Nâzım’dan Fazıl’a, “Hayyam” ile hoşbeş...

Bazen böyle oluyor ! Kalemimi tutamıyorum; “sol şerit” filân yazıyorum işte. Halbuki ben “okunmayan - basılmayan sanat yazıları” yazdığım zaman daha mutlu hissediyorum kendimi... Sadık okuyucum da öyle !

Haberin Devamı

 

 

Bu düşünceler içinde, (memleketin şu gergin ortamında; üst düzey bir sanat buluşmasını bile, “atan 1 - karşılayan 0 ucuzculuğu ile sündüren...) sosyal medyadaki “SAY”ım suyum yok işgüzarlığı üstüne yazmaktan da vazgeçmiştim; el çekmiştim...

 

Ama dün, yeni bir CD aldım. Soprano Oya Ergün’ün, (ismiyle müsemmâ, barok dantellere sarmalanmış) “Baroque Lace”i Türkiye’ye de gelmiş; hattâ İzmir’de bile dağıtıma çıkmış. Bu evrensel esintiye kapılınca, ayakları yerden kesiliyor insanın. İşte bu albümdeki bir cümle yüzünden, “yazmamak”tan vazgeçtim. Daha doğrusu, bir “hatırlatma”nın, adetâ sosyal sorumluluk olduğunu hissederek, “kaçınamadım”; işte yazıyorum !

 

Haberin Devamı

CD kitapçığının iç kapağındaki “ibretlik uyarı”, “Nothing lasts forever, but music...” diye kaleme alınmış.  Sanırım, basitçe “Hiçbir şey sonsuza dek sürmez, ama müzik...”gibi çevirmek mümkün bu vurucu satırı...  (Şimdi, epeyce uzun bir satıra hazırlanın lütfen).

 

Neyse ki, Nâzım’ın, Bursa günlerinden birinde,

cezaevi müdürüne, “Nâzım da buradaymış.  Çağır da görelim, nasıl biridir ?” diyen,

odaya getirttiği, fakat oturmak için yer göstermediği Şairle,

kurulduğu koltuğundan konuşan Adalet müfettişine,

tam kapıdan çıkarken, “Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorup da,

“Kim duymaz Hayyam”ı yanıtını aldıktan sonra,

“Peki, Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?” diye üsteleyip,

mağrur muhatabının suskunluğu üzerine,

“görüyorsunuz sanatçıyı hatırladınız, ama hükümdarı hatırlayamadınız.

Yıllar sonra, dünya beni (de) hatırlayacak,

ama dönemin adalet bakanı’nı ve sizi kimse hatırlamayacak” diye “had” bildirdiği;

“iyi, güzel ve ahlâklı olanın ölümsüzlüğü” neş’esi, hâlâ yaşıyor.

 

Demem o ki, (toprağı bol olsun Ara GÜLER’e yaptıkları gibi...) “elmayla armutu karşılaştıran” ve sadece doktrin yüklü sığ tartışmaların, “benim babam senin babanı döver” bataklığındaki “aktör ve aktrisleri”ni de, kimse hatırlamayacak... “Hiçbiri”ni hem de ! “Hiç kimse”, sonsuza dek, “acı veya mutluluk“ vermeye muktedir değil çünkü; ama müzik... “Ölümlü”ler bir süre sonra unutulmaya mahkûm ! Sadece “ölümsüz”lerin adı yankılanacak evrende...

 

Haberin Devamı

Sadece, Mozart’ın “Requem”i,  Itrî’nin “Tekbîr”i, “Nevâ Kâr”ı, Beethoven’in “Ay Işığı Sonatı”,  Dede’nin “Ferahfezâ Mevlevî Âyîn”i, Rast “Kâr-ı Nev”i  ve daha adı saymakla bitmeyecek olan “ilâhî sesler” kalacak sonsuza. Belki “sonsuzdan da öteye...” “Hariçten gazel okuyanlar” değil yani... Onlar, “un ufak “olacaklar çünkü.

 

Bence, besteciliği piyanistliğinin de önünde olan SAY da, giderek “öte”ye kalacaklar arasında yerini alıyor. “İstanbul Senfonisi”yle, “Hezarfen Ney Konçertosu”yla, “Nâzım Oratoryosu”, “Truva  Sonatı”, “İzmir Süiti” ve niceleriyle... SAY’ın “İlk Şarkılar” albümünden (Sabahattin Eyüboğlu çevirisi) bir“Hayyam  Rubaii” ile bitirelim yazıyı:

 

Haberin Devamı

“...Akılla bir konuşmam oldu dün gece / sana soracaklarım var, dedim / sen ki her bilginin temelisin / bana yol göstermelisin / yaşamaktan bezdim, ne yapsam? / birkaç yıl daha katlan, dedi / nedir; dedim bu yaşamak?/ bir düş, dedi; birkaç görüntü / evi barkı olmak nedir? dedim / biraz keyfetmek için / yıllar yılı dert çekmek, dedi / bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim / kurt, köpek, çakal makal, dedi / ne dersin bu adamlara, dedim / yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi / benim bu deli gönlüm, dedim / ne zaman akıllanacak? / biraz daha kulağı burkulunca, dedi / Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim / dizmiş alt alta sözleri /hoşbeş etmiş derim, dedi...”

 

 

           

 

Yazarın Tüm Yazıları