ve (toplamda 10 yıla yakın bir sürede) beş kez de Hariciye Nazırlığı yapmıştı.

Tarihçilere göre, Mevlevî de olan Paşa, “nüktedan, hazırcevap, zarif, ince ruhlu, engin bir kültüre sahip; kararlı ve gözü kara” kişiliğine rağmen, devrin dinamiklerine uymayan (bugün ezber bozan dediğimiz...) “alışılagelmişin dışında, ‘farklı’ şeyler söylüyordu.
Dolayısıyla (egemenler tarafından) ‘sevilmiyor’du...”

Meselâ, Tanzimat’ın “Reşit, Ali ve Fuat” paşalarını, bir vesileyle şöyle tarif ediyordu:
“Bir ırmak kenarına geldiğimizi düşününüz... Irmağın da üstünde, sağlamlığını bilemediğimiz bir köprü var. Ben bu köprüden derhal geçmek isterim... Ali Paşa, köprünün sağlam olup olmadığını tetkike başlar, derenin başka yerden geçit verip vermediğini araştırır. Reşit Paşa ise köprünün üstünden, ancak bir tabur asker geçtikten sonra atar adımını...”

Haberin Devamı

Meselâ, yol üstünde kalan mezarları başka bir yere naklederek, bugünkü Gülhâne yolunu açtırdı. Dedikodu ve taşlamalara da hedef olan “Keçecizâde”ye, “Paşam, yol için bu kadar taşı nereden buldunuz?” diye sorulunca, “Aman efendim, bize atılan sitem taşlarından, daha böyle kaç cadde inşâ edilir...” deyiveriyordu.

“Keçecizâde”, içimizden biriydi aslında. Onu hemen herkes, Osmanlı hakkındaki, “biz içeriden siz dışarıdan yıkamadık...” tekerlemesiyle bilir ve hatırlar.
Ama, tarihe mâl olmuş, asıl “çarpıcı” cümlesi (bence) bu değildir!
Bir gün, böyle dolu, dopdulu “Keçecizâde”ye, “Paşam, gerçek dostların kimler?” diye sormuş bulunurlar.
“Çok yakînimdir...” (?!) parantezindekiler geçmiş olmalı ki, gözünün önünden, “Şimdi iktidardayım, bilemem” yanıtı verir.
Hani, “İlânen duyurulur...”

Yazarın Tüm Yazıları